Kanal İstanbul'da referandum aldatmacası ve Godot'yu Beklerken
Kanal İstanbul üzerine bir referandum yapılsa; "Meseleye fazlasıyla ideolojik yaklaşan ama siyaseti bilmeyen iyi niyetli aydınlarımız dışında kimseyi üzmeden bu meseleyi tık diye çözeriz." Geniş kesimlerin referandumcuları alkışlamasının ardında bu beklenti yatıyor. Bu koşullar altında referandum beklentisine kapılmak, Godot'yu Beklemek'e dönüşmeye maluldür. Referandumcu ya da erken seçimci beklentilerle hareket etmek toplumsal muhalefet güçlerini ölüm uykusuna yatırır. Ve bu kapımıza dayanan büyük İstanbul felaketine davetiye çıkarmak olur.
Godot'yu Beklerken'i izlemiş miydiniz? Oyun, sonuçsuz bir bekleme eylemini anlatır. Gelmeyeceğini bildiğiniz halde bir ümit Godot'yu beklersiniz. Bazen Godot'nun gelme ihtimaline tutunursunuz. Bu sırada başınıza gelmeyen kalmaz. Godot gelmez. Siz yine de beklersiniz. Kanal İstanbul üzerinden yürüyen referandum tartışmaları bana bu hikayeyi anımsatıyor. Fakat mademki mesele bir defa 'siyasetçiler'in tekeline girdi, o dildeki tartışmaları hızlıca tüketmekte fayda var.
İBB'nin bu meseleyi hukuken referanduma götürmek gibi bir hakkı yok. TC'nin kanunlarında bir konuda yalnızca İstanbul'da referandum gerçekleştirmek gibi bir iç hukuk da yok. Kaldı ki AKP'nin kaybettiği İstanbul'da böyle bir yıkımı İstanbulluya sorması gibi bir mesele AKP siyaseti gereği söz konusu bile değil. Böylesi 'jestler' ancak büyük direnişlerle mümkün. Peki ya genel bir referanduma götürmek... AKP bunun da önünü tıkayan açıklamalar yaptı ancak 'referandumcular'ın da böyle bir talebi yok. Yani aslında yakın bir süreçte hiçbir bakımdan Kanal İstanbul'un halka sorulması gibi gerçek bir durum söz konusu değil.
Öte yandan; iktidara yakın veya uzak çıkar grupları arasında bölge üzerinde yıllardan beri büyük bir rant kavgası zaten var. Ve bu canhıraş devam ediyor. Son olarak 'acele kamulaştırma' adı altında el koymalar başladı. Buna ek olarak geçtiğimiz hafta çıkarılan yasayla, bölgede yaşayan insanların yaşadıkları evlerini değerine satma ya da satmama hakkını ellerinden 'kanunen' almaya çalışmaktalar. -Ve bu her nedense referandumcuların da gündemine gelmedi.- Bölgedeki toprak rantının çok büyük bir bölümü Katar ve Suudi Arabistan sermayesine satılmış durumda vs... Peki ne oldu da herkes Kanal İstanbul'u konuşur hale geldi? Yeni olan yalnızca toplam projenin aslında son etabı olan kanalla ilgili ÇED raporunun askıya çıkarılmasıydı -ki bu rapor, yukarıda kısaca belirttiklerim göz önünde bulundurulduğunda önemsiz denilebilecek bir gelişmedir. Yani ortada hükümetin "biz böyle bir projeyi hayata geçireceğiz, haberiniz olsun" demesi gibi bir durum aslında yok.
Özetle; gerek merkezi hükümet, gerek onun ulusal veya uluslararası çalışan taşeronları, gerekse buradan bana ne düşer diye yaklaşan siyasi ve ekonomik rant grupları tüm hukuki, bilimsel, etik, toplumsal yükümlülüklerini bir kenara bırakarak Kanal İstanbul adı verilen bu büyük yıkımın, felaketin, soygunun bir parçası olarak harekete geçmiş durumda. Yeni olan asıl olarak yılardır devam eden bu yıkım, soygun, seçim hazırlığı yapan burjuva siyasetçilerinin gündemine gelmesi ve bu gündemin büyük bir siyasal restleşmeye konu olmasıydı.
Dolayısıyla belediye başkanının ortaya attığı, tüm burjuva muhalefetinin de üzerine atladığı referandum yapalım talebi, Kanal İstanbul'u durdurmak bakımından hiçbir karşılığı olmayan fakat belediye başkanının, burjuva muhalefetin pozisyonunu güçlendiren siyasal bir manevradan başka bir şey değil.
Fakat asıl mesele bu da değil. Ekrem İmamoğlu'nun Kanal İstanbul'u halka sorun demesini bu meseleyi kolayca çözüme kavuşturabilecek bir öneri sunması ya da ilkesel olarak bu türlü konularda referanduma gidilmemesi ikileminden çıkarmak lazım.
Öyle ya Kanal İstanbul üzerine bir referandum yapılsa; "Meseleye fazlasıyla ideolojik yaklaşan ama siyaseti bilmeyen iyi niyetli aydınlarımız dışında kimseyi üzmeden bu meseleyi tık diye çözeriz." Geniş kesimlerin referandumcuları alkışlamasının ardında bu beklenti yatıyor.
Ancak burada gözden kaçırılan şu ki bugünkü siyasal-toplumsal konjonktürde hiçbir sorunumuzu aklı selimle çözemiyoruz. Zaten asıl sorun da bu ya! Örneğin asgari ücreti işçilere sorsaydık da asgari ücret üzerindeki tartışmaları kökten çözebilirdik. Ya da "İstanbul Sözleşmesi uygulanmalı mı?" diye kadınlara sorsak... Kürt illerinde Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit kalkmalı mı diye bir referandum yapsak da öyle sanıyorum ki 20 senelik tecridi bir günde tık diye çözebiliriz. %10 barajı... KHK'lı öğretmenlerin işlerine geri dönmesi... NATO üslerinin kapatılması... Örnekler çoğaltılabilir.
Sorunlarımızı kolay yoldan çözemiyoruz ve bu da ısrarla teşhir etmemiz gereken bir sorun. Ancak bunu dile getirmekle birlikte, bu koşullar altında referandum beklentisine kapılmak, Godot'yu Beklemek'e dönüşmeye maluldür. Referandumcu ya da erken seçimci beklentilerle hareket etmek toplumsal muhalefet güçlerini ölüm uykusuna yatırır. Ve bu kapımıza dayanan büyük İstanbul felaketine davetiye çıkarmak olur.
Referandumculuk bir aldatmaca. Bir taraftan 'Ya Kanal ya İstanbul' diyeceksiniz, diğer taraftan ise hukuksal, etik açıdan ya da İstanbulluyu kanal karşısında harekete geçirmek bakımından hiçbir karşılığı olmayan bir talep öne sürmekle yetineceksiniz! Tek işi İstanbul'a hizmet etmek olan bir belediye başkanının ortaya attığı bu siyasal kurnazlığı ilkesel, etik, ideolojik, ekolojik -hadi diyelim siyasal taktik- ögelerle tartışmaya gerek olmaksızın; Kanal İstanbul'un durdurmak bakımından referandum yapalım demenin bir karşılığı yok. Bu aldatmacayla ne kadar hızlı yüzleşirsek bu soygunu, yıkımı, felaketi durdurmak için yapabileceklerimizi de o kadar hızlı hayata geçirebiliriz. Peki yakın süreçte bizi bekleyen şeyler ne? İlk akla gelenler şunlar: Kanal hattına kepçe vurulması, devasa hafriyat kuyrukları, ekonomik krizin derinleşmesi, bölgede yaşayan insanların evlerinin zorla yıkılması, evsiz bırakılması...
Özetle, bir tarafta bizlere ölümü gösteren vahşi kapitalizm ve onun en zorba diktatörlüğü, diğer tarafta ise sıtmaya razı etmeye soyunan tatlı dilli siyasetçi kurnazlığı... İşte burjuvazinin iki yüzü. Bu gelişmeler devrimcileri, sosyalistleri ve gerçek demokratları 'hendek siyaseti' yapmakla yaftalamaya çalışan burjuvazinin, onun temsilcilerinin ve taşeronlarının nasıl bir hendek siyaseti yaptığını bir kere daha ortaya koyuyor.
Tüm bunlar bizlere de bu büyük kıyım geri döndürülemez bir noktaya varmadan yapabileceklerimiz konusunda da fikir vermelidir. Burjuva siyasetin her dönem çeşitli hesapları olur, olacaktır. Burada önemli olan bizim gerçek sorunları karşımıza alıp, gerçek müdahalelerde bulunup bulunmadığımızdır. Burjuvazinin iç çelişkileri -şimdi olduğu gibi- kimi zaman bazı gerçekleri topluma anlatmamıza çok büyük olanaklar sağlayabilir. Zaman zaman bu türlü olanakların sunacağı gücü de arkalayabiliriz. Ancak tüm bunlar da kendi yolumuzu açabildiğimiz kadar mümkün. Yakaladığımız toplumsal meşruiyetin gücüne yaslanmalı ve bugünden yarına hiç zaman kaybetmeksizin en geniş toplumsal muhalefeti örmeliyiz.
İşte olumlu bir örnek: İstanbul'da geçtiğimiz ay kurulan Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu sayısı 150'yi bulan ekoloji gruplarına, demokratik kitle örgütlerine, sendikalara, siyasi partilere, mahalle meclislerine ve çok sayıda İstanbulluya ulaştı. Koordinasyon 12 Ocak'ta ikinci eylemini gerçekleştirdi. Küçükçekmece Lagünü üzerinde iki noktada kilometrelerce insan zinciri oluşturuldu. Ve çok güçlü iki mesaj verildi:
• Kanala, yalana, talana, Katar'a geçit yok!
• Katıl durduralım, İstanbul'u kurtaralım!
* HDK İstanbul Eş Sözcüsü