3 Aralık 2024 Salı

Çubuğu tersine bükersek

Devrimci sosyalistlerde düşünenler ve dövüşenler biçiminde birbirinden yalıtık kategoriler yoktur ve olmayacaktır. Tıpkı Deniz'de, Mahir'de ve İbo'da olmadığı gibi. Dolayısıyla sahayı, pratiği öne çıkaran her bireyin aynı zamanda, elbette önce ilgili sahaya dair ama asla orasıyla yetinmeyen esaslı bir entelektüel birikime de sahip olması, bunu denetlenebilir bir planlamayla hedeflemesi zorunludur. Saha ve pratik vurgusu ve eylemliliği kendini de aşma hedefine bağlanmadıkça zamanla öğütücüleşir. Çünkü ona yön veren akılda ancak birikim kazanmakla elde edilebilir. 

Karşıdevrim cenahının pek çok yolla Türkiye'deki politik özgürlükler mücadelesinin amacına ulaşmasını engellemeye çalıştığı, kuşku götürmez pek çok günlük olayla doğrulanabilir. Polis, adliye ittifakının en amansız biçimlerde çalıştırılması yahut her an çalıştırılacakmış gibi bir hava yaratılarak psikolojik kuşatma örülmesi bunlardan en göz önünde olan ve göz çıkaranı.

Bunların tamamı kapitalist özel mülkiyet düzeninin ve onun mevcut rejiminin ilelebet süreceği, daha önemlisi sosyalizm için mücadelenin hiçbir zaman sonuç vermeyeceği ideolojik basıncıdır. Yeni midir, hayır. Cumhuriyet tarihi boyunca bazen kaba saba bazen rafine biçimlerde devrime, sosyalizme yönelenlere dönük bu gibi baskılar olmuştur. Pratik politik mücadele ve aktivite yükselirken kayda değer etkisi olmayan bu tür ifade veya ideolojik taarruzlar gerileme, kendine dönme, daralma zamanlarında ise zannedilenden fazla etki yapmıştır.

12 Mart yenilgisi ardından bu söylemlerin etkin olduğunu, 76-80 yükselişi döneminde etkisini kaybettiğini, 12 Eylül yenilgisi ardından ilkinden daha fazla tesir ettiğini, 90'lı yıllar boyunca mücadelenin ivmelenmesine bağlı olarak bazen işlevsizleşirken bazen etki sahasını genişlettiğini görebiliriz.

Bütün bu basın sırasında, önceki yılların yorgun, ümitsiz, düzen içinde hayatlar kuran eski sosyalistlerinin varlığı ve yenilgilerle geçen kişisel öyküler "ibretlik öyküler" olarak gençlere anlatılmıştır. Elbette pek çok eski sosyalist dürüst kalmış, değerlerini koruyarak hayata bir ucundan tutunmuş, devrimcilere ilgisini sürdürmüştür ancak yıldan yıla sayı o kadar artmıştır ki olumsuz örnekler çok daha öne çıkmıştır.

Günümüze gelindiğinde, benzer bir geriye düşme, daralma, içe kapanma, böyle olmuyor hissiyatıyla dolma hallerinin tekrar belginleştiğini görebiliriz. Bir yanı neredeyse rutindir çünkü mücadele dönemeçlerinde birileri diyalektiğini doğası gereği yeni süreçlere intibak edemeyebilir, uzun mücadele yıllarının yıpranmışlığıyla koşma, mücadele etme azmini kaybetmiş olabilir. Onlar bütün yaptıklarıyla ve yaptıkları kadar yine değerlidir ve politik mücadele bir kar makinesi gibi değildir yani insanları alıp sahaya sürüp bir tarafa savurmaz. Her şey bir yana ahde vefa bir davranış ilkesidir. Böylesi yorgunluklar yaşayanlarla arkadaşlık, dostlu ve başka biçimlerde yine sosyalizm ortak paydasında türlü var olma biçimleri bulunabilir. Herkesin ne olduğunu ve ne olduğunu açıkça bildiği bir sosyal ortamda bunları gerçekleştirmek giderek kolaylaşır.

Ancak dikkat çekmek istediğimiz sadece bu değil. Gözaltıların, hapislerin, yokluğun zorlayamadığı insanlarımız kendi dünyalarına kapanıyorsa veya geri durmayı seçiyorsa, bilinegelen değerlendirmelerin dışında bir de "çubuğu buraya bükerek" düşünmek gerek. Özgürlük, sosyalizm üzerine kavilleşerek girilen bir yolda onca badireye bana mısın demeyen insanlar en genel manada emekçi solun devrimci kesimlerinin dışına düşüyorlarsa bunda bu kesimlerin genel olarak söz ve iş üretme kapasitelerinden tek tek kadro ve yöneticilerinin yeterliği-yetersizliği başlıklarını da dikkat merkezine çekmek gerekir.

Neredeyse bir kural haline gelen ve politik mücadelenin yüksek olduğu zamanlarda işlemeyen negatif ideolojik-psikolojik baskıların yahut türlü yaşam vaatlerinin mücadelede geriye düşüş olduğunda sanılandan fazla etki etmesi ilk elde şunlara işaret eder. Bir Türkiye-Kürdistan emekçi solunun devrimci bireylerinin şekillenişinde genel bir eğilim olarak dar pratikçilik egemendir. Pratikçilik geriye düştüğünde, kendilerini ve kolektiflerini başka araç ve biçimlerle de üretme birikimine ve fikrine sahip değillerdir. Elinden pratikçilik aracı alınınca fara tutulmuş tavşana, sudan çıkmış balığa dönen kadro tipi çok açık olarak eskiye, 1960'lardan bu yana şekillenen devrimci kadro tipine aittir, onun zaaflarıyla maluldür.

Ancak ve elbette kadroyu kadro yapan, o hamuru yoğuran kolektiflerdir, somut olarak da tek tek onlarla ilgilenen yöneticilerdir. Yöneticisi birikimsiz olan yahut dar pratikçilikten ötesini göremeyen, daha da önemlisi neyin nasıl yapılacağını somut ve uygulamalı olarak gösteremeyen, kendi hayatında üretemeyen yöneticinin kendini aşacak insanlar yetiştirmesi mümkün müdür. Söz ile eylem arasındaki tutarsızlık buradan başlar. Şayet bir sığlaşma varsa, ki her bakımdan olduğu tespit edilebilir, tek tek bireylerle sınırlı değildir. O darlıkla ele alındığında, kişiler eleştiri odağına oturtulur ve bir süre sonra kalanların harika gidenlerin yetmezliklerle dolu olduğu gibi yanıltıcı genellemelere varılabilir.

Devimci sosyalistleri pek çok yoldaş akımdan ayıran özelliklerden biri daha başından beri, dar pratikçilikten uzak durmak ve pratik politika sahasına yüklenmektir. Bu kazanılmış bir refleks ve siyaset kültürüdür. Ancak politikaya müdahale tutumundan okumaktan, biriktirmekten, uzak sığlığı meşrulaştıran bir pratikçilik anlaşılıyorsa veya öyle anlamak daha "faydalı" bulunuluyorsa burada ciddi bir yabancılaşmadan bahsetmek gerekir.

Hepimiz için esaslı sorulardan biri şu olabilir; kolektifin anlatımıyla Ahmet Metin ilk gençliğinden beri okumakla, teorik düşünmekle ülfeti bulunan bir isimdir. Mücadelenin hangi alanında bulunduğundan bağımsız olarak "sabahlara kadar okumak" onun tipik özelliklerinden biridir. Ancak o aynı zamanda çok iyi bir pratik müdahalecidir ve Gazi'den Kayıplar mücadelesine dek devrimci sosyalistlerin tarihinde iz bırakan pek çok işte onun birincil emeği vardır.

Dolayısıyla ölçü orası olmalıdır. Şayet bir sosyalist onun kadar okuyup hayatın düşünce alanına da onun kadar asılıyorsa dolu dolu bir ifadeyle "pratikçi" olduğunu rahatlıkla söyleyebilir ama onun kadar yapabiliyorsa. Diğeri zamanla karikatüre ve kendi kendinin amacına dönen, giderek sığlığın-yüzeyselliğin, hatta kapasite darlığının meşrulaştırıcı ifadelerinden birine varır. Hatta bir adım sonrası okuyan, yazan, teorik meselelerle uğraşan insanları hakir görmeye veya değersizleştirmeye dek uzanabilir. Toplamdaysa kolektife kaybettirir. Kaldı ki aynı zamanda  kültürel bozumun fideliği halini alacak bir darlaşmayı besler.

Mesela kendi teori politikasına hakim olmayan, birbirin tekrar etmeyen kurallı ifadelerle beş dakikacı konuşamayan, kolektifinin hedeflerini, bulunduğu yerin-alanın özgünlüklerine varana dek bin bir yolla anlatamayan ve bunları yaparken gönül kazanamayan bir yöneticinin emekçi solun diğer bileşenlerinde, onları bir yana bırakalım, yüzünü sosyalistlere dönmüş bireylerde saygı yahut etki yaratması mümkün müdür?

Dikkat edelim, adı bilinen pek çok ölümsüzümüz çeşitli sahalarda yüz yüze geldikleri emekçi solun diğer bileşenlerinde saygı uyandırmışlardır ve kolektifin pratik etkisinin ötesinde kazanılan saygınlığın ete kemiğe bürünmesinde büyük payları büyük payları olmuştur. Kolektifin ayırıcı özgül ağırlığı işte bu gibi isimler ve tutumlarla oluşmuştur.

Pratikçilik konusuna verilen öneme atıf yapmayı sürdürerek ve aynı zamanda yine çubuğu tersine bükerek şunu söyleyelim: Pratik zenginliği öyle ya da böyle yaratılabilir. Diyelim ki bir kampanyayla her alanda politikanın merkezine gelinebilir. Bunlar sanılandan ve yer abartılandan çok daha kolaydır. Geçmişte hem kolektifin böyle olduğu zamanlar vardır hem başka araç ve biçimlere odaklanan kimi diğer devrimci akımların. Ya sonrası? İşte o "sonrası" için mesela Ahmet Metin gibi mesela Bayram Namaz gibi, Yeliz Erbay gibi. Aynı zamanda okuma, düşünme, biriktirme tutkusuna sahip olmak adeta zorunludur. Amacı ne olursa olsun bunu öteleyen, değersizleştiren, ikincilleştiren her yaklaşım, önünde sonunda, vasatlığın ajitasyonuna ve "Ama daha fazlası imkansız" bezginliğine döner.

Kaldı ki bu düzey kaybı, en başta kişilerin kendine haksızlıktır. Zira devrimci sosyalistlerde düşünenler ve dövüşenler biçiminde birbirinden yalıtık kategoriler yoktur ve olmayacaktır. Tıpkı Deniz'de, Mahir'de ve İbo'da olmadığı gibi. Dolayısıyla sahayı, pratiği öne çıkaran her bireyin aynı zamanda, elbette önce ilgili sahaya dair ama asla orasıyla yetinmeyen esaslı bir entelektüel birikime de sahip olması, bunu denetlenebilir bir planlamayla hedeflemesi zorunludur. Herkesin giderek birbirine benzediği, eylem kapasitesi dar pratikçilikten öteye geçmeyen her organizasyon, önünde sonunda dönüp kendi kendini yemeye başlar ki Türkiye devrimci sosyalist hareketinin tarihi bu gibi örnekleri de içerir. Saha ve pratik vurgusu ve eylemliliği kendini de aşma hedefine bağlanmadıkça zamanla öğütücüleşir. Çünkü ona yön veren akılda ancak birikim kazanmakla elde edilebilir.

Konu ile bağlantısı çerçevesinde, şu veya bu biçimde kafasında sorulan olan ancak bu sorular bazen sosyalizmin temel meselelerine değen, bazen kültürel-felsefi bir alana açılan bir arkadaşımızı düşünelim. Onun sorunu daha az veya çok pratik yapmak değildir ki ona çözüm olarak pratikten sokaktan söz edelim. Sapla samanı karıştırmak tam da budur. O arkadaşımız Bayram Namaz'a gittiğinde muhtemelen oradan bambaşka bir ufukla dönecektir, tıpkı Ahmet Metin'e gittiğinde olduğu gibi ama onlar her söze "saha, sokak" diye başlamamış ve mesele her ne ise onu çok daha geniş bir çerçevede etraflıca ele alarak meseleyi tartışmıştır. Aksi durumların/tutumların, aslında bir arada olunması ve yürünmesi gerekli insanlarımızı farkında olmadan dışarıya itmek olduğunu hatırlatmak gerekir. Militanlık ile darlık yahut sekterlik karıştırılmamalıdır zira bunlar bambaşka şeylerdir, ilki karşıdevrime karşı gösterilir, hedefi orasıdır ve ikincisi hiçbir yerde olmamalıdır. İçe dönük bir dille propaganda yapmak, meseleleri buradan kavramak sadece kaybettirir ki malum, emekçi solun neredeyse bütün bölükleri, devrimci sosyalistleri hem düşünsel kalibre genişliği hem derde derman olma kapasiteleri başlıklarında övegelmişlerdir.

Bu düzeyden de geriye düşmemenin yolu, praksisin hakkını vermek yani düşünsel birikim ve olgunlukla pratik birikim-iş bitirici yaratıcılık ve olgunluğu iç içe geçirmektir. Herhangi birine meyledenin türlü komplikasyonlara maruz kalması kesindir. Herhalde kimsenin o düzeyden geriye düşme lüksü yoktur ve eğer geriyse herkesin asgari çıtasının onlar olması gereklidir. Zira kolektiften bir şey almak/tüketmek, onun prestijiyle kendini yaşatmak istemiyorsa, her kolektif bireyin ona kendinden bir şeyler eklemesi, çıtayı yükseltmesi en doğal görevlerden sayılmalıdır ve mesela kendisini bir de buradan, bu düzeyden hesaba çekmesi devrimci sonuçlar üretme zemini sunacaktır.