Bora Poyraz yazdı: Gerçeğin yarısı ve mümkünün kıyısı
İnsan canlısı soyutlar, ideale kavuşturur ve onu hakikat kılmaya girişir. Sosyalizm-komünizm mücadelesinin hikâyesinin kökünde bu itiraz ve ideal vardır; ikisi de hakim üretim tarzının eleştirisinden doğmuştur. Bazen "eleştiri silahı" ve bazen 'silahlı eleştiri' son 150 yılın mücadele biçimlerinde birbirini yoğurarak, birbirine kıvam kazandırarak yer almıştır. Umut da oradan, o zeminden hareketle inşa edilir.
Kaba materyalizmle diyalektik materyalizmin ortak çıkış noktası maddi dünyadır. İkisi de dünyanın bilinebilirliğinde ortaklaşır. Ancak bundan sonra yollar ayrılır. İlkel ve soyutlama kapasitesi bulunmayan yahut pek az olan kaba materyalizm, baktığı her yerde olgular görür. Gördüklerini basmakalıp hale getirip sorulan ne varsa o şablondan yola çıkarak yanıtlar. Kısa sürede mekanik hareket tarzına kilitlenir. Mutlak bir determinizme bağlı zorunluluklardan ötesini düşünemez. Olguların önünde secde edişi, olguculuğa/pozitivizme yenilerek özgürlük imkânını kaybeder.
Kaba materyalizmde 'olmayan' diyalektiktir. Tuhaf bir biçimde, diyalektikçilerin büyük çoğunluğunda, mesela Hegel'de olmayan da materyalizmdir. Marks iki durumun da eleştirel analizini kendi yönteminde gerçekleştirdi.
Kaba materyalizm genellikle "yasalı" düşündüğü için hiçbir zaman "sınır ihlali" yapmaz. Her ne olmuşsa hepsi belli bir işleyiş düzeni çerçevesinde zorunluluktan kaynaklanmaktadır söz gelimi. Topluma da böyle bakar, iradeye kapı aralamaz. Türlü olasılıkları tartışmaz. Düşünceyi 'beyin salgısı' sanmaları boşuna değildir.
Bu yöntemin çok kısa bir sürede radikalliğini kaybetmesi hatta gerici siyasal projelerin katalizörüne dönmesi işten değildir. Nihilizme, sinizme, göklerden kurtuluş ummaya karşı çıkan kaba materyalizm, çekirdeğindeki determinist otomatizm nedeniyle bir başka biçimde beklenti yaratacak, iradeyi kısıtlayacak ve bu arada bunlar gerçekleşmeyeceği için bozucu, dağıtıcı ve çürütücü olacaktır. İki zıt kutup gelip bir müşterek sonuçta buluşmuştur böylece. Din adamının cennet vaazı ile kaba materyalizmin mutlak özgürlük vaadi, insana yer bırakmayan kapalı devre işleyen mantık nedeniyle birbirinin ikizi halini alıverir.
Diyalektik materyalizm bu kör noktaya müdahaledir. Maddi dünyaya dair ne varsa tamamını belli prensipler çerçevesindeki 'değişim' merceği ile ele alır. Dünyaya ruh katar. Tarihe ve toplumlara da pek tabi... Çünkü kaba materyalizmde umut yoktur, umudu imkâna dönüştürmeyi hedefleyen amaçlı insan faaliyetine/eylemine yer yoktur, amaçlı faaliyet sırasında değiştirdiği dış dünyadan etkilenen ve bu arada kendisi de değişen, idrak ve soyutlama kapasitesi gelişen insan yoktur. Orada kanunlar, işler, sonuçlar her zaman sabittir ve bütün sonuçlar önceden kestirilebilir gibi mekanik bir bakış hakimdir.
Kendi halinde sıradan görülebilecek bu ayrım noktaları teoriye, politikaya, pratik formasyonlara, kültüre, gelecek tasarımına, ideal kavramına yüklenen anlama dek sonsuz başlığa doğrudan etki eder, onların her birine karakterini kazandırır (veya kaybettirir).
En bilinen örneklerden birine başvurabiliriz. 1900'lerin başındaki Rusya'dayız. Lenin, şakkındır ve ibretle kaydetmektedir: Materyalizm kavrayışları düz ve kaba olan Martinov 'düş görmek' hakkında saçmalamaktadır. Kendisi gerçeklere bağlıdır elbette ve Marks'ın, "insanlık önüne çözebileceği sorunları koyar" cümlesini dayanak haline getirmek 'düş görme hakkı olmadığını' söyler. Buradaki yöntemsel sefalet bugün bile, okuyanları acındırır. Lenin, buz keser, Pisarev'un alıntısıyla, bu güreşe ne denli uzak olduğunu "Ne Yapmalı"ya kaydeder.
Mekanik materyalizmle hemhal Marksizm anlayışının vardığı yer II. Enternasyonal'de emperyalist sömürgeciliği "demokratik sömürgecilik" savunuya da varmıştır. Bazen, sadece bir cümleden ibaretmiş gibi duran esasa dair yanlışlıklar on milyonların, yüz milyonların hayatını doğrudan etkileyebilmektedir kısacası.
Kaba materyalizm sürpriz sevmez. Bize gerçeğin yarısını gösterir. Orada dondurur hayatı. Metafiziği sevmesi bundandır. Uygun toprakta gerekli güneş ışığı ve suyu alan tohuma bakar, çatlağını görür ve tohumun yerine insanı koyarak onun da 'mutlaka' o tepkimeyi vereceğini söyler iddiasını hakikatin diğer yarısıyla sınamaz, sınamaya gerek duymaz. Hayatın her defasında yanlışladığı bu bakış, idealizm karşısındaki konumlamasıyla mekan tutan materyalist çıkışın gücü nedeniyle varlığını sürdürmüştür.
Diyalektik materyalizm, sadece 'ne' diye sormaz, orada takılıp kalmaz, 'nasıl' diye sürdürür. İşleyiş mekanizmasına odaklanır, onu oluş-akış halinde ele alır, birebir kestiremese de muhtemel değişim dinamiklerini öngörür, her safhada onunla ilişkisini yeri bir düzeyde tazeler. Onda kesinlik yok, muhtemel sonuçlar vardır; hangi ihtimalin ağır basacağını karşılıklı ilişkiler ve maddi zemin belirler.
Burada akla hemen Marks gelecektir. İnsanların tarihlerini kendilerinin yapacağını söyleyerek kaba materyalizmden ve bunu gelişigüzel değil belli şartlara bağlı yapacakları kaydını düşerek de idealizmden ayrı bir yerdeki konumlanışı hatırlatır. Kaba materyalizmde 'Tarihte bireyin rolü' sıfırdır mesela; oysa o da Marks'ın çerçevelediği analizle uyumludur.
Geleceğe dönük büyük umutlar taşıyan bilimsel teori ve felsefe olarak Marksizmde bu nedenle umuda, iradeye, günden güne daha artan-çoğalan bir kuvvetle yer vardır. Marks, pek çok analizinde ve dönemin irade üreten politik çıkışlarında bunların tayin edici sonuç olma imkânının azlığına işaret ederken, kapitalizmin henüz kendi sınırlarına varmadığından hareket ediyordu. Kısa zaman sonra, emperyalizmle kategorik olarak o sınıra dayandı kapitalizm. Lenin de irade faktörü biraz daha öne çıktı. O da keyfi değildi ve koşullarla doğrudan ilişkisi içinde anlamlıydı. Bugün düne kıyasla daha da böyledir. Bunu söylemek salt dar grup eylemine işaret etmek değildir; çok daha geniş bir zeminde kitlelerin yeryüzündeki türlü dayanışmaları, mücadele ortaklıklarıyla kapitalizmin aşılabileceğini, bunun maddi zemini bulunduğunu ortaya koymaktır.
İnsan canlısı soyutlar, ideale kavuşturur ve onu hakikat kılmaya girişir. Sosyalizm-komünizm mücadelesinin hikâyesinin kökünde bu itiraz ve ideal vardır; ikisi de hakim üretim tarzının eleştirisinden doğmuştur. Bazen "eleştiri silahı" ve bazen 'silahlı eleştiri' son 150 yılın mücadele biçimlerinde birbirini yoğurarak, birbirine kıvam kazandırarak yer almıştır.
Umut da oradan, o zeminden hareketle inşa edilir. Orada da kaba materyalizmle yapısal farklılıklar görülür. Kaba materyalizm genelleyicidir zira formülasyonla düşündüğü için umudu ve 'bedel'i anlamaz mesela. İnsan iyi yaşamalıdır, insan özgür olmalıdır gibi genellemeler sinik bir eylemsizliğe varır. 'Evet, ama' diye söze başlamak hayatın diyalektiğini, gereklerini anlamak çoğu defa işe yaramaz. Mekanik materyalist için devrimcilerin hayatları, yüksünmeden göğüsledikleri zorluklar anlaşılır ve anlamsız gelecektir.
Düşün, hayalin, idealin, amaçlı insan faaliyetinin uğramadığı her yöntemin üreticileri bu denli uzak ve yabancı kalacaktır. Politik bağlamının çok ötesinde bir teslimiyet vardır bu bakışta. Yarım hoca dinden, yarım hekim candan ettiriyorsa, yarım gerçek de kalpten ettiriyor, nihayet. Kalpsiz bedenin posalaşması pek kolaydır.
Diyalektik mükemmeli yadsır. Mükemmel, insanın ideali ve arayışıdır. Oraya ulaşmaya çalışır. Ulaşıldıkça ulaşılmazlığı tam da bu nedenledir. Sonsuz bir akış ve oluştur doğa ve toplum. Amaçlı insan faaliyeti, birbirine radikal ve köklü biçimde karşıt sınıfların mücadelesi halini alır. Burjuvazi zamanı 'şimdi'de dondurmaya çalışır. Aşılmamak için buna mecburdur. Sınırlar, devlet şiddet tekeli hep bu amaç içindir. Burada iyilik-kötülük değil, onları çok daha kuvvetle aşan buz gibi sınıfsal çıkarlar vardır.
Kapitalizmi aşma mücadelesi bu nedenle aynı zamanda aydınlatma-aydınlanma amacıyla iç içedir. Dondurulmak istenen görüntünün öncesini ve muhtemel sonralarını anlamak toplumsal eylem dalgaları sistemin kıyılarını döverken dahi gerekli olur.
Umuttan bahseden onu hakikate döndürmeye girişiyorsa bir başka düzeye sıçramış demektir. Onun yeri, mümkünü toplumsal devrimdir. Elbette her "mümkünün" bir sınırı vardır. Bizim irademizle şekillenen mümkünün de sınırı olacaktır. Yeni koşullarda bu sınırlar farklılaşır. Bize düşense o sınırlara dayanacağımız/yaslanacağımız o imkânsızın/mümkünün hakkını vererek üretmektir.