Sömürgeci Türk devletinin “Fırat Kalkanı” adı verilen Rojava ve Suriye’yi işgal saldırısı 24 Ağustos 2016’da Cerablus’la başladı. Ardından Şehba Bölgesi’nde bulunan Bab kenti 24 Şubat 2017 tarihinde işgal edildi. Bu işgallerle Türkiye o tarihe kadar gayrı resmi bir şekilde Suriye topraklarında bulundurduğu gizli askeri varlığını, uluslar arası kamuoyunun önüne çıkarmış ve resmen komşu bir ülkenin topraklarını işgale girişmiş oldu. Bu işgal elbette faşist Türk devletinin kendi başına karar verebileceği bir saldırı değildi.
Türk devleti işgal planını, bölgede Suriye rejiminin yanında saf tutan Rusya’nın öncülük ettiği bölgesel ve uluslararası anlaşmalar sonucu gerçekleştirebildi. Rusya, İran ve Türkiye’nin Kazakistan’ın başkenti Astana’da yaptıkları anlaşmalar doğrultusunda, hem Türkiye’nin El Nusra benzeri çetelerden desteğini çekmesi sağlandı hem de Halep’in doğu ve kuzeyindeki İdlib, Doğu Guta, Dara, Kuneytra bölgeleri çatışmasızlık alanları olarak ilan edildi. Bu yolla, Rusya ve Suriye rejiminin bölgede bulunan çete gruplarına daha güçlü darbeler vurmasının yolu açıldı. Anlaşma kapsamında Türk devletine, adı geçen bölgelerde “çatışmasızlığı denetleme” adı altında askeri üsler kurmasına izin verildi. Başka bir ifade ile rejimin Halep’i almasına karşılık, Cerablus ve Bab çevresi Türk devletine ve onun himaye ettiği çete gruplarına verildi. Böylece hem Halep’teki çete unsurları temizlenerek rejimin eli güçlendirildi hem de, faşist Türk devleti ve çeteleri bölgeye sokularak, Efrîn ve dolayısıyla Rojava devrimi kuşatmaya alındı.
Astana toplantısında alınan “çatışmasızlık bölgeleri” kararı ile Suriye ordusunun Rusya, İran ve Hizbullah desteğinde gerçekleştirdiği geniş çaplı askeri operasyonların önü açılmış oldu. Suriye rejimi kendini bu alanlarda güçlendirirken, çete grupları Türkiye’nin işgal ettiği bölgelere taşındı. İdlib, Dara, Kuneytra bölgelerinde sıkışan çeteler ve aileleri Cerablus, Bab ve çevresine yerleştirildi. Böylece, hem faşist sömürgecilere bir kitle temeli yaratılmaya çalışıldı hem de bölgenin demografik yapısı değiştirilerek, Rojava kantonlarının birleşmesi engellenmek istendi. Nitekim bu kirli plan, Efrîn’in işgali ile birlikte daha açık hale geldi. Yüz binlerce Efrînli yerlerinden sürgün edildi. Onların yerlerine, farklı çete grupları yerleştirildi.
ÇETELERİN GANİMET SAVAŞLARI
Türkiye, Rusya ve İran arasında varılan anlaşmalar gereği rejimle çatışma halindeki gruplar, Suriye’nin birçok merkezinden alınarak, Türkiye tarafından işgal edilen alanlara yerleştirildi. Türk devleti tarafından işgal edilen ve hızla demografik yapısı değiştirilen bölgede, çete grupları arasında iktidar kavgası hemen başladı. Keza aynı gruplarla bölgede yaşayan halklar arasında da yeni krizler ve ciddi toplumsal sorunlar ortaya çıktı. Son dönemlerde adları daha sık duyulan Ehrar El-Şerqiye, Siwar El-Xab gibi çete grupları bu alanlarda öne çıktı. Bu çete grupları lojistik ve askeri destekleri doğrudan AKP/Saray diktatörlüğünden alıyor.
Suriye’deki en büyük çete gruplarından biri olan Ehrar El- Şerqiye grubu çoğunlukla Dêra Zor, Tabqa ve Rakka’nın güneyindeki aşiretler tarafından kuruldu. Bu gruplar son zamanlarda Efrîn, İdlib ve Halep’in kuzeyine yerleştirildi. İlk başlarda Dera Zor’da gerçekleştirilen petrol ticaretini kontrolü altında tutan bu çete grubu El Nusra’nın zayıflaması ile birlikte doğudan çekilerek batı ve Kuzey Suriye’ye yöneltildi.
Öncülüğünü Şietat aşiretinin yaptığı bu çete grubunun gelişimi hayli dikkat çekici. 2014 yılında DAİŞ çeteleri Şietat aşiretine yönelik katliam gerçekleştirmiş, 700 genç katledilmişti. Dera Zor bölgesinde yaşayan Sünni bir aşiret olan Şietatlar, katliamın ardından DAİŞ karşıtı mücadelede kendisine mütefik arayışına girişti. Şietat aşireti Tenef bölgesinde ABD güçlerini destekledi ve bir dönem de Suriye Demokratik Güçleri (DSG) içerisinde de yer aldı. Ancak daha sonra DSG’den ayrılan Şietat aşireti Cemu Edil, Ceyş El-Şerqiye, Fersan El-Şerqiye, Fihûd, Ebas, Hesekê, Xetab gibi çeteleri bünyesine katarak Ehrar El-Şerqiye ismini aldı.
Bölgede son dönemlerde adı sıkça duyulan bir diğer çete grubu da, daha çok insan kaçırarak fidye isteyen El-Hemze isimli örgüt. Bu çete grubu ABD’nin “eğit donat” projesi kapsamında 23 Nisan 2016 tarihinde kuruldu. ABD, Hemze örgütüne askeri eğitimin ardından zırhlı araç ve füze desteğinde de bulundu. Haziran 2016 yılında Özbeklerden oluşan Semerkant Tugayı da bunlara katıldı. Hemze ve Sultan Murat çete grupları arasında sıkı ilişkiler bulunuyor. Bu çete grubu aldığı askeri araçları Efrîn ve Minbic’in batısındaki köylere yönelik saldırılarda kullanmaya başladı.
Ehrar El-Şerqiye çeteleri ABD’nin eğittiği Hemze çete grubu ile girdikleri çatışmalar nedeniyle de ABD’ye karşı kin tutuyor. Idlib’e bağlı Sermeda bölgesinde Ehrar El-Şerqiye ve Sultan Murad Tugayı çeteleri arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. Bu çatışmaların sebebi ise iki çete grubunun çalınan arabalar ve talan edilen malların satışı üzerinde anlaşamamasıydı. Ehrar El-Şerqiye çeteleri Efrîn ve Bab’taki Hemze çete grubuna üye en az 200 çeteyi yakalamıştı.
BAB HALKI ÇETELERİ İSTEMİYOR
Bab halkı son olarak Ehrar El-Şerqiye çete grubunun uygulamaları karşısında alanlara çıktı. Ehrar El-Şerqiye çeteleri Efrîn’in güney girişine “Dêrazor’a hoş geldiniz” yazmıştı.
Ehrar El- Şarqiye ile Hemze çete grupları arasındaki çatışmalara Bab’ta bir mahalleyi elinde bulunduran El Wakî aşireti de dahil oldu. Bu çatışmalardan kendisine fayda devşirmeye çalışan Türkiye aynı zamanda bölgedeki Arap ve Türkmen halkları bir birine kırdırıyor. Türk devleti işgal ettiği alanlardaki denetimi tamamen kendi eline alabilmek için bölgedeki çete gruplarını tasfiye etmeyi planlıyor. Bunu da çete gruplarını birbiri ile çatıştırarak gerçekleştirmek istiyor. MİT’in kurup desteklediği Sultan Murad ve Siqûr El-Cebel çete grupları arasında yaşanan çatışmalar da bunun bir göstergesi.
Türk devleti kendi eliyle suç işleyen çete gruplarını tasfiye ederek Tehrir El- Şam (El Nusra) çetesini yeniden bölgede örgütlemeyi amaçlıyor. Astana görüşmeleri sırasında El Nusra’nın “terör örgütü” olarak ilan edilmesi ve Türk devletinin de onlara desteğini kesmesi sağlanmıştı. Ancak, karşılıklı olarak, birbirlerinin arkasından iş çeviren Astana anlaşmacıları, bu örnekten de görüleceği gibi anlaşma maddelerini delmenin de bir yolunu bulmuş oldular. Çatışmasızlık kararına rağmen Esad rejimi ve Rusya, Guta’ya saldırdı. Türkiye de, El Nusra’ya desteğini sürdürmeye devam etti. Şimdilerde, Türk devleti, işgal ettiği yerlerde El Nusra’ya yer vererek, kendisi geri çekilmek zorunda kaldığı taktirde, güvenilir bir müttefikini, esas amacı olan Rojava kantonlarının birleşmesini engelleyebileceği bir konumda bırakmak istiyor.
KURTARICI MİSYONU İLE MEŞRUİYET ARAYIŞLARI
Beslediği çetelerin gerçekleştirdiği saldırı ve uygulamalar Bab halkı tarafından yoğun tepkilere neden olunca, Ehrar El-Şerqiye çete örgütü ile Al Waki ailesi arasında yaşanan çatışmalara Türk devleti müdahil olmadı. Ancak Türk devleti; bir yandan çete örgütlerini halka saldırtırken, öbür taraftan artık tüm kirli yüzü ortaya çıkmış, teşhir olmuş bu çete örgütlerini tasfiye ederek kendisini bir kez daha kurtarıcı gibi göstermeye çalışıyor.
Seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte Türk devleti işgal ettiği yerlerde yaşanan olayları tersyüz ederek bir kez daha sonuç almayı hedefliyor. Bab ve çevresinde yarattığı karmaşayı havuz medyası aracılığıyla gündeme taşıyan Türk devleti, bu şekilde Efrîn’de yaptığı etnik temizlik ve demografik değişim üzerindeki dikkatleri dağıtmış ve Humus gibi yerlerden getirdiği çeteleri rahatlıkla gözden ırak şekilde Efrîn’e yerleştirmiş olacak.
Çatışmaların süreklileşmesi aynı zamanda Halep çevresindeki köylerde ikamet eden halkın sürekli olarak tehlike altında olması anlamına geliyor. Türk devleti bu siyaseti daha önce Bab’da Nusra ve Nuredîn Zengi çeteleri arasında çatışmalar çıkartarak uygulamıştı. Bu durumdan kaçan halk Türkiye’ye göç etmişti. Şimdi de aynı siyaset bir kez daha uygulanıyor. Bölgedeki Arap işbirlikçileri ve ailelerini Efrîn’e taşıma planları yapılıyor. Bab’a yakın Şebran alanında otobüslerin hazır bekletilmesi de bu planın uygulamaya konulduğunu gösteriyor.
Bölgede çeteler arasında yaşanan kaotik çatışmaların yarattığı tepkiyi, bu olaylara müdahale ederek çözen büyük devlet imajı ile kendi lehine çevirmeye çalışan faşist Türk devleti, bu plan kapsamında kimi çete gruplarını tasfiye etmeye yönelmiş görünüyor. Bu çete grupları arasında, şimdiye kadar iş tuttuğu birçok örgüt var. Ehrar El-Şerqiye, Siqûr El-Cebel, Liwa Şuheda Bedir, Lîwa Ehrar Sûriya, Ehrar El-Xab, Siwar El-Xûta, El-Ceyş El-Weteni, Siqûr El-Şam Tugayları, Ceyş El-Muhacırin, Ceyş El-Islam, Ceyş El-Mucahiddin, Ebû Emara Taburları’nın isimleri tasfiye edilecek gruplar arasında geçiyor ancak, bu hem kolay değil hem de kısa uygulanacak bir plan değil.
Süreç her bakımdan karışık ve daha da kaotik hale gelecek gibi görünüyor. Cerablus-Bab ve şimdilerde Efrîn işgali ile ele geçirilen alanlar faşist Türk devleti için bir bataklık halini almaya başlamış bulunuyor. Tarihte benzeri örnekleri yaşayan emperyalistler gibi Türkiye de eğittiği çetelerin kendisine silah doğrultması endişesini yaşıyor. Onlar bu tehlikeyi bugünden yok etmeye çalışıyor. El Kaide, IŞİD örneklerinde olduğu gibi kendisini kullananlara da dönen silahları taşıyan gruplar, elde patlayacak birer bomba halini de alabiliyor. Faşist Erdoğan iktidarını korkutan gerçek de budur. Ve korkularının gerçek olması için çok uzun zaman geçmeyecek gibi görünüyor.