22 Kasım 2024 Cuma

Buradan çıkış var mı? - İlke Başak Baydar

Başta kadınlar olmak üzere herkes için bir çıkış yolu var. Ve belki o yolu zulüm makinelerine karşı direniş olarak tariflemek mümkün. Uzun zamandır savaşın gerçekliğini hayatta kalanlardan dinlediğim için bugün direnişe ve özgürlüğe ne kadar yakıcı biçimde ihtiyacımız olduğunu söylerken içim çok rahat. Bu yalnızca ezilen halkların göç yollarında yaşadığı şiddet hikâyelerinin önünü kesmeyecek, tüm dünya halkları için eşit ve özgür bir yaşamın yolunu açacak.
Bugün coğrafyanın kader olduğuna dair tartışmalar kaderin de coğrafya olduğu meselesi üzerine yoğunlaşıyor. Elbette, 14. yüzyılda söylenmiş bu sözün ardından geçen zaman-lar bizlere bambaşka bir coğrafya ve sınır tanımı getirdi. Ulus-devletlerin ortaya çıkışıyla birlikte yeni bir hal kazanan sınır meselesi, kendine has "vatandaş" kavramını ve "mülteci" kavramını da yarattı. Öyle ki savaşın halkları yersiz yurtsuzlaştırdığı gerçeğinden daha çok tartışılanlar "göçmen", "mülteci", "sığınmacı", "vatansız" gibi tanımlarla ezilenleri kategorize eden mefhumlar oldu. Bu metinde, "mülteci" mefhumu özellikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi'ne getirdiği coğrafi sınırlamaya atıfta bulunarak yaşadığı coğrafyayı terk etmek zorunda bırakılmış herkesi kapsayacak politik bir kategori olarak yer bulacaktır.
 
Günümüzde dünya üzerinde zorla yerinden edilmiş 65,6 milyon insan bulunmaktadır. 2017 3RP (Regional Refugee & Resilience Plan 2016-2017) raporuna göre, Türkiye, Suriye'deki iç savaş sonrasında en yüksek sayıda mülteci barındıran ülke konumunda bulunmaktadır. 2011 yılında Suriye'de başlayan krizde 2017 yılına dek 400,000 ila 470,000 arasında insanın hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Ülkenin savaş öncesinde 22 milyon olan nüfusunun %11,5'inin öldürüldüğü ya da yaralandığı tahmin edilmektedir. Yaklaşık 7,6 milyon Suriyeli, savaştan ve ekonomik çöküşten kaçmak için ülke içinde yer değiştirmiş; 4,8 milyon kişi de komşu ülkelerde mülteci olarak kayıt altına alınmıştır.  Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'nün 2017 yılında açıkladığı verilere göre Uluslararası Koruma altında bulunan 112.415 kişi, 22.03.2018 tarihinde açıkladığı verilere göreyse Türkiye'de Geçici Koruma altında bulunan 3.561.707 kişi mevcuttur. Türkiye'de Geçici Koruma altında bulunan 227.075 Suriyeli Geçici Barınma Merkezleri'nde yaşarken 3.334.632 Suriyeli ise kentlerde yaşamaktadır. Yani bugün Türkiye'de 4 milyonu aşkın mülteci bulunmaktadır ve mülteci nüfusun çoğunluğunu kadınlar ve çocuklar oluşturmaktadır.
 
Peki, bu soğuk veriler bize savaş hakkında ne söylemektedir? Savaşın dünyanın her yerinde ezilen halkların yaşamlarını zorlaştırdığı herhalde ilk akla gelen olacaktır. Özellikle Türkiye gibi soykırım ve yok etme üzerine kendisini kuran ulus-devletlerdeki ırkçılık mültecilerin hayatlarını daha da zorlaştırmaktadır. Yoksulluğun kadınlaştığı ve Kürtleştiği 21. yüzyılın Türkiye'sinde mülteciler güvencesiz ve kayıt dışı istihdamla edilmektedir. Emek sömürüsünün en kaba halleri artık kentin dört bir yanına dağılmış merdiven altı tekstil atölyelerinde günlük 8 Türk Lirası'na çalıştırılan mülteci çocukların sırtındadır. Tecavüzün bir yönetim biçimi haline geldiği günümüzde mülteci kadınlar da erkek devletin cinsiyetçi politikaları sebebiyle yaşam hakkının tehdidi ile karşı karşıyadır.
 
'BURADAN ÇIKIŞ VAR MI?'
 
X adlı kadın X adlı Afrika ülkesinden Türkiye'ye 2015 yılında geldi. Avrupa ülkelerinden gelmediği için Türkiye'ye mültecilik başvurusunda bulunamadı. Yaşadığı coğrafyadan savaş sebebiyle gelmişti. Rıza ile doğurmadığı 2 çocuğunu geride bırakarak Türkiye'ye geldiğinde yine rıza ile doğurmadığı 2 çocuğu oldu. İstanbul'un X ilçesindeki bir tekstil atölyesinde aylık 800 Türk Lirası maaşla çalışırken patronunun cinsel saldırısına uğradı. Mülteciler için kayıt dışı çalışmanın yasak olduğu absürt hukukun "Neden güvencesiz çalıştın?" sorusuyla birlikte sınır dışı ettiği birçok mülteciden biri olmamak için patronu hakkında hukuki süreç başlatamadı. 8 aylık hamile ve kimliği olmadığı için kamu hastanelerinde sağlık hakkına erişimi yok. Hikâyesini tek solukta anlatıyor ve arada cevap beklemeden soruyor: "Bilmiyorum, buradan çıkış var mı?"
 
BİR KİŞİ DAHA EKSİLMEYECEĞİZ!
 
Aslında sorunun cevabı bizim hem kaderi hem coğrafyayı nasıl parçalayacağımızda gizli. Elbette, başta kadınlar olmak üzere herkes için bir çıkış yolu var. Ve belki o yolu zulüm makinelerine karşı direniş olarak tariflemek mümkün. Uzun zamandır savaşın gerçekliğini hayatta kalanlardan dinlediğim için bugün direnişe ve özgürlüğe ne kadar yakıcı biçimde ihtiyacımız olduğunu söylerken içim çok rahat. Bu yalnızca ezilen halkların göç yollarında yaşadığı şiddet hikâyelerinin önünü kesmeyecek, tüm dünya halkları için eşit ve özgür bir yaşamın yolunu açacak. Kadınlar olarak bizler, hayatın her alanını direniş alanı haline getirerek çıkış yollarını kendimiz yaratabiliriz. Ki bu bir ihtimalden daha çok bir zorunluluktur. Ve o zorunluluğu en hakiki açıklayan da belki, İstanbul'dan Kobanê'ye çocuklar coğrafyalarında özgürce yaşayabilsin, yerlerinden edilmesin, oyun oynayabilsin diye yola çıkan 33 arkadaşımızın hatırasıdır.
 
Yeni yıla yaklaştığımız şu günlerde herkesin kendi özgür vatanlarında mutlu yaşadığı bir dünya dileğiyle.