15 Temmuz 2025 Salı

İstanbul Barosu'ndan Suruç katliamının 10. yılı paneli

İstanbul Barosu, Suruç katliamının 10. yılına ilişkin düzenlediği panelde, Suruç katliamının öncesi ve sonrasında yer alan siyasi atmosfer, adalet mücadelesinin boyutları ve onarıcı bir adaletin nasıl mümkün olduğu tartışıldı.

İstanbul Barosu, Suruç katliamının 10. yılına ilişkin panel düzenledi. Galata'da bulunan İstanbul Barosu Kültür Merkezi'nde düzenlenen panele, Suruç için Adalet Platformu avukatlarından Özlem Gümüştaş, Hafıza Merkezi'nden Noemi Levy-Aksu, Mindanao Halk Avukatları Birliğinden (UPLM) Czarina Golda S. Musni konuşmacı olarak katıldı. Panelin moderatörlüğünü baronun İnsan Hakları Merkezi Yürütme Kurulu üyesi avukat Deniz Yavuzyılmaz yaparken, açılış konuşmasını İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu yaptı.

KABOĞLU: BU ORTAK BELLEĞİ TAZE TUTMA İRADENİZİ KUTLUYORUM
Suruç katliamının büyük bir toplu katliamlar dizisinin başlangıcı olduğunu ifade eden İbrahim Kaboğlu, bu katliamlar dizisinin kalıcı etkiler bıraktığına işaret etti. Katliamın siyasal arkaplanına dikkat çeken Kaboğlu, "Bu tam tamına 7 Haziran seçimlerinden sonra başlayan gerilimlerin kamusal alana taşınması oldu" dedi.

2015-2017 arasında geçen sürede toplumun 200 yıllık siyasal ve anayasal hafızasının ortadan kaldırılmak istendiğini ve Suruç katliamının bunun başlangıcı olduğunu vurgulayan Kaboğlu, Suruç'tan sonra yaşanan Ankara Gar katliamı, darbe girişimi, KHK'lar ve anayasa değişikliğini hatırlattı.

Kaboğlu, "Bütün kaybettiğimiz gençlerimizin anıları önünde saygıyla sevgiyle eğiliyoruz. Sizlerin de bu ortak belleği anma, taze tutma ve sürdürme iradenizi kutluyorum. Acıların yaşandığı değil sevinçlerin yaşandığı günleri görebilmek umuduyla" dedi.

Kaboğlu'nun konuşmasının ardından Suruç katliamı ve 10 yıldır süren adalet mücadelesini anlatan bir sinevizyon gösterimi gerçekleştirildi.

GÜMÜŞTAŞ: GEZİ'YLE YEŞEREN POLİTİK İKLİMİN KIRILMASINA YÖNELİK BİR SALDIRIYDI
Suruç için Adalet Platformu avukatlarından Özlem Gümüştaş, 33 düş yolcusunu anarak ve gelen herkese teşekkür ederek sözlerine başladı.

Suruç'a doğru yola çıkan gençlerin Suriye'de yeni bir yaşamı yükselten bir yönet biçimiyle buluşmak ve savaşın yıkıma uğrattığı bir kenti yeniden inşa etmeyi amaçladığını belirten Gümüştaş, "Filistin'e koşan, Zap'a köprüyü yapan devrimci gençliğin mirası olarak da o yaz yüzlerini oraya döndüler. O gün orada olan toplam en başta Gezi'nin isyancılığını ve değişimciliğini taşıyan gençlerdi, geleceğimizdi. Gezi'deki onur ve özgürlük isyanından çok önemli dersler çıkarmış; politika, eylem ve toplumsallık konusunda çok gelişkin şeyler düşünen bir toplamdı. Bu toplam aynı zamanda 7 Haziran'a kadar olan o seçim muharebesi döneminin de sokaktaki emekçileriydi. Birleşik mücadeleye inanmışlardı, bu topraklarda vicdanı olan, politik ahlaki duruşu olan herkes gibi Kobanê'yle dayanışmanın yollarını aramışlardı, Şengal'e yardım ellerini uzatmışlardı. Böyle bir toplumsallık içerisinde Gezi'den Kobanê'ye bir köprü kurmak, savaşa, yıkıma hayır demek ve halkların birleşik kaderini kendi emekleriyle örmek için bir araya gelmişlerdi. Rejimin buna yanıtı çok sert bir saldırı, ağır bir kıyım oldu. Bu topraklarda Gezi'yle birlikte yeşeren bir politik iklimin kırılmasına yönelik bir saldırıydı."

Suruç katliamının rejimin değişen iç ve dış politikasının bir ürünü olduğunu belirten Gümüştaş, Suruç katliamıyla müzakere sürecinin bittiğinin ilan edildiğini ve bir çöktürme programıyla birlikte çok uzun, çok kanlı bir siyasi savaşım döneminin açıldığını söyledi. Bu dönemin çok sayıda katliam ve sayısız faşist baskı, zorla örgütlendiğini dile getiren Gümüştaş, "Suruç bu ülkenin kıyım ve katliam tarihinin ve siyasi arenasının çok canlı, çok gerçek bir resmidir, özetidir. Bizim davamız da bu özetin bir benzeri, parçası" dedi.

Böylesi tarihsel kesitte gerçekleşen bir katliama karşı kendilerini hukuki bir mücadeleyle sınırlandırmadıklarını vurgulayan Gümüştaş, "Karşı karşıya kaldığımız durum çok güçlü bir adalet mücadelesini ve siyasi mücadeleyi gerektiriyordu" dedi.

'ADALET MÜCADELESİNİN GÜÇLÜ BİR TOPLUMSALLIKLA YÜRÜYEBİLECEĞİNE İNANDIK'
Katliamdan çok kısa bir süre sonra Amara Kültür Merkezinin bahçesine girdiklerini, esnafları gezdiklerini, ailelerle ve yaralılarla buluştuklarını ve sonrasında ilk olarak Suruç için Adalet Platformunu kurduklarını anlatan Gümüştaş, "Adalet mücadelesinin çok güçlü bir toplumsallık ve birleşiklik içerebileceği müddetçe yürüyebileceğine inandık" ifadelerini kullandı.

10 yıldır "Suruç için adalet, herkes için adalet" şiarıyla katliamı unutturmamaya çalıştıklarını söyleyen Gümüştaş, olay yerine müdahalenin geciktiğini, polisin yaralılara gaz bombalarıyla saldırdığını, Abdurrahman Alagöz'ün hakkında MİT raporu olduğunu ve arandığı halde kameraların gözü önünde bu katliamı gerçekleştirdiğini, ilk tespiti yapan savcının birkaç saat içinde görevden alındığını, katliama gizlilik ve yayın yasağı getirildiğini hatırlattı.

Suruç katliamı dosyasının 1.5 yıl kadar açılmadığını ve gizlilik kararının arkasında tutulduğunu belirten Gümüştaş, Yakup Şahin'in bir kez olsun sanık sandalyesine oturmadığını, ailelerle yüzleştirilmediğini ve iki firari sanık bakımından davanın sürdüğünü kaydetti. Kamu görevlilerinin ihlallerine ilişkin suç duyurularının hep takipsizlikle sonuçlandığını dile getiren Gümüştaş, bu katliamın münferit olmadığını ve bağlantılarının araştırılmasını, katliamın insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak kabul edilmesini istediklerini ve mahkemenin bunu kabul etmediğini söyledi.

'GERÇEK BARIŞ ONARICI ADALETLE SAĞLANABİLİR'
"Biz asla adalet mücadelesinin reddedilen taleplerle sınırlandığını, mahkeme duvarları arasına sıkıştığını düşünmedik. Çalışırken de böyle bir sınır içerisinde kendimizi hissetmedik" diyen Gümüştaş, süren barış ve demokratikleşme tartışmalarına işaret etti. Gümüştaş, "Gerçek barış, gerçek yüzleşme ve gerçek özgürlük bu katliamların açığa çıkarılmasıyla, halklarımızın vicdanında yer edinecek bir onarıcı adalet sistemiyle sağlanabilir. Suruç için, Ankara için, Amed için, tüm katliamlar için adaleti hep birlikte aramak zorundayız. Birleşik adalet mücadelesinin çok önemli bir özgürlük mücadelesiyle yan yana gelmesi gerekiyor" ifadelerini kullandı.

LEVY-AKSU: SURUÇ ÜLKE TARİHİNİN ADALETSİZLİK SİMGELERİNDEN BİRİDİR
Barış Akademisyeni Noemi Levy-Aksu, katliamda yaşamını yitiren 33 düş yolcusunu anarak sözlerine başladı. "Suruç katliamı bu ülkenin tarihinde hiç eksik olmayan şiddet ve adaletsizlik simgelerinden biridir" diyen Levy-Aksu, Suruç için adalet mücadelesinin şimdiye kadar sistematik cezasızlık, siyasi baskılar, mağdurların kriminalizasyonuyla karşı karşıya kaldığını söyledi.

"Bu mücadele hem ölenlere bir saygı ve borç ama aynı zamanda daha adil, eşit, özgür bir toplum için mücadeledir" diyen Levy-Aksu, son aylarda bu konuların yeniden tartışılmaya başlandığını ancak artan baskıların, bu yüzleşme talebinin iktidar tarafından dile getirilmemesinin iyimserliği kırdığını ifade etti.

Türkiye'de geçiş dönemi adaleti kavramının 2000'li yıllarda tartışılmaya başlandığını aktaran Levy-Aksu, bu kapsamda farklı ülkelere geziler düzenlendiğini, akademisyenler ve siyasetçilerle görüşüldüğünü anlattı. Geçiş dönemi adaletinin özellikle Kürt sorunu bağlamında ama sadece Kürt sorunu değil, Ermeni Soykırımı, Alevi katliamları bağlamında da tartışıldığını, yeni hakikat arayışları, perspektifler sunmanın mümkün olduğunu kaydeden Levy-Aksu, 2015-2017 dönemiyle bu ufkun çok güçlü şekilde kapandığını söyledi.

'ÇATIŞMA VE SAVAŞ SADECE SEBEP DEĞİL, YAPISAL SORUNLARIN SONUÇLARI'
Geçiş dönemi adaletinin aslında çok genel bir terim olduğunu ve bir çatışma, savaş ya da diktatörlükten barışa ve demokrasiye geçişi kapsadığını söyleyen Levy-Aksu, "Bir dönemle hesaplaşma ve başka bir döneme geçme çabası" dedi. Buna ilişkin farklı yaklaşımlar olduğunu kaydeden Levy-Aksu, bu geçişi sağlayabilmek için birtakım müzakerelerin yürütülmesi, mekanizmaların kurulması ve hakikat ve yüzleşme imkanının sağlanması gerektiğini dile getirdi.

Bunun için farklı örneklerde farklı komisyonlar kurulduğunu ancak demokrasi ve barışın kalıcı olup olmadığının tartışıldığını belirten Levy-Aksu, "En büyük eleştiri bu yüzleşme ve adalet meselesinin çok dar bir tanımla düşünülmüş olması. Belli suçlar, belli failler, belli bir dönem. Ama aslında bu çatışma ve savaş sadece bir sebep değil, birtakım yapısal sorunların sonuçlarıdır. Birçok geçiş dönemi adaletinde daha yapısal sebepler yeterince ele alınmadı ve bunun kalıcı bir toplumsal barışı, kalıcı bir demokrasiyi kurmak için engel olduğunu gördük" dedi.

'YÜZLEŞME BUGÜNÜ VE YARINI İNŞA ETMEK İÇİN ÖNEMLİ'
"Geçmişle yüzleşmek sadece bir dönemi kapatmak için değil, bugünü ve yarını inşa etmek, daha adil, eşit, özgür bir toplumu inşa etmek için önemli. Mekanizmalar önemli ama yetersiz kalıyor. Geçiş döneminin ötesinde düşünülmesi lazım. Kalıcı demokrasi, kalıcı barış için süreklilik gerektirecek mekanizmalar düşünülmesi lazım" diyen Levy-Aksu, adalete yaklaşımı dar bir şekilde değil, siyasi bir mücadelenin konusu olacak uzun erimli şekilde düşünmek gerekiyor.

Türkiye'de bu durumdan uzak olduklarını belirten Levy-Aksu, "Bir süreç başlamış oldu ama dediğimi gibi geçmişle yüzleşme bunun merkezinde yer almıyor. Yeni başlayan komisyon tartışmalarında kullanılan dil açısından da devletin bu perspektiften çok uzak olduğunu görüyoruz. Bu, birçok sorunu bir araya getiriyor" dedi.

'BİRLEŞİK MÜCADELE ZOR AMA BAŞKA YOL YOK GİBİ'
Türkiye'de "geçmişle yüzleşme" dendiğinde bir dönemi izole etmenin zor olduğunu ifade eden Levy-Aksu, "Osmanlı'nın son döneminden beri Ermeni Soykırımı dahil yüzleşilmeyen, konuşulmayan çok fazla katliam söz konusu. Bir komisyon bir meseleyi ele alabilir ama bu kısmi bir çözüm, kapsamlı değil" ifadelerini kullandı.

Komisyon çalışmalarının kapsayıcılığının, yöntemlerinin, şeffaflığının çok önemli olduğunu vurgulayan Levy-Aksu, "Devamını getirmesi çok önemli. Oldu-bitti yaklaşımı sonuç vermiyor burada. Tabii ki sadece devlete görev düşmüyor. Devletin genelde en son istekli olduğu şeyler oluyor. Gerek sivil toplum, hukukçular, barolar, toplumsal baskıyla olan ve ilerleyebilen süreçlerden bahsediyoruz. Demokratik ortam olmadan, ifade özgürlüğü olmadan, anmaların engellendiği, hakikat ve adalet talep edenlerin kriminalize edildiği bir ortamda bu baskı nasıl oluşacak? Birleşik mücadele zor bir mücadele ama başka bir yol yok gibi" dedi.

'ADALETTEN NEYİ KASTETTİĞİMİZİ TARTIŞMAYA İHTİYAÇ VAR'
"Adalet derken neyi kastediyoruz? Bunu tartışmaya ihtiyacımız var. Türkiye'de çok güçlü bir cezasızlığa karşı mücadele geleneği var. Cumartesi Anneleri olsun, başkaca mağdurlar ve kolektiflerin de rol oynadığı mücadeleler ve çok büyük bir baskı var" diyen Levy-Aksu, adalet derken daha geniş soruları da ele aldıklarını söyledi.

"Onarıcı veya dönüştürücü bir adalet nasıl olur? İyileştirici bir adalet nasıl olabilir? Faillerin cezalandırılmasının yeterli olmayacağını biliyoruz. Burada başka ne iyileştirici olabilir, sadece mağdurlar için değil, toplum için" ifadelerini kullanan Aksu, bütün bunların tartışılmaya ve yüzleşme ve onarıcı adalet için tüm tarafların bu tartışmanın parçası olmasına ihtiyaç olduğunu söyledi.

MUSNİ: EZİLENLERİ TEMSİL ETMEK İÇİN ÇALIŞIYORUZ
Mindanao Halk Avukatları Birliğinden Czarina Golda S. Musni, Suruç katliamında ölümsüzleşenleri, aileleri ve yaralıları selamlayarak sözlerine başladı. Mindanao Halk Avukatları Birliği'nin insan haklarına dair çok geniş bir alanda mücadele yürüten avukatlardan oluştuğunu belirten Musni, yoksulları, ezilenleri, ötekileştirilen kesimleri temsil etmek için çalıştıklarını belirtti.

Halkın avukatları olarak dört ana amaçları olduğunu belirten Musni, "Birincisi, ezilenler, ötekileştirilenler için bütün hizmetlerimizi ücretsiz sağlıyoruz. Çünkü temsil ettiğimiz davalar tüm toplumun yararını içeren davalar" dedi.

İkinci olarak halk örgütlenmelerine destek olmak için çalıştıklarını belirten Musni, toplumun tamamı ya da çiftçiler, kadınlar, öğrenciler gibi belli kesimlerinin haklarını öğrenmesini ve mücadelelerini bu yolla geliştirmesini sağlamak için çaba harcadıklarını dile getirdi.

'İNSAN ONURUNA YARAŞIR BİR HAYAT İÇİN TÜM HAKLARI SAVUNUYORUZ'
Üçüncü olarak insan haklarını çok geniş bir çerçevede savunduklarını vurgulayan Musni, "İnsanların politik, toplumsal, ekonomik, kültürel; insan onuruna yaraşır bir hayat için gerekli tüm haklarını savunuyoruz. Bütün bu hakların birbiriyle ilişki içerisinde olduğunu biliyoruz" dedi.

Son olarak yaptıkları analizler, çalışma gruplarıyla hükümetin mevcut politikalarını, güncel siyasal durumu değerlendirdiklerini ve kendilerini, verdikleri hizmetleri geliştirmek için çabaladıklarını belirten Musni, etkilerini arttırmak ve halka daha iyi hizmet etmek için başkaca örgütlerle, barolarla da çalıştıklarını aktardı.

'ELE ALDIĞIMIZ DAVALAR TÜM HALKI İLGİLENDİRİYOR'
Dört ana prensip etrafında hareket ettiklerini belirten Musni, "Birincisi, ele aldığımız davalar Filipin halkının tamamını ya da önemli bir kısmını ilgilendiriyor. Tek bir müvekkil olsa bile bütün toplumu ilgilendiren davaları üstleniyoruz. İkincisi, üstlendiğimiz davalar hükümet politikalarının adaletsizliğinden, çıkar çatışmasından doğmuş davalar. Kendimizi sadece avukat değil, sosyal ve politik hak savunucuları olarak da görüyoruz" dedi.

'İŞİMİZİN MAHKEME SALONU VE OFİSLERLE SINIRLI OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUZ'
Üçüncü olarak halkın kendi kaderini tayin hakkını çok önem verdiklerini söyleyen Musni, halkın kendi haklarının ve hayatlarının nasıl ele alınması gerektiğine dair taleplerine kulak verdiklerini ve bu eksende hareket ettiklerini söyledi. "Son olarak, halkın avukatları olarak işimizin sadece mahkeme salonlarıyla ve ofislerle sınırlı olduğunu düşünmüyoruz. Sokaklara çıkmamız, insanların hayatında neler olup bittiğini görmemiz gerektiğini düşünüyoruz" diyen Musni, kitlelerle birlikte eylemlerde de sokakta yer aldıklarını söyledi.

Müvekkilleriyle ilişkilerinin sadece hukuki olmadığını belirten Musni, "Filipinler'in tamamında adalet ve barış mücadeleleriyle dayanışmak üzere bir ilişki kuruyoruz. Avukatlar olarak halkın sorunlarından bağımsız olduğumuzu düşünmüyoruz. Sosyal, kültürel, politik, ekonomik sorunlar bizim de sorunlarımız" dedi.

'YAŞASIN ENTERNASYONAL DAYANIŞMA'
Musni, sözlerini şöyle sonlandırdı: "Filipinler'de halkın uzun yıllardır çokça baskı altında olduğunu, susturulduğunu, avukatlara saldırıldığını duymuş olabilirsiniz. Ama nihayetinde doğru olan için mücadele ettiğimizi biliyoruz. Zaferi sonunda biz kazanacağız. Bu inançla Suruç katliamının yıldönümünde de aileler ve yaralılar adalet ve barışı kazanacak. Yaşasın halkın avukatları, yaşasın enternasyonal dayanışma!"

BOYRAZ: 33'LERİN DÜŞLERİ HER ŞEKİLDE YAŞAYACAK
Ardından Suruç aileleri adına söz alan Yasemin Boyraz, etkinlikte yer alan herkese teşekkür etti. "10 yıldır ilerleyen bir durum yok ama sizin dayanışmanız ve bizim yanımızda var olmanız bize daha çok umut katıyor ve kendimizi güçlü hissediyoruz. İyi ki varsınız, iyi ki bizimlesiniz. 33'lerin düşleri her şekilde yaşayacak" diyen Boyraz, Suruç katliamı aydınlatıldığında tüm katliamların aydınlatılmasının sağlanacağını söyledi.

Panel soru ve cevaplarla devam etti.