Levent Büyükbozkırlı yazdı | Doğayı yok etmek için geliştirilen teknolojiler insanlığa ne fayda sağlar

Kapitalizmin hüküm sürdüğü bir dünyada ne bilim ne de teknoloji tarafsız değildir. Kendi kendini genişletme yolunda engel tanımayan sermayenin ürünü olan teknoloji çift yönlü emek sömürüsünü devreye alır; köylünün yaşam olanaklarına el koyup, toprakla üretken emeğine dayalı ilişkisini sakatlar ve onu madende işçi olmaya zorlar. Bunu yaparken de maden işçisini yüksek teknolojiyle donatılmış iş makinalarının bir uzantısı haline getirir ve doğa kıyımını onun eliyle gerçekleştirir. Bu denli hayata yabancılaşan bir teknoloji insanlığın refahına nasıl hizmet edebilir?
Son yıllarda hükümet kararlı adımlarıyla Türkiye'yi "madenci ülke" durumuna getirmek için canla başla uğraşıyor. Bu kapsamda madenci şirketler, geçen temmuz ayında meclisten geçirilen torba yasayla ne istedilerse aldılar: Artık ÇED süreçlerini daha hızlı ve sorunsuz şekilde geçip Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü'nün (MAPEG) ihaleleriyle parasını ödedikleri ruhsat alanlarında rahatça madencilik yapabilecekler. Diğer bir deyişle artık daha az risk alarak daha çok para kazanabilecekler. El koyma yoluyla mülksüzleştirme tarzı olarak Türkiye'de uygulanan ekstraktivizm, uygulamada gitgide sertleşerek tam bir talana dönüşecek. MAPEG'in son yıllarda açtığı ihalelerle şirketlere dağıttığı ve toplamı yüzbinlerce hektarı bulan maden arama ve işletme ruhsatları süratle ÇED süreçlerini geçecek ve ülkenin dört bir yanında her sabah yeni çatışma alanlarına uyanacağız: Yaşam alanlarını ve geçim ekonomilerini savunan köylülerin mücadelelerine...
3-6 Eylül 2025 tarihleri arasında İzmir'de düzenlenecek MINEX Maden Teknolojileri Fuarı'na da bu çerçevede bakmak gerektiğini düşünüyoruz.
Polen Ekoloji Enstitüsü'nün "Köylüsüzleştirmeden Cengizistana Karadeniz" başlıklı raporunun sonuç bölümünde, artık sermayenin ekstraktif saldırılarına engel olabilecek sadece üç sınır kaldığı belirtiliyor:
🔹Cevherlerin gitgide düşen tenör oranları ve şirketlerin artan enerji harcamaları nedeniyle yükselen maliyetler,
🔹Şirketlerin çok sayıda ruhsat alanında eş zamanlı çalışma için personel-makina-sermaye yönüyle kapasiteleri,
🔹Birleşik mücadelenin gücü.
Korkarım torba yasa sonrası uluslararası madencilik şirketleri Türkiye'nin yeraltı varlıklarına el koyma amacıyla yakın gelecekte sert bir giriş yapacaklar ve ikinci maddede değinilen kapasite yönüyle sınırı yukarı çekecekler. Birleşik mücadeleye yönelik sonuncu madde hakkında neler yapılabileceğine dair fikirler ise Polen Ekoloji Kolektifi sitesinde 16 Ağustos'ta yayınlanan "Kapitalist/Emperyalist Madencilik Yağmasına Karşı Mücadele" başlıklı bildiride paylaşılıyor. İlk iki madde, yani cevherlerin düşen konsantrasyonları, cevheri çıkarmak için harcanan enerji ve makina maliyetleri ise madencilik teknolojisiyle ve MINEX Madencilik Fuarı'nda sunulanacak makina ve ekipmanlarla yakından ilgili.
Politik ekoloji üzerine çalışan çeşitli yazarlar, tarih boyunca ekstraktivizmin farklı nesillerinden geçtiğimize ve içinde bulunduğumuz "dördüncü nesil madenciliğe" vurgu yapıyorlar. Dördüncü nesil madenciliğin kendisini dışa vuran başlıca özellikleri;
🔹Yüksek teknolojiye sahip iş makinalarıyla çok derine inen ve geniş alanlara yayılan kazılar yapılması; bunun sonucunda mega madenlerin sayıca artması,
🔹Kazılar sonucu milyonlarca tonluk zehirli atık yığınlarının oluşumu,
🔹Çok fazla su ve enerji tüketimi,
🔹Devasa ölçekte sosyo-çevresel yıkımlar.
Bu nesle özgü yeni madencilik türleri ise Türkiye'de Diyarbakır ve Tekirdağ'da uygulanan hidrolik çatlatma (fracking) ile petrol/doğalgaz çıkarma ve derin deniz madenciliği.
İzmir'de düzenlenecek MINEX Maden Teknolojileri Fuarı'nda maden arama/sondaj, kırma-eleme, öğütme-ayıklama, tünel açma makina ve ekipmanlarına, çıkarılan mineralleri taşımaya, cevher hazırlama/zenginleştirme kimyasallarına kadar madencilik faaliyetiyle ilgili farklı alanlarda çok sayıda şirket son teknoloji ürünlerini sergileyecek. Bu arada jeolojik modelleme araçlarının mineral sondajlarında kullanımıyla coğrafi bilgi sistemlerinin, yapay zekanın, biyoteknolojinin mineral çıkarmada ve zenginleştirmede kullanımının şirketlerin maliyetlerini kısmalarına ne büyük destek sağlayacağı da dile getirilecektir. Canlıların yaşam alanlarını parçalayan, ekosistemleri yok eden bu teknolojik ürünlerin pazarlanması kalkınma, ekonomik büyüme, maden ihracatını ikiye katlama, ülkenin ihtiyacı olan(!) altın talebini karşılama gibi anlatılarla süslenecektir.
Ancak resmi söylemin arkasında saklanan gerçek şudur: Maden arama, maden çıkarma, maden zenginleştirme işlemlerinde maliyetleri düşüren teknolojik gelişmeler ekstraktivizmi beslemektedir ve bu yanıyla toplulukların esenliğine engeldir. Altın madenciliğinin geldiği "çılgınlık boyutu" buna güzel bir örnek: Zengin altın yataklarının küresel ölçekte tükendiği ve küresel istikrarsızlığın yükseldiği dönemlerde altın hep güvenli liman olarak görüldüğü, spekülasyonla da altının piyasa değeri arttığı için; eskiden maliyeti yüksek diye kazılmadan bırakılan düşük tenörlü alanlar şimdi yeni birer "bonanza" olarak pazarlanıyor. Nasıl mı? Bir kere maliyetleri düşürmek için altını diğer minerallerden ayırmak için siyanür kullanılıyor. Yine maliyeti düşük olduğu için yüksek teknoloji kazı makinaları ile açık ocak madenciliği yapılıyor. (Siyanürle ve açık ocakta yapılan madenciliğin sosyal ve çevresel zararlarını anlatmak için sanırım onlarca sayfa gerekecektir, bunlar bu yazının konusu değil!). Buradan çılgınlık boyutuna gelelim: Türkiye gibi aslında hiç de altın cevheri yönüyle zengin olmayan bir ülkede halihazırda ÇED süreci devam eden 112 adet altın madeni projesi bulunuyor. Özetle Türkiye'de başta altın olmak üzere madenciliği bu kadar kazançlı yapan cevherin bol olması değil, çevre mevzuatının içinin boşaltılması, şirketlerin çevreyi hiçe sayıp en ekonomik yöntemleri kullanması ve teknolojinin halkların refahını değil şirketlerin maliyetlerini azaltacak yönde geliştirilmesi ve uygulanması.
İşte MINEX fuarında pazarlanacak yeni teknolojilerin de katkısıyla bir tonluk cevherde 0,5 gramın altında altın bulunması dahi madenci şirketlere büyük paralar kazandıracak. Bu şekilde, MAPEG'in peş peşe ihaleleriyle başta altın ve diğer metalik madenler ile mermer/taş ocakları olmak üzere açılacak yeni madenlerle tüm ülke dev bir maden sahasına dönüşmekte.
Ancak şirket maliyetlerini düşürmekte noksansız uygulanan teknolojik yenilikler, her ne hikmetse konu halk sağlığına, iş güvenliğine, su varlıklarının, ormanların korunmasına, ekosistem bütünlüğüne geldiğinde ortadan kayboluveriyorlar: Siyanürle canlıların zehirlenmesi, İliç'teki altın madeninde 9 işçinin katledilmesi veya açık ocak madenciliğiyle göz göre göre yapılan geniş çaplı tahribatlar önlenemiyor.
Şu da bir gerçektir ki kapitalizmin hüküm sürdüğü bir dünyada ne bilim ne de teknoloji tarafsız değildir. Toprağın altındaki doğal varlıkları metalaştıran bir zihniyetin ürünü olan, mineralleri en kısa sürede kazıp çıkarmak, en yüksek oranda ve en düşük maliyetle saflaştırmak dışında bir hedefi olmayan teknolojik aletler bize nasıl bir gelecek vaat eder? Kendi kendini genişletme yolunda engel tanımayan sermayenin ürünü olan teknoloji çift yönlü emek sömürüsünü devreye alır; köylünün yaşam olanaklarına el koyup, toprakla üretken emeğine dayalı ilişkisini sakatlar ve onu madende işçi olmaya zorlar. Bunu yaparken de maden işçisini yüksek teknolojiyle donatılmış iş makinalarının bir uzantısı haline getirir ve doğa kıyımını onun eliyle gerçekleştirir. Bu denli hayata yabancılaşan bir teknoloji insanlığın refahına nasıl hizmet edebilir?
"Kızıl Ekolojik Devrim" adlı kitabında Victor Wallis, sosyalist teknolojinin iki temel ilkesini "toplumsal eşitlik" ve "ekolojik esenliğe bağlılık" olarak tanımlayıp, her iki ilkenin de teknolojik gelişmelerin üretim ve tüketime daha kolektif bir yaklaşımla hizmet etmesini hedeflediğini dile getiriyor. Wallis'e göre; "Teknolojinin tüm ilişkiler ağını kapsadığı seviye toplumdur. Bu nedenle sosyalist teknoloji için toplumsal kapsam vazgeçilmezdir. Söz konusu ilişkiler eşitlik ve ekolojiye dayanıyorsa, sahip olduğumuz şey sosyalist bir teknolojidir. Böyle bir toplumda bilgi artık özelleştirmeye ve tekele tabi bir meta olarak ele alınmayacak, yenilik kendi başına bir amaç olarak görülmeyecek, emek-zaman ekonomileri artık işçi sınıfına karşı bir silah olarak kullanılmayacaktır."
Teknolojinin tüm canlıların müşterek faydası için üretildiği bir toplumun inşası için emekçilerin yanında mücadeleden vazgeçmeyeceğiz.