EMEK
Sınıf turnusolu CHP
Aslında bu sürecin işçi ve emekçiler için "hayırlı" bir yanı da vardır. Sözde halkçı, ilerici CHP'nin sınıfsal niteliği muhatabın kendisi olduğu her işçi eylemi ve direnişinde tabak gibi açığa çıkmaktadır. Diğer bir deyişle CHP'nin işçi-emekçi düşmanı her tavrı bizlere adeta bir sınıf turnusolu sunmaktadır. Size müreffeh yarınlar vaat eden bir parti mi var? Önüne bir işçi direniş çıktığında onu seyredin, kimlerin temsilcisi olduğunu kolayca anlarsınız!
Dün İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin yüzde 50 ortağı olduğu İZBAN'da sefalet ücretine hayır diyerek greve giden işçileri "halkı mağdur etmekle" AKP'ye hizmet etmekle suçladılar.
Bugün de Genel-İş'in İZENERJİ şirketindeki Toplu İş Sözleşmesi yetkisine şirket sahibi İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin itiraz etmesini protesto için belediye önünde eylem yapan işçilerin üzerine polis saldılar, işçileri gözaltına aldırdılar.
CHP belediyelerinin işçi düşmanlığı dosyası ziyadesiyle kabarık. Yakın geçmişte de İzmir BŞB ve CHP Genel Merkez önünde direnen Mahir Kılıç'ın talepleri görmezden gelinmiş, darp edilmişti. Sorun sadece İzmir Belediyesi'nde değil elbette. Keza, Aydın Belediyesi'nde, Şişli Belediyesi'nde, Ataşehir Belediyesi'nde, Çankaya Belediyesi'nde ve daha bir çok belediyede çalışan işçiler ücretlerini alamadıkları ya da sendikaya üye oldukları için işten atıldıkları gerekçesiyle direnişe geçmişler, ancak CHP yönetimleri tarafında yok sayılmışlar, polise şikayet edilmişlerdi.
Bunlar mı işsizliğe, taşeron zulmüne, yoksulluğa, sendikal hak gasplarına çare olacak? Bunlar mıdır "ilericiliğin" temsilcileri? Kendi belediyesinde çalıştırdığı işçinin taleplerine bile bu kadar tahammülsüz olanlar yarın işçi ve emekçilere ne verebilir?
CHP'nin bu tutumları asla bir basiretsizlik, bir yanlışlık olarak görülmemeli, münferit hadiseler olarak değerlendirilmemelidir. Zira o taşeron vurgunculuğunun, müteahhitliğin, mali sermayenin partisi olarak tam da olarak "olduğu gibi" davranmaktadır! Yani CHP'nin işçilere reva gördüğü bu zulüm "kötülükten" değil, sınıf temsiliyetinden gelmektedir.
Belediyeler günümüzde tam bir şirket gibi yapılanmakta ya da görevlerini doğrudan taşeron şirketlere devretmektedirler. Halkçı bir belediye kurma derdiniz yoksa, krizin kârları azaltması halinde faturanın işçi ve emekçilere kesilmesi de "olağan" hale gelir. Kârlarınız azaldıysa, tek bir kazanım bile emsal niteliği taşıyacağından, değil seçim sandığı, sırat köprüsü kurulsa bile işçiye tek bir hak vermemek esas olur. Mesele bu kadar nettir. Söz konusu kârları korumak olduğunda "ilerici" ve "gerici" burjuvazi arasında zerrece fark kalmaz. Sendikalı olma hakkı da çiğnenir, grev de yasaklanır, ücretler de ödenmez.
CHP'nin AKP karşıtlığında işçileri ilgilendiren hiçbir şey yoktur. Onların iktidara karşıtlığı sarayın işçi-emekçi düşmanı politikalarından dolayı değil, sadece rantın bölüşümündeki "adaletsizlikten" kaynaklanmaktadır. AKP-CHP saflaşması egemenlerle ezilenlerin değil, burjuvazinin iki bloku arasındaki saflaşmadır. Zaten partinin ekonomi kurmaylarının en çok "yandaş ekonomisini" eleştirmeleri, ancak kapitalist sömürü düzenine dair elle tutulur hiçbir eleştiri getirememelerinin sebebi budur.
Her grevde ve direnişte CHP'nin yardımına iktidarın polisinin ve grev yasakları koşar. Burada yardımlaşanlar sınıf kardeşleridir. Bu, gizli-kapaklı bir anlaşma değil, aynı sınıfın üyelerinin hareket tarzlarının doğal uyuşmasıdır ve her türlü komplo teorisinden ötede, hayatın gerçek koşullarının gereğidir.
Aslında bu sürecin işçi ve emekçiler için "hayırlı" bir yanı da vardır. Sözde halkçı, ilerici CHP'nin sınıfsal niteliği, muhatabın kendisi olduğu her işçi eylemi ve direnişinde tabak gibi açığa çıkmaktadır. Diğer bir deyişle CHP'nin işçi-emekçi düşmanı her tavrı bizlere adeta bir sınıf turnusolu sunmaktadır. Size müreffeh yarınlar vaat eden bir parti mi var? Önüne bir işçi direniş çıktığında onu seyredin, kimlerin temsilcisi olduğunu kolayca anlarsınız!
Ancak ortaya çıkan her çelişkinin devrimci-dönüştürücü bir etkide bulunması için aynı zamanda ezilenlerin tepkilerini örgütleyecek siyasi bir iradenin, bir temsliyetin de açığa çıkmış olması gerekir. Aksi halde kitleler çelişkiyi görse de alternatifini göremez, burjuva bilinç kuşatmasından çıkamaz, haksızlıklara direniş gösterseler de, son tahlilde "kaderlerinin" bu olduğunu zannedip iki gericilikten birine boyun eğmek durumunda kalırlar. Bu, tam da süregelen durumdur aslında. Zira burjuva partilerin yönetilenlerin bir bölümünü diğer bölümünün karşısına dikerek kendi programına yedeklemesinin, hatta programının bizzat taşıyıcısı kılmanın silahı haline getirmesi böyle mümkün hale gelir. Peki bu cendereden nasıl çıkılacak?
Sarayın ve CHP'nin işçi düşmanlığını teşhir edecek, işsizliğe, taşeron zulmüne, sendikal hak gasplarına karşı söz-eylem-örgütlenme hürriyetini, herkese güvenceli istihdamı, yoksulluk sınırı üzerinde asgari ücreti ve temel ihtiyaçların (elektrik-gaz-su) ücretsiz teminini açıktan ve en yüksek perdeden savunacak bir siyasi temsiliyeti (yeniden) kurmak bir hayal değildir.
Bunun için savaşmak, emekten ve özgürlükten yana bir hareket yaratmak bir hayal değildir.
Patronların partilerine hayır diyebilmek bir hayal değildir.
Sadece iktidarı değil, burjuva-faşist rejimi tüm unsurlarıyla yıkmak ve yerine halkçı-demokratik bir iktidar kurmak hayal değildir.
İyi örgütlenmiş tek bir ses, tek bir duruş bu ablukayı dağıtır, geniş kitleler için cazibe merkezi olur ve 2019'u ezilenlerin yılı yapar.
Bu basit görevi yüklenmeyenler, anı okuyamayanlar, kitlelerin somut talep ve sorunlarına yaslanmayanlar, varlıkları ve talepleri ne kadar ilerici, halkçı ve demokrat gözükürse gözüksün, tarih-dışı kaldıklarında da şaşırmamalıdırlar.