20 Nisan 2024 Cumartesi

Erkılınç: Vazgeçmiyoruz diyerek fiili meşru mücadele hattından yürümeliyiz

"İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmiyoruz" diyerek eylemlerini sürdüren kadınlar, 1 Temmuz'a kadar yürütecekleri mücadele biçimlerini tartışıyor. LGBTİ+'ları hedef göstererek, kadın hareketinde yarılma yaratmaya çalışan AKP'ye kadın hareketinin LGBTİ+ hareketiyle yan yana durarak yanıt vermesi gerektiğini söyleyen Yeni Demokrat Kadın aktivisti Erkılınç, AKP’nin erkeklerle kurduğu ittifaka karşı mücadelenin fiili meşru yöntemlerle kazanılabileceğine işaret etti.

İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararını kabul etmeyen kadınlar "vazgeçmiyoruz", "uygula" diyerek mücadeleyi sürdürüyor. İstanbul Sözleşmesini Uygula Kampanya Grubu ve yerel platformlar üzerinden yürütülen mücadeleye ilişkin Yeni Demokrat Kadın aktivisti Sevda Erkılınç ile konuştuk.

AKP'nin LGBTİ+ hareketi ile kadın hareketi arasında bir yarılma yaratmayı hedeflediğini fakat bunda başarılı olamadığını söyleyen Erkılınç, fiili meşru mücadele yöntemlerinin kullanılması gerektiğini ve geniş kadın kitlelerinin bu mücadeleye dahil edilmesinin yol yöntemlerinin geliştirilmesi gerektiğini söyledi. Kadın grevi, Ankara yürüyüşü, meydanlarda nöbetler, forumlar gibi pek çok mücadele aracı üzerine tartıştıklarını kaydetti.

AKP iktidarı, İstanbul Sözleşmesi'ni ilk imzalayan ülke olarak övünürken, sözleşmeden gece yarısı kararnamesi ile çıkıldı. Neden imzalamıştı ve bugün neden çekildi?
O dönem kadın hareketinin, kadın cinayetlerine, kadına yönelik şiddete karşı dünyanın birçok yerinde isyanda olduğu, ayağa kalktığı bir dönemdi. İlk Madrid'de gündeme geldi. Orada da çok yoğun kadınların sokak hareketliliği vardı. Türkiye açısından da böylesi bir şey söz konusuydu o dönem. Bilindiği gibi AKP ilk iktidara geldiğinde daha liberal bir çizgide, daha özgürlükçü, daha temel hakları dikkate alan bir yerden doğru propaganda ediyordu, bu algıyı güçlendirecek bir yerden iktidar olmuştu. İstanbul Sözleşmesini ilk imzalayan ülke olmasının propagandasını da çok yapmıştı. Bunu üzerinden kadınlara seslenmişti, 'umut' vermeye çalışmıştı. Aslında o dönemin ihtiyacı AKP bakımından oydu. Bu dönemde de kadın düşmanı politikaları ile çokça gündeme gelen AKP, özellikle kürtaj meselesi ile birlikte sırtını daha fazla erkeklere dayayan, erkek egemenliğini güçlendiren, besleyen bir yerden yol almaya başladı. Ve kadınların haklarına yönelik saldırıları hızlandırdı.

AKP'nin toplamda iktidarda olduğu döneme baktığımızda kadına yönelik düşmanlaştırıcı politikaları sistematik bir şekilde ele aldı. Mücadeleye, sokak hareketine rağmen kadın hareketini karşısına alarak bir meydan okuma yaptı. Bunu yaparken aynı zamanda, 'aile yapımız parçalanıyor', 'kültürümüz yozlaştırılıyor' veya 'eşcinsel evlilikler özendirilerek ailemize zarar veriliyor' söylemlerini kitlesinde kendisine dönük rahatsızlığı bastırma, erteleme aracı olarak kullandı. Diğer taraftan ekonomik kriz, siyasal kriz ve pandemi ile ilgili sağlık anlamında da bir krizin içerisinde bütün bunları örtmenin aracı olarak kullanıyor. Ama bunlar alt başlıklar. Esas başlık bir meydan okuma, kadınları karşısına alma ve yok sayma politikası. Buradan doğru da erkek egemenliğini güçlendirme, erkeklere cesaret verme ve böylece kadınları daha fazla sokaktan alma, eve hapsetme, şiddete maruz bırakarak onları itaat ettirmeye çalışma.

Asıl bugün ihtiyacı olan şey biraz bu. Dayandığı gerici kesim ya da erkeklerin onun ihtiyacını karşılayacağını düşünüyor. Bir seçim hazırlığı da var bir taraftan. Tekrar vurgulamak gerekiyor bu kadınlara bir meydan okumadır. 2 senedir ciddi bir mücadelesi var kadınların. Bunu karşısına alma, kadınlara bütün haklarına dönük savaş açma. Çünkü buradan yol açmaya çalışıyor kendisine, bunun arkasının geleceğini biliyoruz.

Saadet Partili Oğuzhan Asiltürk Erdoğan ile görüştü, sözleşme kararının ardından teşekkür eden bir tarikatçı cenah var. Ama aynı zamanda sözleşmeden imzayı çeken AKP ve saray rejimi gerçeği var? Bu saflaşmanın niteliği ve AKP ve sarayın bu saflaşmadaki rolü nedir?
Erdoğan'ın tek adam üzerinden bir sıkışma durumu var. Buradan kendini güçlendirme, güçlü gösterme çabası var Erdoğan'ın. Normalde bir sözleşmeden çekilme kararını parlamentonun vermesi gerekirken Erdoğan bunu yaparak o saflaşma da kendini güçlü gösterme, kendi iktidarını pekiştirme, o saflaşma da kendisinin yanında durması gerekenlere göz kırpma denebilir. Kendi içerisindeki krizler, çatırdamalara aslında bunu bir gecede kendi kararnamesiyle yaparak bir kliniğini, yanında duranlara bir mesaj verme olarak okuyabiliriz.

Tam da bu süreçte LGBTİ+'lara karşı büyük bir nefret söylemi de devreye sokuldu. Özellikle translara yönelen bir devlet saldırısı ve nefret söylemi var. Kadın hareketi bunun karşısında nasıl tutum alıyor, nasıl tutum almalı?
Hem Boğaziçi eylemlerinde hem de İstanbul Sözleşmesinde siyasi iktidar LGBTİ+'ları hedefleyerek kendi kitlesini konsolide etme, hem de bir düşmanlaşma aracı olarak kullanmakta. Son dönemde özellikle kadın hareketi ve LGBTİ+ hareketinin yan yana durduğu bir durumda söz konusu. Bundan duyulan bir rahatsızlık var. Dolayısıyla bu birlikteliği güçlendirmek, daha fazla kesişmek ve sokakta daha fazla bir arada olmak gerekiyor.

İstanbul Sözleşmesi söz konusu olduğunda da gerçekten bu çok önemli bir noktada duruyor. İstanbul Sözleşmesi, 'eşcinsel evlilikler, sapkınlık özendiriliyor' denilerek hedefe konulmuş oldu. Siyasi iktidarın aslında devletin kendisi de erkek devlet hem transfobik bir devlet. LGBTİ+'lara dönük ciddi ve sistematik bir saldırı da söz konusu. O okunan hutbelerden görüyoruz, Boğaziçi'nde bugün hala devam eden gökkuşağına tahammülsüzlükte görüyoruz. Dolayısıyla kadın hareketi LGBTİ+ hareketinin çok daha fazla bir arada durması ve bütün saldırılara birlikte göğüs germesi gerekiyor. Bunun başka bir yolu yok ve kadın hareketi bu son dönemde olumlu bir pratik sergiliyor.

LGBTİ+ hareketiyle daha fazla kaynaşmaya ve mücadeleyi birlikte vermeye ihtiyaç var. Bununla ilgili daha fazla tartışmaya ve nasıl birlikte yol alabiliriz, nasıl bir daha fazla bütün saldırılara birlikte göğüs gerebilirizi tartışmak gerekiyor. İktidar bunu yarmaya çalışıyor. Bunu görmek ve buna dair konum almak gerekiyor.

İstanbul Sözleşmesini yeniden uygulatma konusunda kadın özgürlük mücadelesi sokağı terk etmeyen bir hattan yürüyor. Fakat iktidar cephesinden “Bu iş bitti” açıklamaları geliyor. Erkek egemen iktidara İstanbul Sözleşmesini uygulatmak için nasıl bir mücadele hattı geliştirmek gerekiyor?

Türkiye'de kadın hareketi sokaktan hiçbir zaman çekilmedi. Pandemi döneminde de bunu çok rahat gördük. İstanbul Sözleşmesinde kadınlar birlikte mücadele veriyor. Diğer illerde ve İstanbul’da kampanya grubu var. Biz bir gecede bir kararnameyle çekilmediğini, yürürlükte olduğunu ve hala uygulamaları gerektiğini düşünüyoruz.

Bizim mücadelemiz çekilmiştir ya da çekilmemiştir değil aslında, bugün daha farklı noktadayız. Türkiye kadın hareketine dönük kapsamlı bir saldırı var. Bizim bugün ortaya koyduğumuz mücadele aslında İstanbul Sözleşmesi üzerinden bu hareketi ya da açığa çıkan öfkeyi örgütlemek ve bunu iktidara yöneltmek, büyütmek. İstanbul Sözleşmesi için mücadele edeceğiz ve bu adımı durduracağız diyoruz.

Bizim devletin kendisine, ataerkiğe karşı verdiğimiz mücadele bugün İstanbul Sözleşmesi ile birlikte daha fazla sokağa çıktı, daha fazla öfke birikti. Bizim bunu örgütlememiz gerekiyor. Dolayısıyla fiili meşru mücadele yöntemleri, eylemleri üzerinden her türlü eylem ve etkinliği planlayan çalışmalarımız olacak. Ama bizim esas çalışmamız kadın hareketini daha fazla büyütmek ve bundan sonra gelecek saldırılara göğüs gerebilecek bir noktaya çekebilmek. İstanbul Sözleşmesi bugün tartışılan bir şey yarın bunun devamı da gelecek. Bizim buna set çekmemiz gerekiyor. Bu güçteyiz bu enerjideyiz. Fiili meşru mücadele, sokak mücadelesini bırakmadan o noktadan ilerlemek gerektiğini düşünüyoruz.

Kadın örgütlerinin mücadele yol yöntemleri bakımından yaptığı tartışmalar neler? Siz bu tartışmalarda çıkan önerilere nasıl bakıyorsunuz?
Kadınlar iki eylem yapmış oldu. Hem Türkiye'nin diğer illerinde hem de İstanbul'da; İstanbul Sözleşmesini Uygula Kampanya Grubu olarak birlikte hareket ediyoruz. Bu önemli. Hem yurtsever kadın hareketinin, hem sosyalist kadınların, hem de LGBTİ+'ların ve birçok kadın örgütünün bir arada olduğu bir çalışma. Bu bir aradalığı güçlendirmek büyütmek bir tanesi.

Bu üç ayı bir eylem takvimi olarak planlamak istiyoruz. Bununla ilgili öneriler henüz tartışılıyor. Farklı farklı birçok öneri var. Hayatı durdurma önerisi, aylık eylemler yapma, kadın grevi, Ankara yürüyüşü, meydanlarda nöbetler, sosyal medya eylemleri, meydanlarda eylemler...

Esas olarak 1 Temmuz'a kadar bir plan çıkararak, bu plan çerçevesinde ilerlemeye çalışmak. Zaman zaman daha güçlü, kitlesel eylemler 1 Temmuz'a doğru da çok daha büyük bir eylem. Mümkün mertebe kadınların daha fazla sahiplendiği, kendini bulduğu eylem tarzlarının önemsenmesi gerektiğini, hiçbir eylem türü, hiçbir mücadele biçiminin diğerinin yerine geçmeden, hepsini tartıştığımız, hepsini yeri geldiğinde uyguladığımız biçimleri tercih etmek. Ama esas olarak da kadın kitleleri ile birlikte yapacağımız, mitingler, büyük nöbetler, meydanlarda buluşmalar, forumlar olabilir. Amaçlarımızdan bir tanesi İstanbul Sözleşmesinin içeriğini daha fazla anlatmak, buradan yürümek, diğeri de "vazgeçmiyoruz", "bu sözleşmeden çıkılmadı, uygulayın" diyerek, bunları ön plana çıkartmak. Buradan doğru da kadınlarla buluşma noktalarını biraz daha arttırmanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Planlı bir takvimle tempoyu düşürmeden, kadınlarda biriken öfkeyi de yansıtarak ilerlemeye çalışacağız.