GÜNCEL
Kubilay'dan Libya yorumu: Ömer Muhtar'ın torunları yeni işgallere karşı gereken yanıtı verecektir
HDP Sözcüsü Günay Kubilay, Türkiye'nin Suriye'de savaştırtığı çetelere Libya'ya gitmeleri karşılığında maaşın dışında vatandaşlık vereceği iddialarına yanıt verilmesini istedi. Libya'nın ulusal kahramanlarından Ömer Muhtarı da hatırlatan Kubilay, "Ömer Muhtar İtalyan emperyalizmine ve saldırganlığına karşı destansı bir direniş gösterip onurlu bir duruş sergilediyse Ömer Muhtar'ın torunları da yeni işgallere karşı gereken yanıtı verecektir" diye konuştu.
Halkların Demokratik Partisi Sözcüsü Günay Kubilay, partisinin genel merkezinde haftalık basın toplantısı düzenledi. Önceki dönem HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın duruşmaları, Libya'ya asker gönderme, İran-ABD arasındaki gerilimi ele alan Kubilay, konuşmasına gazeteci Metin Göktepe, Paris'te katledilen Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez ile Silopi'de katledilen üç kadın siyasetçi Sevê Demir, Pakize Nayır ve Fatma Uyar'ı anarak konuşmasına başladı.Kubilay, "Eş Genel Başkanlarımız, yaptıkları savunmalarla tek adam rejimini ve bu rejimin temel ayaklarından biri olan mevcut yargı sistemini, despotik siyaset tarzını bir kez daha yargılamışlardır" dedi. Kubilay şöyle konuştu: "Yüksekdağ'ın belirttiği gibi, ‘Bu yargılamalar iktidarın ömrünü daha çok uzatmak için bizlere yönelik geliştirdikleri bir siyaset tarzıdır, bir fikri ve düşünceyi cezalandırmadır, halk iradesine darbedir.' Demirtaş'ın da belirttiği gibi, ‘Bu yargılamalar iktidarın, özellikle de Erdoğan'ın siyasi amaçlarına erişebilmesi için yapılan çalışmalardan ibarettir.' 22 Kasım 2018'de Demirtaş hakkında AİHM kararının açıklandığı gün, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman, Saray'da Erdoğan'la bir araya gelmiş ve fotoğraf paylaşmakta da bir sakınca görmemişti. Daha sonra Erdoğan AİHM kararını tanımadığını açıklamış, Kocaman da ikinci tutuklamayı bizzat organize etmişti. Demirtaş'ın aslen tahliye olduğu dosyadan ikinci kez tutuklanmasının nedeni işte bu yargıyla yürütmenin kol kola verdiği pozlar, iç içe geçmiş ilişkilerdir. Tekrar etmek gerekirse siyasetçilerimizi, yoldaşlarımızı, arkadaşlarımızı tutuklamakla, savunma ve adil yargılanma haklarını ellerinden almakla yıldıramazsınız, geri adım attıramazsınız. Eninde sonunda bu devran dönecek, bugün yargılayanlar yarın yargılanacaklar. Bugün hukuku çiğneyenler yarın hesap vermek zorunda kalacaklardır."
İRAN DA ABD'DEN DAHA GELİŞKİN BİR MEDENİYETİ, DEMOKRATİK BİR TOPLUMU TEMSİL ETMİYOR
Kubilay ABD'nin İran Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'ye suikastı ardından İran'ın ABD'nin Irak'taki askeri üslerini balistik füzeyle vurarak gerçekleştirdiği misillemeyi değerlendirdi. Kubilay'ın konuyla ilgili değerlendirmeleri şöyle:
"3 ülkenin üzerinde özellikle durmak gerekiyor, ABD, İran ve Türkiye. ABD Irak işgaline kadar bölge devletleri üzerinde kurduğu hegemonya eşliğinde bölgede oyun kurucu rolü oynuyor, genel düzenleyici ve regülasyon merkezi işlevi görüyordu. İşgal sonrası askeri üstünlüğüne rağmen hegemonyasını kaybeden ve regülasyon merkezi işlevini yitiren ABD, Trump liderliğinde siyasi stratejik vizyondan yoksun devlet siyasetinin artık tehditten, şantajdan daha fazla bir anlam ifade etmediğini ortaya koymaya başladı. Süleymani suikastının uluslararası hukuka meydan okunarak, uluslararası hukuk hiçe sayılarak gerçekleştirilmiş olması ve İran'ı, misillemeye kalkıştığı takdirde ‘kültür varlıklarını vurmak'la tehdit eden Trump'ın temsil ettiği emperyalist ABD'nin elinde kalan yegâne enstrüman silikleşmiş bir medeniyet ufku, kapitalist açgözlülük ve geleneksel beyzbol sopasından başka bir şey değil.
"Trump'ın, İran'ın hiçbir zaman nükleer silah sahibi olamayacağını söylerken, dünyanın en büyük nükleer silah cephaneliğine sahip kendi ülkesinden söz etmemesi, bizatihi o nükleer gücü arkasına alarak konuşan emperyalist saldırganlığın ve muktedir olmanın verdiği kibrin tipik bir örneğiydi.
"İran da Kasım Süleymani'nin öldürülmesiyle Molla aristokrasisinin de Trump'tan daha gelişkin bir medeniyeti, demokratik bir toplumu ve özgürlükçü siyaseti temsil ettiği söylenemez. Bölgede izlediği sömürgeci, yayılmacı ve mezhepçi politikaya dayalı bir bölge gücü olma kibri, Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen'de mezhepçi bir nüfuz sahibi olma dürtüsü her halinden belli olan molla rejimi, kadınları kırbaçlayıp kapanmaya zorlarken, insanları pazar yerlerinde vinçlere asıp protestocuları kurşunlarken, Kürt özgürlük mücadelesini bastırmak için gençleri asıp katlederken hangi medeniyetten, hangi insani değerlerden, hangi özgürlükçü siyasetten söz etmiş oluyoruz?
"Türkiye'ye gelince, AKP-MHP iktidarı, Kürt düşmanlığına dayalı şoven milliyetçi bir iç ve dış politika eşliğinde izlediği sömürgeci, yayılmacı, mezhepçi ve militarist politikayla bölgede güç merkezi olma ve kapitalist hiyerarşide bir üst basamağa çıkmak için İhvan aşkıyla oradan oraya at sırtında koşmaya devam ediyor. Mısır'da olmadıysa Suriye, Suriye'de olmadıysa Libya, Libya'da olmadıysa bir başka bölge ülkesi… AKP-MHP iktidarı iki stratejik bölge politikasını eş zamanlı olarak uyguluyor. Birincisi, Kürtlerin Türkiye'de de Suriye'de de herhangi bir siyasal statü sahibi olmasını engellemek için askeri, siyasi, diplomasi dahil her türlü yönteme başvurarak geleneksel sömürgeci devlet politikasını sürdürmek istiyor.
SAVAŞ GİRİŞİMLERİ AZLİN EŞİĞİNDEKİ TRUMP'IN DA İKTİDARA TUTUNMAK İSTEYEN MOLLA REJİMİNİN DE YAKICI İHTİYACI
"İkincisi, yanı sıra savaş ve işgal girişimleriyle Türkiye kapitalizminin dış pazarlarını genişletmeye çalışıyor, yeni nüfuz alanları açıyor ve neo-Osmanlıcı hayallere dayalı yayılmacı bölge politikasını ısrarla uyguluyor. Her ne kadar, savaş istenmiyor olsa da savaş olacakmış gibi ülke halklarını ‘iç düşman'dan uzak tutma eğilimi, azlin eşiğindeki Trump'ın da iktidara tutunmak isteyen molla rejiminin de yakıcı bir ihtiyacı… Süleymani suikastiyle bir ay öncesine kadar işsizliğe, yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı ayağa kalkan yüz binlerce İran'lı muhalifi molla rejimi karşısında anti-ABD'cilikten başka kim pasifize edebilirdi ki? Aynı savaş eğilimine hakikatleri savaşın gölgesinde gizlemeye ve meşruiyetini yitirmiş iktidarını ayakta tutmak için Erdoğan'ın yakıcı ihtiyacının olmadığını kim iddia edebilir?
SÖMÜRGECİ GÜÇLERE KARŞI MÜCADELEYİ BİRLEŞTİRMEYENLER, EMPERYALİZMİN DEĞİRMENİNE SU TAŞIYORLAR
Son kriz Ortadoğu'da bölge halklarının emperyalizme ve sömürgeciliğe, savaşa ve işgallere karşı barış ve demokrasi eksenli bir ittifak için büyük bir fırsat sunuyor. Emperyalizm içsel bir olgudur. Emperyalizmi orada burada aramaya gerek yok. Hakim iktidar güçlerine, egemen sınıflarına ve ittifak ilişkilerine bakmak yeterlidir onu görmek için. Bu nedenle emperyalizme karşı mücadeleyi onların şu ya da bu düzeyde organik bir parçası haline gelmiş kendi kapitalist ve sömürgeci güçlerine karşı mücadeleyle birleştirmeyenler, emperyalizmin değirmenine su taşımaktan başka bir şey yapmış olmazlar.
YABANCI GÜÇLER IRAK'TAN DA SURİYE'DEN DE ÇIKMALIDIR
"HDP olarak Suriye'deki bütün yabancı güçlerin tamamen çekilmesini ısrarla dile getiriyorsak, Irak'tan da yabancı güçlerin çekilmesi gerektiğini, sorunların diyalog ve müzakere yoluyla çözülmesini savunmaya devam ediyoruz. Demokratik bir Ortadoğu'nun inşasının ve halklar arasında demokratik konfederal ilişkilerin kurulmasının başlangıç adımı bütün yabancı güçlerin bölgeden çekilmesiyle mümkün olabilir.
ÖMER MUHTAR'IN TORUNLARI YENİ İŞGALLERE KARŞI GEREKEN YANITI VERECEKTİR
Benzer yaklaşımın Libya için de geçerliği olduğunu kaydeden Kubilay, Erdoğan iktidarının Suriye'de savaştırdığı çeteleri Libya'da kullanmaya başladığını söyledi. Kubilay şöyle devam etti:
"Suriye'den transfer edilen ve Libya'da savaştırılan çete üyelerine maaş dışında ayrıca vatandaşlık da verileceği iddia ediliyor. İktidar bu iddiaya açıklık getirmek zorundadır. Çünkü bu çeteler El-Kaide ve IŞİD gibi örgütlerin içinde bulunmuş ve Suriye'de sayısız savaş suçu işlemişlerdir.
"Erdoğan Neo-Osmanlıcı hayal dünyasından çıkmamakta ısrar ediyor. Evvelki gün yaptığı konuşmada Türkiye'nin Akdeniz'deki menfaatlerini savunduğunu, hedeflerine emin adımlarla yaklaştığını, ecdadın tarih yazdığı yerlerde karşılarında kim olursa olsun zafere kadar devam edeceklerini söylemiştir. Erdoğan'a göre Libya'ya askeri müdahaleyi meşrulaştırmanın gerekçesi "ecdad" ise Libya'yı Romalılar 600 yıldan fazla yönetti. Yani Libya'yı deniz korsanlığı ve köle ticareti ile sömüren sömürgeci Osmanlı'dan iki kat fazla… Bu mantıkla Romalıların ardılı olan İtalya'nın Libya'da varlık göstermesi Türkiye'den daha fazladır. Bu düz mantıkla Anadolu üzerinde kaç milletin veya milliyetin hak talebinde bulunabileceğini varın siz düşünün… Nasıl ki Libya'nın ulusal kahramanlarından Ömer Muhtar İtalyan emperyalizmine ve saldırganlığına karşı destansı bir direniş gösterip onurlu bir duruş sergilediyse Ömer Muhtar'ın torunları da yeni işgallere karşı gereken yanıtı verecektir.
"Yeterince anlaşıldı ki, AKP-MHP iktidarından kurtulmaksızın içeride ve dışarıda barışçıl politikalara dönüş mümkün olmayacaktır. Öyleyse, içeride de dışarıda da ülke ve bölge halklarına kan ve gözyaşından başka verecek bir şeyi olmayan Saray rejiminden kurtulmak 2020'nin öncelikli görevi olmalıdır.
GİRE SPÎ'DE KİMİN BUĞDAYINI KİME SATIYORSUNUZ?
"Son olarak Kuzey ve Doğu Suriye'de Girê Spî'den 20 bin ton hububatın ithal edileceğine ilişkin haberler kamuoyuna yansımaya başladı. Öncelikle bunun "ithalat", bir alışveriş olmadığının altını çizmek gerekiyor. Afrin'de olduğu gibi Gire Spî'de de toprak sahiplerinin büyük bir kısmı bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. Bu topraklara Erdoğan'ın öve öve bitiremediği yağmacı çeteler yerleştirildi ve demografik yapı bütünüyle değiştirildi. Basit bir soru soruyoruz: Kuzey ve Doğu Suriye'den kimin buğdayı, kim tarafından Türkiye'ye satılıyor, açıklayın! Ama biliyoruz ki, açıklayamayacaksınız. Çünkü, ortada yapılan bir ticaret, bir alışveriş yok. Olan şudur: Doğduğu büyüdüğü topraklardan silah zoruyla sürülen Kürtlerin alın terine, göz nuruna, rızkına el koyuyor, gasp ediyorsunuz. Bu açık bir savaş suçudur. Bu suçu ikinci kez işliyorsunuz. Tarihi istediğiniz gibi yazıyor, istediğiniz gibi çarpıtıyorsunuz ama hakikatin ışığını asla söndüremezsiniz. Sizlerden öncekilerin söndüremediği gibi…
DAYANIŞMA AĞLARIMIZI BÜYÜTMELİYİZ
Sibel Ünli'nin intiharını hatırlatan Kubilay, "Ekonomik nedenlerden kaynaklanan intiharlara cinayet diyabiliyorsa o iktidardan çare beklemek nafiledir" diye konuştu. Örgütlülük alanlarını ve dayanışma ağlarını güçlendirme çağrısı yapan Kubilay, "Bir noktanın altını çizmek yerinde olacaktır. Kesinlikle intihar siyaset malzemesi yapılamayacağı gibi savunulacak bir şey de değildir. Yaşamak ve yaşatmak bizim için esastır. Bunun için siyasi iktidarın politikalarından daha önce, iktidara yapılacak çağrılardan daha önce, yaşamın her alanında örgütlü mücadelenin yanı sıra kapitalizmin insanı insana yabancılaştıran, insanı insandan tecrit eden, yalnızlaştıran ve umutsuzluğa iten ilişki biçimleri karşısında dayanışma ağlarımızı büyütmeliyiz, yanımızdaki, çevremizdeki herkesle ilişki içinde olmalıyız. Ancak böyle örgütlülük alanını genişletebilir, dayanışma ağlarını güçlendirir ve yaşam bağlarını güçlendirebiliriz" dedi.
ERDOĞAN KADIN CİNAYETLERİNİN GÜNDEME GETİRİLMESİNDEN RAHATSIZ
Kubilay, Erdoğan'ın dün yaptığı konuşmaya da dikkat çekti. Erdoğan'ın "Türkiye'deki kadın cinayetleri Avrupa'nın yarısı kadar. Ülkemizin her köşesinde her an kadınların katledildiği gibi gösterme çabaları var" sözlerini eleştiren Kubilay şöyle konuştu:
"Kadınlar katledilmiyormuş da gösterme çabaları varmış. Şu tabloya bakınız: 2016'da 329; 2017'de 409; 2018'de 440 ve 2019 yılında 470 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Oysa, AKP'nin iktidarda olduğu 2003 yılında bu sayı 83'tü. Görüldüğü gibi 16 yıldaki dehşet verici artış yüzde 471 civarında.
"17 yıldır iktidarda olan AKP, hiçbir soruna kalıcı ve gerçekçi çözüm bulamadığı gibi kadın cinayetleri de katlanarak artmaya devam etti ve ne yazık ki artmaya devam ediyor. Kadın cinayetlerini özendiren erkek egemen toplum yapısını daha da büyüttü. Erkekliği övünç kaynağı haline getiren ve daha çok kışkırtan bir politikanın öncüsü oldu ve erkeklerin kadınların bedenine ve yaşamına daha kolay müdahale etmesinin yolunu açtı. ‘Kadına fiziken ve ruhen şiddet uygulayanın karşısına ilk önce biz çıkarız' diyen Erdoğan ve bürokratlarının şu cümlelerini hatırlatmak istiyoruz: ‘Kadın isyankâr olmamalı, sesini yükseltmemeli, her fırsatta karakola koşmamalı', ‘Kadın ve çocukların sahibi sizsiniz, onlara dilediğinizi yapabilirsiniz', ‘Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum', ‘Kadın mahallenin namusudur', ‘Kadına şiddet abartılıyor', ‘Kadın herkesin ortasında kahkaha atmayacak'.
'ŞİDDETE İLK ÖNCE BİZ KARŞI ÇIKARIZ' DEDİLER, HDP'NİN BÜTÜN ÖNERGELERİNİ REDDETTİLER
"Kadına fiziken ve ruhen şiddet uygulayanın karşısına ilk önce biz çıkarız" diyenlerin, HDP olarak kadına yönelik şiddetin araştırılmasına yönelik defalarca verdiğimiz önergeleri her defasında reddettiğini de hatırlatmak istiyoruz.
"Ülkemizin her köşesinde her an kadınların katledildiği gibi gösterme çabaları var" söylemi Erdoğan'ın aslında kadın cinayetlerinden değil kadın cinayetlerinin gündeme getirilmesinden rahatsızlığını gösteriyor. İki hafta önceki açıklamamızda Adalet Bakanlığı'nın yayınladığı genelgenin kadın cinayetlerini gizlemeye ve kamusal alana taşınmasını engellemeye yönelik olduğunu dile getirmiştik. Biz HDP olarak kadınların ve bu topraklarda yaşayan istisnasız herkesin bu cendereden kurtulacağı günlere kavuşması için mücadelemize durmaksızın devam edeceğiz."