22 Kasım 2024 Cuma

Erkek egemenliğinin 'iyi' olanlarıyla yüzleşmek-Raperîn Rênas

Kararlılık düzeyleri farklı olmakla birlikte kadınlar artık yüzleşiyorlar; erkek egemen değerler üzerine değil, kadın özgürlükçü değerler üzerine kendilerini şekillendirmeye ve fikirlerini de ona göre geliştirmeye başlıyorlar.
Erkek egemenliğinin bizdeki yansımalarıyla yüzleşmek bazen hiç de kolay olmuyor. Sokaktaki tacizciye veya 25 Kasım'da bile emekçi kadınlara şiddet uygulayan faşist şeflik rejiminin köpeklerine cins bilinçli kin duymakta zorlanmıyoruz. Ama ne yazık ki, düşmanın yüzü her zaman bu kadar çıplak ve net değil. Hatta bilindiği gibi, ezici çoğunlukla, şiddeti uygulayanlar en yakınımızdaki erkekler oluyor, sevmek ve sevilmek istediğimiz erkekler. Türkiye'de örneğin, kadın cinayetlerinde faillerin üçte ikisini partnerler, eski partnerler ya da erkek akrabalar oluşturuyor.
 
Erkek egemenliği maalesef birkaç vahşi bireyden ibaret değil; çok köklü, kendi kurumları olan bir egemenlik sistemi ve onun binlerce yıl boyunca ürettiği değerleri, ölçüleri bize de etkide bulunuyor. Cins bilinci hem tek tek öznelerde hem de kadın hareketinin toplamında geliştikçe, önceden "normal" olarak algılanan birçok durum gözümüze batmaya başlıyor, erkek egemen şiddet daha görünür hale geliyor.
 
Geçenlerde işte böyle bir örnek yaşandı. Şili hükümetinin, başkent Santiago'daki havalimanına sosyalist şair Pablo Neruda'nın ismini vermek istemesine, #NiUnaMenos kadın hareketinden Karen Vergara Sanchez adlı bir aktivist şöyle itiraz etti: "Havalimanının adının değiştirilmesinin mantığı yok. Üstelik bu, kadınların tacizcileri ve tecavüzcüleri deşifre etmeye başladığı bir dönemde yapılıyor." İtirazın nedeni, Neruda'nın 1929'da diplomat olarak gittiği Sri Lanka'da bir temizlik işçisine tecavüz etmiş olması.
 
Bunu ilk defa duyan birçok insan şok oluyor, şaşırıyor. Allende hükümetinin aktif destekleyicisi ve dönemin Fransa büyükelçisi, Pinochet diktatörlüğüne karşı direnişin sembolü, sosyalizm, eşitlik ve özgürlük savaşçısı olarak bildiğimiz ve Gabriel Garcia Marquez'in de "20'nci yüzyılın en büyük ozanı" olarak nitelemiş olduğu büyük şairimiz Pablo Neruda. "Hayır, olamaz, o bizdendir!" Bu arada, sosyal medyada tecavüze tecavüz diyenlere birçok eleştiri de yapılmış, çarpıtmaktan, sosyalist değerleri karalamaktan bahsedilmiş.
 
Peki tepkimiz ne olmalı? Elbette, olası çarpıtmaları hesaba katarak, gerçeği netleştirmek ilk adım olmalıdır. Neruda, Türkçesi Alan Yayıncılık'tan çıkmış olan "Yaşadığımı İtiraf Ediyorum" adlı hatıratında, bizzat kendisi şu satırları yazmış: "Her şeyi göze alarak bir sabah onu bileğinden yakaladım ve yüzüne baktım. Onunla hangi dilde konuşacağımı bilmiyordum. Hiç karşı koymadan ve de gülümsemeden, peşimden geldi. Biraz sonra çırılçıplak yanımda yatıyordu. İnce beli, dolgun kalçaları ve iri göğüsleri ile binlerce yıllık Asya heykellerinden farkı yoktu. Bu, bir erkeğin bir heykelle karşılaşmasıydı. Hareketsiz ve gözleri açık yatıyordu. Beni hiçe sayıyordu ve bunda haklıydı. Bu karşılaşma tekrarlanmadı."
 
Bu itirafla ilgili Zehra Çelenk'in GazeteduvaR'daki yorumuna eklenecek bir şey yok: "Kaba güç kullanımı olmasa da olay gayet tecavüze benziyor. Kendisini istemediğini belli eden bir kadını bileklerinden yakalayıp onunla birlikte olan bir adam. Dilini bilmediği, statüce çok yüksek bir erkek karşısında belki donup kaldığından ya da reddederse başına gelebileceklerden korktuğundan, protestosu, 'heykel gibi durmak' ve 'hiç gülümsememek' olmuş. Koca bir 'hayır' olarak yorumlanması gereken bir durum. Neruda, büyük bir ozan, büyük bir siyasi figür. Gençliğinde bir kadına bir tür tecavüz etmiş ve bunu da anılarında yazmış."
 
Burada, sosyalist değerleri savunmak bir suçun üstünü örtmekle olmaz. Hele kadın özgürlüğünü de değer saydığımız müddetçe. Hatta bu cinsel şiddeti kınayan ilk biz olmalıyız. Üstelik, 40 sene önce yazılmış bu itiraf bugüne dek nasıl dikkatimizi çekmedi diye cins körlüğümüzün özeleştirisini yapmalıyız.
 
Kararlılık düzeyleri farklı olmakla birlikte kadınlar artık yüzleşiyorlar; erkek egemen değerler üzerine değil, kadın özgürlükçü değerler üzerine kendilerini şekillendirmeye ve fikirlerini de ona göre geliştirmeye başlıyorlar.  Kadın hakları savunucusu yazar Isabel Allende, Guardian gazetesiyle yaptığı söyleşide, konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: "Birçok genç feminist gibi, ben de Neruda'nın hayatı ve kişiliğinin bazı yönlerinden iğreniyorum. Çok az insan, özellikle de güçlü ve nüfuzlu erkek, hayranlık duyulacak davranışlara sahip. Neruda bir şekilde sorunlu bir adamdı. Ama eserlerinin değerli olduğu tartışılmaz."
 
Erkek egemenliğinin perdeleri parça parça kalkıyor. Hayran kaldığımız, idealize ettiğimiz, manevi babalarımız olan örneklerde de durmuyor bu. Zehra Çelenk, 27 Kasım'da GazeteduvaR'da çıkan "Neruda, Bertolucci, sanatçı, baba, sevgili, tacizci" ve 29 Kasım'da aynı konu üzerine yazdığı "Eril tahakküm, büyük sanatçının güçle imtihanı" yazılarında, geliştirici bir tartışma yapıyor. Geliştirici, çünkü tartışmasının merkezine kadınları, kadınların üretilmiş değerlerle yüzleşmesini koyuyor. "Günümüz kadını için zorlu ama büyük aydınlanma imkanı, 'baba'ları ve 'koca'ları yitirmek (ya da doğru yere yerleştirmek). Ancak bu ikisinin temsil ettiği güvenlik kalkanı ortadan kalktığında dünyadaki gerçek kırılganlığınız ve gücünüzle yüzleşebiliyorsunuz" deyip şu sonuca varıyor: "Bizler dedektif veya yargıç değiliz, sadece bugün olan bitenin adını daha net koyma şansına sahibiz. Artık tacize taciz, tecavüze tecavüz denebiliyor. Umut verici kazanım" ve "Daha insanca bir yaşam için, metaforik babalarımızı kayırmaktan ve onlara sığınmaktan vazgeçmemiz şart. Kadın veya erkek olmaktan değil, bu ayrıcalıklı erkeklik biçimini savunmaktan vazgeçmemiz gerekiyor."