24 Nisan 2024 Çarşamba

Efe Dağlı yazdı | Yeni safha

Devleti AKP'den alıp gerçek sahiplerine iade etmek siyasal hamlesine karşı AKP son zamanlardaki eylem, söylem ve yönelimiyle net bir cevap vermiş oluyor: Sonuna kadar savaşma ve asla alttan almama. İki taraf da amaçlarına kitle mobilizasyonu ile ulaşabilir. Kitleler ise kendi seçeneklerini üretecek alternatif yolları açabilir. Halihazırda bu, şovenizmle kirlenmemiş irili ufaklı emekçi sol parti ve çevrelerden HDP'ye uzanan seçenekler demektir. Devrimci sosyalistlerin bütün gayreti böyle bir üçüncü yolun siyasal özgürlük devrimine çıkması içindir.

CHP'nin, SADAT'la ilişkiler etrafında yürüttüğü kampanyanın ortasında Erdoğan'ın bu ilişkiyi üstlenmek bir yana kesin ifadelerle reddetmesi dikkate değer bir yasal zeminde kalma çabası olarak ele alınabilir.

Olası bir ilişki tartışması dahi uluslararası alanda yankılanmışken, uluslararası mahkemelerde yargılama amacına dönük olduğu iddia edilen ilişkiyi her zamanki rest çeken tavırla doğrulamak akla uygun değil. Ancak ret tutumundaki sakinlik önemli.

Mesele Yunanistan'sa mesela 'arıza çıkarmak' bir iktidar stratejisi olageldi. Pazarlık payını artırma, gündem parselleme gibi amaçlara yaslanan İsveç-Finlandiya itirazları da amacına ulaşmış görünüyor. Fakat konu uluslararası hakim güçler olunca yelkenler suya iner. Dolayısıyla bütün o tafranın iç tüketime dönük olduğu anlaşılır. Kaldı ki ufukta seçim var ve böylesi malzemelerden azami ölçüde yararlanma fırsatçılığının sürmesi kaçınılmaz.

Tam da bu şartlar altında, Rojava'da konum bildirerek iki merkezi ele geçirmeye kilitlenen yeni askeri harekat bizzat devlet başkanı tarafından müjdelendi.

Güzel ama bu tavır hiç de 'Bir gece ansızın gelebiliriz' havasına uygun değil. Adres bildirmek hasım bellediğin gücü cephe çatışmasına çekmek olmasın sakın. Üstelik bunun yeni bir safha olduğu haberi, başka safhaların da olacağı gibi doğal çıkarımları besler ve tam da o günlerde bir sonraki aşamanın Kobanê olduğu iktidara yakın isimlerce fısıldanıyorsa durup düşünmek gerek.

Kobanê malum, IŞİD'in esaslı yıkılışı, saldırganlık ve korkuyla elde ettiği imajın geri dönülmez biçimde yara aldığı özel bir zamanı ve mekanı işaret ediyor. Rojava devrimi olarak adlandırılan siyasal devrim sürecinin en dışa dönük, ilgi uyandırıcı, genç kadınların IŞİD'le dişe diş çarpışma görüntülerinin uluslararası ilgi yarattığı ateşli evresi direnişçilerin lehine sonuçlanmıştı. Sanki şimdi o "efsane" tam da doğduğu yerde boğulmak isteniyor.

Pek tabii artan yoksulluk, hoşnutsuzluk ve bütün siyasal görüşlerden emekçileri bıçak gibi keserek birleştiren günlük yaşam sıkıntıları vatan-millet nutuklarıyla tersine çevrilmeye, ortak paydaları artan ezilenler dağıtılmaya çalışılacaktı.

Öyle de oldu. Üstelik el yükselterek, alabildiğine pervasız ve düpedüz kışkırtıcı ifadelerle. En genel ifadesiyle 'konser yasakları' olarak adlandırılabilecek ortamda yaşananlar toplumu yaşam biçimleri üzerinden bir defa daha parçalamak içindi.

Olaylar, vesileler değişir ama o amaç bakidir. Türk siyasal sağı özellikle bu ayrımı sever. Onun faşizmle geçirgen ilişki içinde bulunan kolları ise o yatay bölünme katalizörünü bazen rezilane yollarla kullanır.

Siyasal özgürlük devriminden 'çıkarı' bulunan bütün halk güçlerinin onur ve özgürlük isyanı olan Gezi'yi bir kalemde düşman operasyonu saymak, olası yatay bölünme-gerici iç savaş tetikleyicisi olabilecek türden bir tezvirattan ibret 'camide içki içtiler' şablonunu tekrar tekrar kullanmak, bütün kadın katılımcılara yöneltilen "sürtük" nitelemesine kadar gerilemek de bir tür yeni safhadır ve küfür dilinin sonu, şayet önü devrimci demokratik kitle itirazlarıyla alınamazsa, bir felaketler serisidir.

Tam da burada dikkat geliştirmek, kitlesel demokratik mücadelenin dilinin ve eyleminin bu bile isteye örgütlenen saldırgan dilin antitezi olmasını engellemek hayati önem kazanıyor. Siyaseti, iddiaları ya da galiz ifadeleri üstlenmek yahut sahibine aynen iade etmek biçimindeki kısır döngüye hapsetmemek bazı dönemlerde yaşamsal önem kazanır ki onlardan birinin içindeyiz. 

Bir başka onur ve özgürlük çığlığı olan Arap Baharı sürecini anımsayalım. Meydanlardaki kitleye iktidarların türlü elemanları saldırdı, tacize yeltendi. Amaç tahrik ederek kontrolsüz bir şiddete yöneltmekti. Herhangi bir ülkeye, siyasete ya da iktidara özgü olmayan o bilindik metot hiç değilse yüz yıldır bu coğrafyada da uygulanıyor.

Erken dönem cumhuriyet tavrına karşı isyanları henüz olgunlaşmadan türlü kışkırtmalarla erkene aldırıldı. Devrimcilere dönük siyasal-askeri harekatlar o amaca matuftu. Mayalanmakta olan ve öncekinin tekrarı biçiminde gerçekleşmeyecek yeni bir Gezi de bu gibi galiz ifadelerle, meydan okumalarla, kafanızı ezeriz tehditleriyle, bileşenlerinin kontrolsüz öfkesi sağlanarak kriminalize edilmek isteniyor.

Arzu bu, hakikate dönüşmesini engellemek reformculuğu iman etmiş çevrelerin tedirginliğiyle değil serinkanlı bir strateji-taktik bütününü devrimci-demokratik perspektifle ezilenlere mal etmekle mümkün. İktidar bloğu kendisini bir tank gibi düşünüyor olabilir ama halk güçleri bambaşka yaratıcı hamlelerle tankı boşa çıkarabilir, sıradan bir demir yığını olduğunu gösterebilir.

Karşıdevrimci cephenin bütün gerilimlerinin bedeli işçi-emekçilere ödetilir. Kitle onların gözünde bir hiçtir, amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışırlar. Laik-şeriatçı geriliminin türevlerinden biri olan hayat tarzı saflaştırması tam da böyledir.

İktidarlar ve onların yerini almaya hazırlanan iktidar taklitçileri burnunu sokmasın, ezilenler kendi aralarında, siyasal ayrışma noktaları ne olursa olsun eşitlik zemininde kendi hukuklarını oluşturabilir.

Halihazırdaki yozlaşma, bozulma ve tükeniş yoksulları yatay olarak ayrıştırma stratejisiyle perdelenmek isteniyor. Her şey bu amaca dönük. Sosyal medya yasası girişimi de. Nefes alma kanalları tıkanan toplumların buna türlü çeşitli patlamalarla karşılık verdikleri biline biline.

Devleti AKP'den alıp gerçek sahiplerine iade etmek siyasal hamlesine karşı AKP son zamanlardaki eylem, söylem ve yönelimiyle net bir cevap vermiş oluyor: Sonuna kadar savaşma ve asla alttan almama.

İki taraf da amaçlarına kitle mobilizasyonu ile ulaşabilir. Kitleler ise kendi seçeneklerini üretecek alternatif yolları açabilir. Halihazırda bu, şovenizmle kirlenmemiş irili ufaklı emekçi sol parti ve çevrelerden HDP'ye uzanan seçenekler demektir. Devrimci sosyalistlerin bütün gayreti böyle bir üçüncü yolun siyasal özgürlük devrimine çıkması içindir.