23 Kasım 2024 Cumartesi

Efe Dağlı yazdı | Tavsama

İktidar bloku bir süredir, kendi gerçekleşme koşulları içinde, bir tür 7 Haziran-1 Kasım seçim aralığı dönemindeki stratejiyi uygulayacağını saklamıyordu. Bazıları için 'bir umut' bazıları açısından 'son umut' AKP'nin yumuşaması, MHP ile köprüleri atmasıydı ki Saadet Partisi (SP) Genel Başkanının görüşmesi bütün o ümitleri bitirdi.

Tayyip Erdoğan-Temel Karamollaoğlu görüşmesinin 'Anlaşamadığımızda anlaştık' gibi bilinen çağrışım alanları bilinen bir klişeyle değerlendirilmesini sıradan bir vaka saymamak gerek. Aynı zamanda ortak geleneğe yaslanan iki partinin bir daha buluşamayacaklarına işaret eden görüşmenin daha önemli tarafı, AKP'nin bundan sonraki güzergahını gayet açık biçimde anlatması.

İktidar bloku bir süredir, kendi gerçekleşme koşulları içinde, bir tür 7 Haziran-1 Kasım seçim aralığı dönemindeki stratejiyi uygulayacağını saklamıyordu. Bazıları için 'bir umut' bazıları açısından 'son umut' AKP'nin yumuşaması, MHP ile köprüleri atmasıydı ki Saadet Partisi (SP) Genel Başkanının görüşmesi bütün o ümitleri bitirdi.

AKP bildiğini okuma politikasına abanacak. Politika aynı zamanda 'sahada olmak' ise, hangi biçimlerde sahaya çıkacağı besbelli: Polisiye-adliye faaliyeti.

Pelikan ekibiyle Mehmet Barlas'ın CHP'nin kapatılmasından bahsetmesi, kalitesizlikleri mafyatik dil özentisinde açığa çıkan kimi TV yorumcusunun konuşmaları, muhalefet partilerine 'vatandaş' kılığı ve kılıfıyla tuzaklar kurulması gibi birçok gündelik faaliyet faşist kitle ruhunu hortlatmayı, olanı da köpürtmeyi içeriyor.

AKP, kendi finaline, bir başına ilerlerken MHP 'muhalefet'te olduğunu söylemekten imtina etmiyor. Kimi mafyacının hapisten çıkarılması ve devlette kadrolaşmayla meşgul MHP'nin AKP sonrası döneme hazırlık yaptığını her açıklaması ve yönelimi yeniden yeniden gösteriyor. AKP kendi kıyametinde yalnız olacaktır. Bu tür bir evrime uğrayan organizasyonlarda güç vurgusu hastalık derecesindedir ve kadroları disipline eden o vurgunun yol açtığı tedirginliktir. Günün birinde vurgun manasızlaşınca herkes kendi başının çaresine bakar. Eh dün böyle oldu, halihazırda böyle ve muhtemelen AKP örneğinde de durum değişmeyecektir. Hayatın, son anlarında hiçbir faşist şefe iltimas yaptığı görülmemiştir.

AKP'nin stratejisi sonuç verir mi? 2015'de verdi. Hangi bedellerle sonuç alacağıyla ilgilenmeyen bir organizasyon olduğu için, AKP'nin toplumsal yıkımla ilgilenmesi ve bu nedenle geri adım atması imkansız. Sonuç alacağını bildiği her yolu sonuna dek deneme gibi aslında bir tür intihar siyasetidir ki tarihteki despotizmlerde 'Rus ruleti' motifi hep vardır. Bu yapısal soyağacına AKP de çoktan eklendi. Kuşkusuz lideri eliyle ve epey uzun zamandan beri.

Bu bahiste pek çok çakışmadan daha bahsedilebilir. Güncel örnekle ilişkili olanlardan biri kendisini, ona düşman olanlar üzerinden tanımlayarak mutlak haklılık-doğruluk iddiasıdır ki zaman zaman hem halk saflarında hem iktidara itiraz eden politik çevrelerde bu ajitasyon kafa karıştırabilmektedir.

Ona karşı olan güçlerin geçmiş envanterini çıkararak haklılık devşirmeye çalışmak AKP-MHP'nin de klasiğidir. Çıkar çatışmalarını ulvi amaçlar için ilkesel ayrılık adı altında servis etmek bilhassa AKP'nin ayırıcı özelliği. ABD ile çelişiyorsa ABD'nin, diğer bir güçle konjonktürel çatışma içindeyse onun kötülüklerini sayıyor.

Güzel ama bir küçük diktatörün büyük-güçlü olanla ihtilafından neden kahramanlık hikayesi çıksın ki. Uzun yıllar boyunca Türkiye'de bu politika sonuç verdi. Şimdi durum öyle değil. En azından AKP'de, bu denklemler dolayımıyla ele avuca gelir kıymet bulanlar dahi hızla oradan uzaklaşıyor. SP-AKP uzaklığı bu silkelenme ve uzaklaşma eğilimini tamamlıyor. Mecbur kalmadıkça temel hak ve özgürlüklerin AKP karşıtlarına fazla görülmesine varacak düşünce-davranış çizgisi şiddetlenecek o halde.

Devlet denetimine alınan siyasal islamcı retorikle yabancı düşmanlığını katalizör gibi kullanırken kendinden olmayan herkese yönelebilecek milliyetçilik önümüzdeki dönemin fiks menüsü ise, siyasal özgürlük mücadelesi bileşenlerinin hangi güzergahı kullanacağı aşağı yukarı bellidir.

Yatay bölünmelere karşı bütün yoksulları ve ezilenleri öncelikle emek ve özgürlük mücadelesi etrafında, türlü aracı ve biçimlerle, birleştirmek. Karşıdevrim partileri sokağa, sahaya kitlelerle buluşmaya önem verirken emekçi solun bütün bileşenlerinin yoksullarla, ezilenlerle gün gün, saat saat iç içe olması bir tür olağanüstülük değil 'rutin' faaliyettir ve emekçi sol, bütün bileşenleriyle bu çıtadan uzaktır. Dolayısıyla doldurulması gereken büyük bir boşluk var.

Söz konusu 'boşluk' ile emekçi solun pek çok nedenle siyasal özgürlük devrimine dönük güncel inancı ve iştahının zayıflaması ve tavsaması arasında doğrudan bağ olduğuna göre nereye, hangi biçimlerde odaklanılacağı da aynı gerçeklikten çıkarılabilir. Milyonlarca yoksula ulaşmak, bunu somut iş planı çerçevesinde takvime bağlamak ve uygulamak, ilk ilkelerden biri örgütlenmek-dayanışmak olan emekçi sol için hayal olmasa gerek.