Gamze Toprak yazdı | Tutsaklara özgürlük mücadelesi toplumsal kurtuluşun parçasıdır

Politik tutsakların özgürlüğü, sadece onların değil; bir halkın geleceğiyle ilgilidir. Umut hakkının tanınması, ağırlaştırılmış müebbetin kaldırılması, kuyu tipi hapishanelerin kapatılması ve tecrit politikasının son bulması, Türkiye'de demokratik bir dönüşümün ön koşullarındandır.
Türkiye ve Kürdistan'da hapishaneler devletin sınıfsal, ideolojik ve politik yönelimlerinin doğrudan yansıdığı mekanlardır. Faşist rejim hapishaneleri bir tür "karantina alanı" olarak işletmektedir. Bu karantina, halkın içinden çıkan devrimci iradeyi, Kürt özgürlük hareketini, devrimci sosyalistleri ve tüm toplumsal muhalefeti susturma aracı olarak örgütlenmiştir. Bu bağlamda politik tutsaklar devletin asli düşmanı kategorisine sokulmuş ve özel bir cezalandırma rejiminin konusu haline getirilmiştir.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, 2004 yılında idam cezasının kaldırılmasıyla birlikte Türk Ceza Kanunu'na dahil edildi. Ancak bu düzenleme, idamın kaldırılması gibi sunulsa da, aslında politik tutsaklar için yaşam boyu hücre-tecrit-işkence normu haline getirilmesiydi.
Bu ceza türü, tutsaklara günde 21-23 saat tek kişilik hücrede kalma, iki haftada bir saat yalnızca bir kişiyle görüşebilme ve hiçbir kolektif faaliyete katılamama gibi uygulamalar dayatmaktadır. Denetimli serbestlik, koşullu salıverilme gibi infaz hakları tümüyle ortadan kaldırılmıştır. Ağırlaştırılmış müebbet, bu yönüyle "sivil ölüme mahkum etme" politikasının ceza hukukundaki somut karşılığıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, hiçbir tutsağın özgürlüğe kavuşma umudunun tamamen ortadan kaldırılamayacağı bir hukuk normu olarak yer almaktadır. Bu hak, aynı zamanda insanlık onurunun korunmasına dair evrensel bir ilkedir. Ancak Türk burjuva devleti, özellikle politik tutsaklar söz konusu olduğunda bu hakkı askıya almıştır.
Umut hakkının ortadan kaldırılması, bir cezalandırmadan çok daha fazlasıdır. Bu, devletin devrimciden, yurtseverden, muhaliften intikam alma biçimidir. Direnişin bedelini yalnızca fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da dayatmak, tutsaklık sürecini bir psikolojik yıkıma dönüştürme stratejisiyle hareket etmektedir.
Devlet, burada bireyi cezalandırmakla kalmaz; aynı zamanda onun temsil ettiği politik özneyi, ideolojiyi ve direniş pratiğini de bastırmayı amaçlar.
Y, S, R tipi ve yüksek güvenlikli cezaevleri (YGC), mimarisi itibarıyla insanı yalnızlaştırmak, iletişimden koparmak ve iradesini kırmak üzerine kurgulanmıştır. Bu yapılar, adeta yeraltına hapsedilmiş hücre bloklarıdır.
Bu hapishanelerde; gün ışığı minimum seviyededir. Sosyal, kültürel ve sportif etkinlik yoktur. Kitaplara, mektuplara, telefonlara sınırlı erişim sağlanır. Tutsaklar, sadece gardiyanla temas halindedir (S, Y tipi ve YGC'lerde bu bile mümkün değildir). Bu, klasik anlamda bir hapis değil; modern çağın "sessiz ölüm odaları"dır. Özellikle politik tutsaklar üzerinde yoğunlaşan bu uygulamalar, politik kimliğin yok edilmesine yönelik ideolojik bir savaştır. Tecrit, yalnızca fiziksel bir izolasyon değil; aynı zamanda politik kimliğin bastırılması, kişiliğin silinmesi ve mücadele hafızasının kırılmasıdır.
Politik tutsak, suç isnadından bağımsız olarak; devlete karşı bir direniş hattını temsil ettiği için tutsak edilen kişidir. Bu, bir dönemin gerilla savaşçısı, bir kadın hakları savunucusu, bir sendikacı ya da bir öğrenci olabilir. Devlet, bu insanları cezalandırırken bireysel suçları değil, politik duruşlarını esas alır.
Politik tutsakların hedef alınması, sistemin kriziyle doğrudan ilişkilidir. Ne zaman ki egemen sınıflar meşruiyetlerini yitirir, halk hareketleri yükselir, işte o zaman kitlesel gözaltı ve tutuklamalar başlar. Ve devlet politik tutsaklara yönelerek, topluma gözdağı vermeyi amaçlar.
Hapishanelerde süren direniş, sadece tutsak edilmeye karşı değil; aynı zamanda içeride onuruyla kalma, kolektif hafızayı yaşatma ve mücadeleyi dışarıya taşıma iradesidir. Tutsakların kaleme aldığı mektuplar, yazılar, açlık grevleri, kolektif eylemler… Hepsi, içeride birer politik özne olarak direndiklerini gösterir. Bu yüzden, onların mücadelesi, dışarıdaki özgürlük mücadeleleriyle birleştiğinde gerçek anlamını bulur.
Politik tutsakların özgürlüğü, sadece onların değil; bir halkın geleceğiyle ilgilidir. Umut hakkının tanınması, ağırlaştırılmış müebbetin kaldırılması, kuyu tipi hapishanelerin kapatılması ve tecrit politikasının son bulması, Türkiye'de demokratik bir dönüşümün ön koşullarındandır.
Bu nedenle mesele sadece insan haklarıyla sınırlı değildir. Politik tutsaklara özgürlük talebi, devletin ideolojik aygıtlarına karşı yürütülen savaşın bir parçasıdır. Ve bu savaşta susmak, yalnızca hapishanelerdeki karanlığa ve zulme onaya vermek değil; halkın geleceğinin teslim alınmasına da izin vermek anlamına gelir. Kendine komünistim, devrimciyim, sosyalistim, demokratım, insanım diyen herkesin; tecridi parçalamak, başta hasta tutsaklar, ağırlaştırılmış müebbet ve müebbet tutukluları olmak üzere tüm tutsaklara sahip çıkma, mücadelelerini dışarıya taşıma sorumluluğu vardır. Bu kadar farklı toplumsal, sınıfsal kesimden insanın tutsak edildiği bugün, bu sorumluluk daha fazla önem taşıyor. Bu durum hapishanelerdeki tutsakların direnişinin toplumsallaşmasının zeminini de artıyor.