21 Kasım 2024 Perşembe

Gümüştaş: Faşist mafya rejimini yıkalım halk iktidarını kuralım

ESP Eş Genel Başkanı Gümüştaş, AKP'nin iktidara geldiği dönemden bugüne kadar kendi temelinde bir kontrgerilla rejimi kurduğuna dikkat çekti, SADAT vb. örgütlenmeleri hatırlattı. Faşist mafya, kontrgerilla rejimine karşı mücadelenin erken seçim, güçlendirilmiş parlamenter sistem tartışmalarıyla yürütülemeyeceğini söyledi, "Biz politik ajitasyon ve sokakta politikadan yanayız" dedi.

Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Eş Genel Başkanı Özlem Gümüştaş, Peker'in videolarının zaten kriz içindeki AKP-MHP faşist bloğunun yaşadığı sarsıntıyı arttığına dikkat çekti, "Gerçek bir siyasi ve toplumsal meşruiyet sorunu yaşanıyor ve bu ciddi bir rejim krizine tekabül ediyor" değerlendirmesinde bulundu.

AKP'nin iktidara geldiği ilk dönemde kontra örgütlenmelerle mücadele ettiği izlenimi yaratmaya çalıştığını kaydeden Gümüştaş, AKP'nin kontrgerilla, siyasi suikastlar, yolsuzluklarla iç içe geçmiş devlet geleneğini, kendi temelinde yeniden içerme sürecini işlettiğine işaret etti. Suruç katliamıyla siyasi soykırım süreci başlatıldığını belirten Gümüştaş, Suruç ve Ankara bombacılarının Türkiye'de SADAT kamplarında eğitildiklerini hatırlattı.

Gümüştaş, önümüzdeki dönem öne çıkarılması ve mücadele edilmesi gereken talepleri de sıraladı. Yeldana Kaharman, Uğur Mumcu ve Savaş Buldanlar gibi failleriyle meşhur hale gelen katliamların hesabının sorulması, faillerin yargılanarak halka hesap vermesinin sağlanması, Mehmet Bal, Hurmüz Diril, Hüseyin Galip Küçüközyiğit gibi kayıpların akıbetinin açıklanması, kayıplar mücadelesinin mevzisi olan Galatasaray Meydanı'nın özgürleşmesi için mücadele edilmesi gerektiğini kaydetti.

Birkaç bakanın istifası ya da kabinenin değiştirilmesi, erken seçim, güçlendirilmiş parlamenter sistem gibi tartışmaların risklerine işaret eden ESP Eş Genel Başkanı Gümüştaş, "Faşist mafya kontrgerilla rejiminin yıkılması, yerine halk iktidarına dayalı bir politik özgürlüğün inşası için yan yana gelmeliyiz" diye konuştu.

Gümüştaş, ESP olarak politik ajitasyon ve sokakta politika tarzında bağımsız bir eylem hattı kuracaklarını söyledi, aynı zamanda bu eylem hattının, birleşik bir şekilde oluşturulması ihtiyacına işaret etti. Gümüştaş, Birleşik Mücadele Güçleri'nin bu mücadeledeki rolüne de dikkat çekti.

FAŞİST MAFYA LİDERİ BİLİNEN GERÇEKLERİ İTİRAF ETTİ

Devlet mafya ilişkileri Sedat Peker'in itiraflarıyla bir kez daha gündemleşmiş oldu. Siz bu süreci nasıl ele alıyorsunuz?
Peker'in videolarıyla birlikte rejim içerisinde esaslı bir sarsıntı görülüyor. Peker'in Soylu ile düellosu, Soylu'nun AKP-MHP faşist rejimi tarafından açıktan sahiplenilmesi üzerine AKP hükümetinin bazı suçlarına dair yeni açıklamaları, rejim içerisinde ciddi sarsıntılar yaratıyor. Fakat bu sadece Peker'in açıklamış olduğu videolar ve bu videolarla ortalığa saçılan suçlarla ilgili bir durum değil. Bugüne kadar defalarca ifade edilen gerçekler bir kez daha bir faşist mafya liderinin itiraflarıyla ortaya çıkmış oluyor. AKP-MHP faşist bloğunun yaşadığı sarsıntıyı, içinde bulunduğu krizden, siyasi bunalımdan bağımsız ele alamayız.

Zaten hep söyleyegeldik, AKP-MHP faşist bloğu homojen bir iktidar bloğu değil. Kendi içinde çelişkileri ve krizleri olan bir iktidar organı. Bu iktidar organı geride kalan yıllar boyunca, gerçek anlamda siyasi ve toplumsal meşruiyetini artık giderek yitiriyor olmanın getirdiği ciddi bir krizle karşı karşıya. Şöyle sıralayabiliriz; bir türlü kontrol altına alınamayan iktisadi mali kriz, rejimi gerçek bir yönetme krizine sevk ediyor. Aynı zamanda işçi ve emekçiler arasındaki toplumsal meşruiyetini de dinamitleme potansiyelini sürdürüyor. Sayısız işçi emekçi direnişi; iş, ekmek, aş arayışıyla rejim kuşatılmış durumda. İktisadi kriz, rejimin, dış politikadaki bazı açmazlarını getirdiği gibi, aynı zamanda sermaye blokları arasındaki denge politikasını da ortadan kaldırıyor. Bugüne kadar Suriye'de, Libya'da AKP'nin yayılmacı savaş siyasetiyle birlikte sermayenin önünü açma politikalarının da gelinen aşamada bir noktaya dayandığını görüyoruz. Emperyalist devletler arası çelişkilerden yararlanma bu çelişkiler düzleminde bölgesel bir güç, aynı zamanda Türk burjuva sermayesi için de yeni bir saha inşa etmeye çalışan AKP-MHP rejimi ve Türkiye devleti bu imkanlarını yitirmiş durumda.

SİYASİ, TOPLUMSAL MEŞRUİYET KRİZİ DERİNLEŞTİRİYOR
Gerçek bir siyasi ve toplumsal meşruiyet sorunu yaşanıyor ve bu ciddi bir rejim krizine tekabül ediyor. Elbette bu siyasi kriz içerisinde, homojen olmayan, çok farklı siyasi odakları kendi yapısında birleştirmiş olan iktidar bloğu, değişik çatırdamalar, çatışmalar gösteriyor. Bundan önce de Soylu'nun istifa sürecii yaşamıştık. Bir mizansen olarak değerlendirilse bile, rejimin içerisindeki ciddi bir krizin yansıması olarak Soylu-Albayrak kapışmasını görmüştük. Benzer bir şey Peker'in itiraflarıyla rejim içerisinde yine yaşanıyor.

Bu şu anlama gelir; Erdoğan'ın başında bulunduğu bu şeflik, iç içe geçtiği bütün gerici odakları, mafya-kontrgerilla, Ergenekon bağlaşıklıkları, politik islamcı çeteleri, iç içe geçtiği bütün siyasi odakları kendi yönetme erki altında birleştiremiyor, bir arada tutamıyor.

Açmak da istiyorum. AKP hükümeti ilk yıllarında çok güçlü bir değişim programıyla ve söylemiyle ortaya çıkmıştı. Halkımızın eşitlik, adalet, özgürlük taleplerini arkalayan söylemler üretmişti. Bu söylemlerin içerisinde reform paketleri kadar değişik tipte aslında devlet suçlarının da konu edildiği yargılamalarının da önünü açmıştı. Ergenekon soruşturması bunların en tipik, en özgülüdür; yıllarca sürmüştür. Aynı zamanda Kürdistan'da JİTEM yargılamaları bu dönemde başlamıştır, Susurluk dosyası yeniden açılmış, Meclis araştırması ve yargılamalarla gündeme gelmiştir. Tüm bu yargılamaların olduğu ve bir değişim söyleminin üretildiği dönem boyunca AKP, kontrgerillayla, siyasi suikastlarla, yolsuzluklarla iç içe geçmiş devlet geleneğini, kendi temelinde yeniden içerme sürecini işletmiştir. Rejimin askeri yapısı değişmiş; MGK'nın rolü, ordunun rolü geriletilmiş fakat burada giderek parti devlet özdeşliğinde somutlaşan yeni bir faşist iktidar ortaya çıkarılmıştır. Dolayısıyla AKP kurulduğu ve iktidar olduğu günde bugüne şu an ortalığa saçılan mafya bağlantılarından, uyuşturucu sevkıyatından, siyasi suikastlardan, kitle kıyımına varan insanlık suçlarından azade bir iktidar yapısı değildir.

SURUÇ KATLİAMIYLA SİYASİ SOYKIRIM SÜRECİ BAŞLADI
Bu iktidar özellikle Suruç katliamıyla çok daha özgün bir siyasi soykırım süreci başlattı. Kürt özgürlük hareketinin tümden tasfiyesini, Batı'da başta sosyalist hareket, HDP ve sol sosyalistler olmak üzere bütün demokrasi hareketlerinin ezilmesine dayalı bir çöktürme planı ilan ederek ve bunu tam bir merkezilikle uygulayarak inşa ettiği sistemi kalıcı hale getirmenin mücadelesini verdi. 15 Temmuz başarısız darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ve giderek bir biçimine dönüştürülen KHK sistemi, OHAL-KHK düzeniyle aslında tekçi iktidar yapısını tamamen sağlamlaştırdı. Bir Anayasa değişikliğiyle de karşı karşıya olduğumuz şeflik sistemini inşa etmiş oldu.

TOPLUMA BOYUN EĞDİRİLMEK İSTENİYOR
Bu sistem, yıllardır ülkede tam bir mezarlık sessizliği yaratarak, kendini güvencelemeye, bugüne kadar devreye koyduğu, Suruç, Ankara, 5 Haziran Diyarbakır, özyönetim direnişleri boyunca Kuzey Kürdistan'da uygulanan soykırım suçları, sınırötesi operasyonlar ve bu operasyonlarda yaşanan halk ihlalleri, savaş ve işgal politikası kalıcı hale getirilmek, topluma boyun eğdirilmek isteniyor. Ama 2015 yılından bu yana başta Kürt özgürlük hareketi, HDP, HDK cephesel ittifakı, sol sosyalistlerin politik duruşları, kitle hareketinin değişik anlardaki itirazları, yükselmesi, alçalması, kendini ortaya koyuşları rejime bu imkanı tanımadı. Ve şu anda aslında rejim gerçek bir yönetme kriziyle, aynı zamanda işçi sınıfı, emekçiler, ezilenler, onların politik özneleri tarafından giderek biriktirilen politik gerilim ve isyan dalgalarıyla sıkıştırılmış durumda. Dolayısıyla, bunun içerisinde değişik siyasi odakların merkez kaç eğilimleri, yeni konumlanış arayışları önümüze çıkıyor. Değişik suçlar karşısında halklarımıza bu suçun failleri olarak birbirlerini açıklamaya mecbur hale geliyorlar. Bu tabloyu, geride kalan 2015 yılından bu yana siyasi savaşın ve direniş yıllarından bağımsız ele almamalıyız.

YAYILMACI POLİTİKA

Son itiraflarda başta IŞİD olmak üzere Suriye'deki çetelerin askeri olarak donatıldığı bilgileri var. Bu çeteler Libya, Azerbaycan ve Kuzey Kürdistan'da da kullanıldı. Türkiye'nin uluslararası bir işgal gücü olarak bu güçleri konumlandırmasını nasıl değerlendirilmeli?
AKP-MHP faşist rejimi zaten çok özel bir ulusal güvenlik politikası inşa etti. Bu ulusal güvenlik politikası şuna dayanıyor; sadece ülke içerisinde terörle mücadele değil, ülke sınırları dışında da terörle mücadeleyi esas almak ve bu biçimde bir güvenlik politikası inşa etmek zorundayız diye ilan ediyor. Suriye ve Batı Kürdistan Rojava'daki savaş politikasını bunun üzerine şekillendiriyor.

Akdeniz özellikle Libya, Kafkaslar, Azerbaycan eksenli savaş politikasını bunun üzerinden gerçekleştiriyor. Burada Amerika ve Rusya emperyalist devletleriyle değişik siyasi anlaşmalar içerisine girecek bir denklem elde etmeye çalışıyor. Yani jeostratejik konumundan da yararlanarak, ama aynı zamanda iç içe geçtiği, bağlaşık haline geldiği politik islamcı faşist çeteler eliyle de masadaki pazarlık gücünü artırarak bir uluslararası denge inşa etmeye çalışıyor. Bu tabi ki sermayenin bu tarz bir savaş ve saldırganlık politikasıyla yayılma isteğinden bağımsız değil. Çünkü Türkiye burjuva sermaye odakları, sadece Güney Kürdistan'da yatırımla genişlemek istemiyor; aynı zamanda Batı Kürdistan topraklarını da yağmalamak, oraya doğru açılmak istiyor. Çok önemli bir petrol rezervinin söz konusu olduğu Doğu Akdeniz, Libya kanalından yayılmak istiyor, Kafkaslara açılmak istiyor. Dolayısıyla bu yayılmacı politika, keskin bir savaş politikasıyla birleşerek inşa edilmeye çalışılıyor.

SURUÇ, ANKARA BOMBACILARI TÜRKİYE'DE EĞİTİLDİ
AKP'nin yayılmacı politikası kapsamında paramiliter kuvvet inşa edişi daha önce çok söylendi, çok tartışıldı. Osmanlı Ocakları kurulurken, yasal bir derneğe dönüştürülürken, arkasından SADAT örgütlenirken, Suruç'un, Ankara'nın bombacıları SADAT'ın eğitim kamplarında Türkiye toprakları içerisinde yetiştirilirken AKP-MHP iktidarı yönetimdeydi. Ve bu odaklar içerisindeki yönetici kuvvetler iktidarla değişik bağlaşık zeminler içerisindeydiler.

Nihayet 15 Temmuz başarısız darbe girişiminin ardından bu güçlere yargı zırhı da getirildi. Bir darbe girişimine karşı müdahale eden kuvvetler olarak tanımlandılar ve her türlü yargılamanın dışında tariflendiler. Bu süreç adım adım örüldü ve belli bir aşamada güçlü bir paramiliter bir güç odağı oldular. El Nusra'yı, IŞİD çetelerini silahlandıran rejim kuvvetleri bu gücü bölgesel yayılmacı politikalarının da temel bir parçası haline getirdiler ve bu biçimde kullanmaya devam ediyorlar.

GALATASARAY MEYDANINI ÖZGÜRLEŞTİRELİM

Özellikle ezilenler cephesinden ciddi bir öfke birikmesi, bir tepki var. Bu tepkiler farklı biçimlerde açığa çıkıyor. Peker'in itirafları, var olan yöneteme krizi ve açığa çıkan halk tepkisini birlikte ele alırsak nasıl bir olanak ortaya çıkıyor. ESP olarak siz ne yapacaksınız?
Tabi ki demokratik kamuoyu, esas olarak bu ortaya saçılan pisliklerin ve failleriyle meşhur hale gelen katliamların, Yeldana Kaharman gibi ya da Uğur Mumcu, Savaş Buldanlar gibi katliamların hesabının sorulmasını istiyor. Öncelikli görev, bu videolar üzerine yapılan açıklamalar, yıllardır söylediklerimiz, devrimci hafızamızın bize söyledikleriyle harekete geçmek ve faillerin yargılanması, halklarımıza hesap vermesinin önünü açmak olmalı. Yine bu failler ortada gezerken, devletin kaybetme, katletme geleneğini sürüyorken; Mehmet Bal, Hurmüz Diril'in, Hüseyin Galip Küçüközyiğit ve adı kayıplar arasında geçen birçok insanımızın akıbetlerinin açıklanmasını istemek. Ve yine katiller ortada geziyor ve yargılanmıyorken, gösteri özgürlüğü engellenen Cumartesi Annelerimiz için Galatasaray Meydanı'nın özgürleşmesini istemek. Bunlar toplumsal, adalet mücadelemiz bakımından peşini kovalayacağımız meseleler.

FAŞİST MAFYA REJİMİNİ YIKALIM, HALK İKTİDARINI KURALIM
Elbette demokratik kamuoyu aynı zamanda Soylu'nun istifasını, hükümetin istifasını istiyor, bunun için eylem ve çağrılar yapılıyor. Bunlar da kuşkusuz demokratik mücadelenin önemli eksenleri ve kazanımları. Fakat devrimci, demokratik kamuoyu ve ezilenlerin özgürlük kuvvetleri, politik özneler şu konuda net olmalı; sadece bir bakanın istifası ya da birkaç bakanın istifası ya da hükümet, kabine değişikliği bu pisliği temizlemeyecek. Bunu egemenler içinde siyasi erkin el değiştirmesi olarak yorumlayabiliriz. Kuşkusuz bir bürokratın işledikleri suçlar nedeniyle görevden alınması halklarımızın demokratik kazanımıdır. Ama mafyayla, kontrgerillayla, siyasi suikastlarla, yönetmenin en zora dayalı biçimleriyle ve aynı zamanda uyuşturucu ticaretiyle, kadın katliamlarıyla, her türlü yolsuzlukla iç içe geçmiş bu kokuşmuş düzenden kurtulmak için yan yana gelmeli. Faşist mafya kontrgerilla rejiminin yıkılması, yerine halk iktidarına dayalı bir politik özgürlüğün inşası için yan yana gelmeliyiz.

DURUMA SEYİRCİLİK APOLİTİZM ÜRETİR
Bu konuda kamuoyunun daha özgün, politik öznelerin daha net bir duruşa ihtiyacı var. İki yanılgı oluyor; sol, sosyalist kuvvetler, emekçi sol hareketler içerisinde. Bunlardan bir tanesi, egemenler arasında bu tarz çelişki ve çatlakların genellikle siyasi mücadele konusu ya da argümanı olmaması, bizim ve işçi ve emekçilerin bu tür bir çatışmanın tarafı olmadığımız fikri gelişebiliyor. Bu bir devrimci kendiliğindencilik ya da kayıtsızlık, izleyicilik ortaya çıkarıyor siyasi mücadele bakımdan. Bu ciddi bir yanılgı. Burada elbette işçi ve emekçiler, sol sosyalist hareketler, Kürdistan özgürlük güçleri taraftır. Bu düzenden kurtulmak için, siyasi kurtuluşun öznesi olarak taraftır. Dolayısıyla duruma seyredicilik, özel bir apolitizm üretmek olur.

ERKEN SEÇİM TARTIŞMALARI RİSKLİ
Diğer yandan erken seçim tartışmaları oluyor. Bu tip bir siyasi yıpranmayı bir erken seçimle, yeni bir iktidar yenilenmesiyle, hükümetin ele alabileceği gibi bir düşünce ya da o erken seçimden farklı bir muhalefet odağı, yani bir Millet İttifakı ya da onun biraz daha genişletilmiş ittifakı içerisinde özgün bir alternatif çıkabileceği fikri oluyor. Ya da yönetmeyi bir şeflik rejimi haline getirmiş olan iktidarın güçlendirilmiş parlamenter sisteme ikna etmenin bir imkanı ortaya çıkmış gibi bir düşünce, değerlendirme oluşuyor. Bunlar da çok riskli.

Öncelikle emekçi, sol-sosyalist hareketimizin CHP başta olmak üzere Millet İttifakından, oradan güçlendirilecek ya da Davutoğlu gibilerle desteklenecek bu ittifak cephesinden bir değişim beklemekten vazgeçmesi gerekiyor. Değişim beklenen ittifakın siyasi niteliği ortadadır. AKP-MHP faşist bloğunun Suriye, Libya savaş politikaları ve yağma harekatları için Meclis'te tezkereleri onaylayan CHP ve Millet İttifakıdır. Az önce sıraladığımız bir dizi siyasi suçun, halklarımıza karşı işlenmiş kıyımın, suçların oluştuğu dönemin başbakanı Davutoğlu'dur. SADAT'ı El Nusra'ya silah veriyor diye eleştirirken, IŞİD için, bu politik islamcı çeteler için ‘bir grup öfkeli genç' diyenler yine bunlardır. Dolayısıyla değişim beklentisi atfedilen bileşimin siyasi niteliğinden emin ve net olmamız gerekiyor. Her türlü değişim söylemini bu muhalefet odağının elinden almamız gerekiyor.

Diğeri güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş imkanının olup olmadığı. Erdoğan bütün bu tartışmalar üzerine bir açıklama yaptı. Görüyor bazı muhalif sözleri ve söylemleri, kalkıp halkımızın bu tabloda, yönetme biçiminde ikna olduğunu söyledi. "Bize kalan bunun anayasal formunu inşa etmek" dedi.

Bir yıldır bir anayasa tartışması var. İktidar bunu ekonomik ve yargı reformuyla iç içe geçirerek yapacağını iddia ediyor. Ama biz sosyalistler geride kalan yılların yönetme biçiminin anayasal güvenceye kavuşturulmasından başka bir şey olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla güçlendirilmiş parlamenter sistem ve erken seçim tartışmaları bu kadar çelişkiler ortadayken, devrimci politikanın imkanları bu kadar güçlüyken, işçi sınıfı ve ezilenler cephesindeki öfkeyi yumuşatmanın ve burjuva odaklardan bir değişim beklentisi koridoruna hareketi sokmanın dışında bir anlam ifade etmiyor.

POLİTİK AJİTASYON VE SOKAKTA POLİTİKA
Biz politik ajitasyon ve sokakta politikadan yanayız. Bu faşist mafya, kontrgerilla rejimine karşı işçi sınıfı ve emekçileri aydınlatma ve bu rejimden kurtulmak için yan yana gelmeye çağırmaktan yanayız. Parti olarak da böyle bir bağımsız eylem hattımızla bunu inşa etmeye çalışıyoruz. Aynı zamanda bulunduğumuz bütün bloklar içerisinde bu tarz bir çalışmanın yaygınlaşması için tartışmalar yürütüyoruz.

Tabi esas önemli olan bizim de bağlaşığı olduğumuz Birleşik Mücadele Güçleri'nin çağrısıdır. Bugün bu rejimden esaslı kurtuluşun, bu sorunları esaslı çözümün yolu antifaşist mücadeleyi birleşik temelde yükseltmek ve bu cepheyi, rejime itirazı olan iş, ekmek, aş, özgürlük, eşitlik beklentisi olan işçi ve emekçi yığınlarıyla buluşturacak politik eylem ve seferlik inşa etmektir. Bunu söylemeye ve bunun eylemini inşa etmeye devam ediyoruz. Bütün emekçi, sol harekete de aynı çağrıyı yineliyoruz, ortaya saçılan bütün pislikler, bir itirafçının ağzından ortaya dökülen bütün suçlar bize tek bir şey söylüyor; bu faşist, mafya, kontrgerilla rejimini yıkmadan, özgürlüğü, eşitliği ve adaleti kazanmanın yolu yok. Dolayısıyla bütün politik özneler bu meselede net bir duruş, net bir söylem ve net bir eylem içerisinde olmalılar.