Efe Dağlı yazdı | Büzüşme
Dün Kürt düşmanlığı yapıyorlardı, sonra Suriyeli şimdi de Afgan düşmanlığı. Bize 'seçenek' olarak sunulan bu gibi parti ve çevrelerle dolaylı illiyet bağı dahi utanç verici sayılmalıdır. AKP-MHP ittifakı saldırdığında halka ve özgürlük talebi olan toplumsal kesimlere yöneliyor. Mücadelenin tarafları bunlar. Taraflardan biri faşizm ortak paydasında buluştuğuna göre, diğerlerinin halk cumhuriyeti etrafında en esnek-geniş biçimlerle bir araya gelmesi gayet mümkün.
AKP-MHP ittifakı dış politikada azami sınırına dayanan, yayılma ve fiili durum yaratma stratejisinden kontrollü biçimde geriye çekilmenin yollarını arıyor.
Afganistan-Kabil Havaalanı işletme ve güvenliği taliplisi olmak, ABD ile bir içimlik iyi ilişki kurma adımı olarak ve ABD isteğiyle gerçekleşti. AKP-MHP buna adeta mecburdur.
Ancak Akdeniz açılımı, Suriye'ye fiilen ilhakı andıran adımlarla askeri ve idari teşkilatlarla girme tutumu, Libya'da pozisyon üstünlüğü elde etme kurnazlığı dahil dış politikadaki adımlardaki külhan edası ve her şeyi göze alan arabesk dil, emperyalistler bakımından tahammülü zor şımarıklıklar olarak ele alınıyor.
Halihazırda İHA-SİHA avantajı AKP-MHP ittifakının sahadaki en önemli araçları. Bunların teknolojik alt yapısının nasıl elde edildiği, pek tartışılmayan ama dikkate değer bir tartışmadır. Buna bağlı olarak, İHA-SİHA üretiminde öne çıkan İran'ın, bu teknolojinin bilgisine sahip olan ve Türk istihbaratına çalıştığı iddiası bulunan bir eski elemanı İstanbul'un ortasında öldürmesi, öldürülenin teknoloji hırsızlığı-transferinde adının geçmesi, üzerinden atlanılmayacak bir detay.
Teknolojik ürünler olarak İHA-SİHA'ları bütün devletler elde etmeye çalışıyor. Türkiye'nin bu araçlara hızla sahip olması, diğer devletlerin daha hızlı davranmasının vesilesi haline geliyor. Çok değil, 1-2 yıl içinde, bu adı konmamış savaşta, bu bölgedeki diğer devletler belki daha karmaşık İHA-SİHA düzenekleri elde ettiğinde AKP-MHP ittifakının hamle üstünlüğü ve avantajı ortadan kalkacak.
Aynı nedenle, ciddiyeti olan kimi isimler, dış politikada geçici şov yerine Akdeniz, Libya, Suriye başlıklarını, Rusya ve ABD ile bir biçimde uzlaşarak kapamanın yollarını arıyor. Dış politikada şov veya 'ey AB' gibi nidalarla iş görmeye imkan yok zira. O tür yüzeysellikler iç politikada kitle konsolidasyonuna yarar. Üstelik oraya abanılınca dış politikadaki manevra imkanları da azalır. Dolayısıyla şu ara dönemde türlü yollar öneriliyor ve onlardan birini şöyle özetleyebiliriz:
Suriye'den, bir aşamada, mecburen çıkacağız. Madem öyle, BM'de işgalci pozisyona düşmemek için Rusya ile anlaşalım. Suriye'deki askerleri çekelim, Adana mutabakatı kapsamında PKK'ye operasyonları sürdürelim ve bu arada Rusya KKTC'yi tanısın. ABD ile ilişkileri bozup köprüleri atmayalım ama Rusya ile daha iyi geçinelim.
Tabi henüz SETA-Pelikan-Saray stratejisi bu yönde değil. Onlar ittihatçı dış siyasette ısrarcı. Çünkü onlar, bir yerde, ABD'nin onların ipini çekeceği paranoyasında birleşiyorlar. Gerilemeden önce sonuna kadar ilerleyelim, sınırları zorlayalım düşüncesindeler. Mecburi anlaşmalarda dahi ellerindeki imkanlara tutunma hayali günden güne işlerini zorlaştıracak; biliyorlar.
AKP-MHP ittifakının ABD ile ilişkisi ABD'nin hem 'cumhur' hem 'millet' ittifakını kendi çıkarları doğrultusunda azami kar etrafında kullanma ve en elverişli olanla yürüme klasik çizgisine bağlı olarak şekilleneceği için, AKP, dış politikadaki büzüşmeyi, içeride, alternatiflerine ve itiraz eden kesimlere nefes aldırmama stratejisini bırakmaz. Ancak mesele CHP ve onun etki alanında bulunanların düzen içi iki cephe yaratma ve diğer seçenekleri eritme ajitasyonuna bağlı şekillendirilen tablo gibi de değil.
Ezilenleri kullanmak, bazen şu veya bu düzen içi güç savaşları etrafında onları boğazlaşmalara itmek, ölüm taburları haline getirmek, Türkiye egemen siyasetinin ve o siyasetin çoğu bileşenine yansıyan kontrgerilla mantığına uygundur.
Cemaat şebekesi bütün şirretliğiyle buna oynuyor. Diğerleri de öyle. Bunlar o kadar kirlidir ki halk kitlelerini kullanır, ölüme yollar ama bir biçimde kendi ekonomik-politik konforlarını sürdürürler. Tümü halk düşmanıdır. Halkın acılarını sömürür ve kullanırlar.
Ezilenlerin politikası ve pratik mücadele hattı AKP-MHP'nin en saldırgan hamlelerinde bile onların komplocu-konformist tarzından uzak durur ve bunu ilke sayar.
İkili düşünme tarzını aşmak, şu iyi şu kötü, şununla bir yere kadar yol yürünebilir gibi bütün zavallılıklardan emek hareketini kurtarmak, on milyonları demokratik halk cumhuriyeti amacı etrafında birleştirmek, bu arayışı ve seçeneği milyonların ilgisi ve iltifatıyla ete kemiğe büründürmek bir dönem stratejisi olarak yapılanmayı bekliyor.
AKP karşıtı olacağım diye göçmen düşmanı kesilmek, belki de dünyanın proleterleri olarak tanımlanabilecek yoksullara renkleri, milliyetleri, inançları, sosyal konumları dolayısıyla nefret politikalarıyla apaçık ki faşist ruh haliyle donanmak, CHP'den İP'e burjuva muhalefeti denilen karşıdevrim cephesinin kurumsal kimliklerinin iliklerine işlemiştir. Dün Kürt düşmanlığı yapıyorlardı, sonra Suriyeli şimdi de Afgan düşmanlığı. Bize 'seçenek' olarak sunulan bu gibi parti ve çevrelerle dolaylı illiyet bağı dahi utanç verici sayılmalıdır.
Halk cumhuriyeti seçeneği yoksa iktidarı ve muhalefeti birbirini çürütür. Olan budur. AKP-MHP ittifakı, muhalefetini kendisine benzetti. Boynuz kulağı geçti ve göçmen siyasetinde açık deklere faşizmi kusan muhalefet oldu. Soyut, genel özgürlükçülük kolay, somut ilişki ve olay zincirinde bunu muhafaza etmektir önemli olan.
AKP-MHP zevatı ve güya onların zeki strateji üreticileri, artık gülünç bile sayılamayacak, dünyanın en aptalca komplo teorileriyle iş görüyor. Yıkılma, silme, elenme paniği bu sefaleti artırıyor. Muhalefet de aynı sığlığı ve müptezelliği paylaşarak kendi kulvarında benzer komploculukları imal ediyor. Birbirine benzemek ve zamanla ikizleşmek onların kaderi oldu, oluyor.
AKP-MHP ittifakı saldırdığında halka ve özgürlük talebi olan toplumsal kesimlere yöneliyor. Mücadelenin tarafları bunlar. O halde, taraflardan biri faşizm ortak paydasında buluştuğuna göre, diğerlerinin halk cumhuriyeti etrafında en esnek-geniş biçimlerle bir araya gelmesi gayet mümkün.
Forumlardan panellere, düşünsel metinlerden olanaklı olduğu kadarıyla eğilim yoklamalarıyla genişletilecek ve asıl olarak kitle inisiyatifleriyle yürüyecek halk cumhuriyeti arayışı krizden en gerçekçi ve demokratik çıkış modelidir. Diğer bütün eğilimler rejimin restorasyonu gibi son derece kısıtlı ve yıpratıcı yollara çıkar ve duvara çarpar.
Cumhuriyet tarihi boyunca bir altın çağ hiç olmadı. Dönülecek zaman dilimi yok. Benzer durum halk özgürlük mücadelesi için de geçerli. Nostaljisi yapılacak geçmiş zamanlar yok. Mücadele sürüyor. '68-'78-'90'lar; hayır, hiçbirine dönülmez ve dönmek mümkün olsa bile tümü aşılmış süreçlerdi.
Aslolan mücadeleyi, mutluluğu, etiği, ideali içinde bulunulan anda üretmek ve bunu en zengin biçimlerde gerçekleştirmek. Siyasal özgürlükler devrimi dediğimiz ne varsa Anadolu halklarının eşitlik hukukuna dayalı inşa edilecek halk cumhuriyeti model ve teklifi oradan kökleniyor. Zenginleştirmek bütün emek güçlerinin elinde.
Faşizm kader değildir, rasyonelleştirilemez. Demokratik bilinci kötürümleştiren 'kader'ci yaklaşımlarla arasında duvarlar olmalı. Küçük, sıradan, önemsiz, öncelik-sonralık ilişkisinde 'tali' vb. demeden her kazanıma sahip çıkmak ve her kazanım için öne çıkmak, söz almak en tabii davranış biçimi olabilmeli. Türkiye siyasi coğrafyasını özgürleştirecek halk cumhuriyeti muhakkak inşa edilecektir. Gerisi laf-ı güzaf...