Roza Awaz yazdı | Gün bizim güneş bizim
Kadına yönelik şiddet, tek tek kadınların yaşadığı bir olayın çok ötesinde toplumsal bir biçim alıyor. Erkek egemen kapitalist devletler kadın katillerinin sırtını sıvazlıyor, yeni ölümlere imkan sağlıyor. Savaşların ve cins kırımının ortasında üç kelebeğin kanat çırpışıyla büyüyor isyanımız. Maria Teresa Mirabal'ın dediği gibi: "Belki bize en yakın şey ölüm, ama bu beni korkutmuyor. Haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz."
Sömürge ulusların kaderi kayıplarla yazılır. Ansızın yok edilir insanlar. Ya da tıpkı ülkeleri gibi hayatları çalınır. Her ev sabahlara bir eksikle uyanma korkusu taşır. Sömürgelerin mahkemeleri yalnızca suçsuzları suçlu kılmak içindir. Sorulacak kimse, gidilecek tek bir kapı yoktur; geceler beter kararır, duvarlar dilsiz olur. Nice kahraman, işkencehanelerde sessiz sedasız kaybedilmiştir. O ülkesi çalınanlar, taşı toprağı sömürülenler, katledilince çoğu kez mezarsız ve kimsesiz kalır. Bazen tek tektir gidişler; bazense topluca kılıçtan geçirilir halklar. Anasının karnındayken öldürülür bebekler. Acının bittiği yerden yeniden yaşamı yeşertmesin diye en çok doğmamıştan ve doğuracak olandan çıkarılır hınç. Göğüsleri kesilip mızraklara dikilir, saçları kazınıp süngülere asılır kadınların. Acılar ağıtlara işler yıldan yıla: Derelerden kan akar nicedir, analar ağıt yakar her doğan gün…
Ama bu yazgı değişmeye mahkumdur. Artık dünden daha güçlü akıyor derelerimiz, hem de direnişe doğru. Karşı koyuşun, isyanın, özgürlük için atılan her adımın biriktiği sular daha gür çağlar bugün. Hele bir de benzer acılara karşı sesler birleşince, dünya el ele tutuşacak kadar küçülür. Bir bakarsınız Arjantin'de kayıpları arayan analar Cumartesi Meydanlarına çıkmış; bir bakarsınız yıllar sonra Rojin kadınların sıkılı yumruğunda buluşmuş. Dün bulamadığımız Konca Kiriş bugün Sudan'da Siham Hassan'ın omuz başında belirmiş. Iraklı Abir olmuş adımız ya da Rojin… Yıllar değişiyor, savaşların görünen tarafları farklılaşıyor; ancak kadına yönelik erkek egemen devlet şiddeti artarak devam ediyor. Ve bugün bu şiddete daha örgütlü ve birleşik bir karşı doğuş doğuyor.
ERKEK EGEMEN SAVAŞLAR VE ŞİDDETİN TOPLUMSAL BOYUTU
Emperyalist devletlerin hakimiyet ve paylaşım savaşlarında çıkan irili ufaklı sayısız savaş ve bu savaşlarda şiddete uğrayan milyonlarca kadın var. Sömürgeci, faşist işgalci devletler işgal ettikleri bölgelerde kadın bedenini işgal toprağıyla bir tutuyor; aynı kin ve nefretle kadınlara saldırıyor. Erkek egemenliği, bahsi geçen bu devletlerin en karakteristik özelliğidir. Kadınların savaşta ganimet olarak görüldüğü, köle zincirleriyle pazarlarda satıldığı dönemlerden bir dirhem uzakta değiliz. Êzidî kadınların yaşadıkları tüm dünyanın gözü önündeyken, Suriye'de Baas rejiminin yıkılmasının ardından gelen kravatlı cihadist HTŞ çetesi sahil bölgesinde sayısız kadını kaçırdı, tecavüz etti, katliamdan geçirdi. Binlerce kadın evlerinde çetelerin tecavüzüne uğradı. Zorla göç ettirilen kadınlar göç yolunda defalarca aynı saldırılara maruz kaldı. Birçok Alevi kadının İdlib, Hama gibi iç bölgelerde köle pazarlarında satıldığı biliniyor. Aynı tehlike, başta Dürzîler olmak üzere ülkede yaşayan farklı ulus ve mezheplerden kadınlar için de geçerlidir. 2019 yılında Türk devletine bağlı çeteler Serêkanîyê ve Girê Spî kentlerine işgal saldırısı başlattıklarında, devrimin öncü kadınlarından Hevrin Xelef'in arabası bir grup cihadist-Türk devleti destekçisi çete tarafından kesildi ve vahşice katledildi. Tıpkı Sudan'daki Siham Hesen gibi.
Sudan'da bugün savaşın ortasında kalan kadınlar tecavüze uğruyor, kaçırılıyor ya da vahşice katlediliyor. Eli silahlı çeteler, kadınları katlederken videolara kaydediyor. Birkaç gün önce katledilen kadın hakları aktivisti, milletvekili Siham Hesen, adına ve akıbetine ulaşılan az isimden birisi. Kan deryası içinde kalan, adlarını kimsenin bilmediği kadınlar son nefeslerine kadar yaşamak için direniyor.
Tıpkı "ateşkes" palavrasına bütün dünyayı inandırdığını sanan siyonist İsrail'in işgal altında tuttuğu Gazzeli kadınlar gibi; son soluğuna kadar direnmek, tırnaklarıyla bu dünyaya tutunmaktan başka çaresi olmayan kadınlar. Belki dört duvarın ardında, hücrelerinde dünyanın geri kalanından uzak ve yalnız bırakılmış Evin Hapishanesi tutsakları gibi. Molla rejiminin üç yıl önce başlayan ve 21. yüzyıl kadın ayaklanmalarının ilk kıvılcımlarından olan "Jin, jiyan, azadî" eylemlerinin öcünü alma isteği bitmek bilmiyor. Her gün bir başka kadın, molla rejiminin karanlık ellerince asılıyor. Bir lokma ekmeği, bir yudum suyu direnişe dönüştüren kadın devrimcilerin açlık grevi karanlık cüppelere, "Biz ölümü çoktan yendik" diye bağırıyor. O direniş dolu sesler kör zindanların duvarlarına çarpa çarpa büyüyor.
"Gün bizim, güneş bizim/Göğsümüzde ateş bizim/El ele olduğumuz o gün gülmek bizim." (Kelebekler)
Dünyanın her tarafında kadına yönelik şiddet artıyor. Kadına yönelik şiddet, tek tek kadınların yaşadığı bir olayın çok ötesinde toplumsal bir biçim alıyor. Erkek egemen kapitalist devletler kadın katillerinin sırtını sıvazlıyor, yeni ölümlere imkan sağlıyor. Savaşların ve cins kırımının ortasında üç kelebeğin kanat çırpışıyla büyüyor isyanımız.
1930'larda askeri darbe ile iktidara gelen diktatör Rafael Trujillo yönetimindeki Dominik Cumhuriyeti 30 yıl boyunca ağır faşizmle yönetiliyordu. Sayısız devrimciyi işkencehanelerde katleden faşist Trujillo, sadece "r" harfini söyleyemediği gerekçesiyle Haiti yerli halkından binlerce insanı elektrikli sandalyeyle katletmiş bir katildir. Büyük bir kadın düşmanı olan Trujillo, yüksek rütbeli askerleri ve işkencecileri için eğlence partileri düzenler; bu partilerde çoğu çocuk yaşta olan kadınları seks kölesi olarak kullanırdı. Bu davetlere katılmak zorunlu olduğu gibi teklifi reddedenler "vatan haini" ilan edilir, ömür boyu sürecek sürgün ve hapis cezalarıyla cezalandırılırdı. Çünkü faşizmin kodlarında katıksız erkek egemenliği vardır ve erkeğe hizmet vatana hizmettir. Kadın düşmanı faşist Trujillo, zorla getirttiği Reyes ailesinden Minerva'nın da kendisine koşulsuz itaat etmesini beklemiştir; ancak tacizine karşı Minerva'nın suratına patlattığı tokat, asırları aşan bir kadın direnişine dönüşür. O gün Trujillo'ya karşı gelen bir kadındır; ancak bu kişisel karşı koyuş, süreç içinde devrimci antifaşist hareketle birleşir, büyür ve yeraltında kullandıkları kod adlarıyla "Kelebekler" bütün dünya tarihine nakış gibi işlenecek bir direnişe öncülük ederler. Trujillo ve iktidarı Mirabal kardeşlerin peşini uzun yıllar bırakmaz; aile üyelerini işkenceden geçirir, mal varlıklarına el koyar. Yıllarca yıldıramadığı kız kardeşleri en sonunda, uzun süredir tutuklu olan eşlerini görmek için gittikleri hapishane dönüşünde vahşice katleder. Faşist iktidarın kodlarına uygun bir saldırı biçimi bir kez daha karşımıza çıkar: Tecavüz ve katletme. Üç kız kardeş, cinsel saldırının ardından dövülerek öldürülür ve olaya kaza süsü verilir. Dün Dominik'te Mirabal kardeşlerin katliam şekli, Rojin Kabaiş ve ölümleri şüpheli olan birçok genç kadının katledilme şekliyle aynıdır. 2022 yılında patlak veren ve tüm dünyanın duyduğu Epstein davasında kaçırılan çocukları bir adaya kapatan ve yıllarca seks kölesi olarak işkence yapanlar, dünyanın en zenginleri, emperyalist devlet başkanlarıydı. Tıpkı 1960'ların Trujillosu gibi.
HAKLI OLAN HER ŞEY İÇİN SAVAŞMAYA DEVAM EDECEĞİZ
Issız mekanlarda, uçurumla kaplı yollarda, dere kenarlarında, ormanlıklarda ya da gökdelenlerin bilmem kaçıncı katında... Gerçekler, erkek yargısının tutanaklarına hiçbir zaman düşmez. Ama düştüğümüz toprak şahittir; atıldığımız nehir, şalımızın takıldığı ağaç dalı, ayakkabımızın girdiği kaya altı bilir bizi. Bazılarımız daha 8 yaşında bir çuvala sığarız, bazılarımız parçalanıp bavullarla taşınırız. Milyonlarımız savaşların, göçlerin ve kıyımların arasında. Barin gibi, Ekin gibi yüzlerinden karanlık akan çetelerin kirli ellerine karşı bedenimiz bir direniş kalesine dönüşür. Bazılarımız bugün hücre duvarlarında, işkence sehpalarından geçerek direniyor. Gün gelir devran döner; o parmaklıklar ardında idam sehpalarına çıkan bizler, urganları eritecek isyan ateşinin kıvılcımları oluruz. Maria Teresa Mirabal'ın dediği gibi: "Belki bize en yakın şey ölüm, ama bu beni korkutmuyor. Haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz."