9 Ekim 2024 Çarşamba

Arzu Demir yazdı | Sendikalar mülteci/göçmen işçileri ne zaman görecek?

DİSK, Türk-İş ve Hak-İş ve bağlı sendikalar, daha öncekilerde olduğu gibi Afgan Mohammad Nourtani cinayeti karşısında da sessiz kalmayı tercih etti.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin özellikle ikinci turunda, seçim ittifaklarının pazarlık maddelerinin başında mülteciler gelmişti. Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, faşist Ümit Özdağ'ın desteğini almak için "Suriyeli mültecileri geri gönderme" sözü vermişti. O günlerde, dönemin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun, "Şu anda Türkiye'de tarım sektörü, sanayide, hallerde istihdama ihtiyaç var. Benim babamın koyunları var mesela çoban bulamıyorum diye söyleniyor. Şu anda iş gücüne ihtiyaç var" şeklindeki açıklaması, sermaye sınıfı için göçmen ya da mülteci işçilerin aslında ne anlama geldiğini göstermişti.

Seçimden iki ay sonra Temmuz ayında bu kez Ankara Sanayi Odası Başkanı Seyit Ardıç, "Ankara'da çok görülmese de Türkiye'nin birçok bölgesinde ciddi oranlarda Suriyeli işçi çalıştırılıyor. Suriyelilerin ülkelerine gönderilmeleri halinde sanayide çok büyük sıkıntılar yaşanır" demişti. Bu cümle de Çavuşoğlu'nun açıklamasının altını çizmişti.

Mültecilere yönelik nefret söyleminin sahibi Kılıçdaroğlu, çok istese de dediğini yapamazdı. Çünkü ilk sermaye birikimini Ermenilerin, Rumların, Süryanilerin, Yahudilerin zenginliklerini gasp ederek yapan Türk burjuvazisi, cumhuriyetin 100. yılında işçi sınıfının en alt tabakasında olan göçmen/mülteci işçilerin emeğinin sömürüsü üzerinden zenginleşiyordu.

Geçtiğimiz günlerde konuştuğum gazeteci yazar Ercüment Akdeniz de bu duruma işaret ederken, "Afganistan'dan Türkiye'ye yola çıkan bir işçi, İstanbul'da hangi tekstil atölyesinde çalışacağını bilerek getiriliyor. Sipariş üstüne geliyor. Uluslararası göçmen kaçakçıları Türkiye burjuvazisi talep etmeden bu ticareti yapamazlar" diyor.

Her türlü güvenceden yoksun bir şekilde dilini bile bilmedikleri bir ülkede çalıştırılan bu göçmen işçilerin, başına nelerin gelebileceğinin somut örneği Zonguldak'ta birkaç gün önce yaşandı. Kaçak maden ocağında çalıştırılan Afgan Mohammad Nourtani, çalışırken fenalık geçiriyor. Hastaneye götürülmek yerine, maden ocağının sahipleri ve yardakçıları tarafından yakılarak bedeni yok edilmek isteniyor.

Bu vahşi cinayet göçmen işçinin cenazesinin tesadüfen bulunmasıyla açığa çıkıyor. Küçük bir kasabada, kaçak bir maden ocağının patronlarına, bir göçmen işçiyi öldürme ve cenazesini ortadan kaldırma cesaretini veren şey, bu sistemin kendisidir. Güvendikleri yargıdır, polistir, medyadır, yani devlettir. 4 yıl önce, genç bir göçmen kadın olan Nadira Kadirova, bakıcı olarak çalıştığı AKP'nin eski milletvekili Şirin Ünal'ın Ankara'daki evinde silahla vurularak öldürüldü. Tüm bilgi ve belgelere rağmen bu ölüm, kayıtlara "intihar" olarak geçti. Ünal, devlet olmanın imkanlarını kullanarak bu cinayetin üzerini örttü.

Göçmen işçiler bir yandan her türlü nefret söyleminin hedefi olup, işsizliğin, yoksulluğun hatta kadına yönelik erkek şiddetinin kaynağı olarak gösterilirken, yaratılan bu nefret ikliminin altında, çok düşük ücretlere çalışmaya mahkum ediliyorlar.

Zonguldak'ta yaşanan cinayetin yanı sıra, iş cinayetlerinde de yaşamını yitiren göçmen/mülteci işçi sayısı her geçen yıl artıyor. İSİG Meclisi'ne göre, 2013 yılının başından Kasım 2022'ye dek 10 yıllık dönemde 828 göçmen işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Bu her yıl ortalama 83 göçmen/mültecinin iş cinayetinde katledilmesi anlamına geliyor. Bunun da buz dağının görünün yüzü olduğunu hatırlatayım. 2022 yılında da tespit edilebildiği kadarıyla en az 90 mülteci/göçmen işçi, güvencesiz koşullarda çalışırken yaşamını yitirdi.

Göçmen ya da mülteci işçiler, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da işçi sınıfının önemli ve çok ağır bir biçimde sömürülen kesimini oluşturuyor. Mesele sadece artık bir insan hakları meselesi de değil. İşçi sınıfına dahil olan ve vahşi kapitalizm dönemindeki koşullarla çalıştırılan yüzbinlerce mülteci/göçmen işçi gerçekliği var artık.

İşçi sendikaları bu gerçeği ne kadar görüyor?

Bu gerçeğin görülerek, mülteci/göçmen işçileri de örgütleyecek bir çalışma yapılmadığı gibi, Afgan Nourtani'nin katledilmesine eylemli tepki gösteren bir işçi sendikası da olmadı. Sadece yeni kurulan Göçmen Sendikası Girişimi'nin eylemi oldu. Bu eyleme, Limter-İş, Dev Yapı-İş gibi muhalif sendikaların yöneticileri katıldı. Ancak DİSK, Türk-İş ve Hak-İş ve bağlı sendikalar, daha öncekilerde olduğu gibi bu cinayet karşısında da sessiz kalmayı tercih etti. DİSK, X platformunda bir mesaj bile paylaşmaya gerek görmemiş. İzmir'de de üç Suriyeli işçi, çalıştıkları inşaatın şantiyesinde yakılarak katledilmişti. Devam eden duruşmaları, insan hakları ve mülteci hakları savunucuları takip ediyor sadece. Bu mesele sadece İHD ya da mülteci örgütlerinin sorunu mu?

Neden bu duyarsızlık?

Bu cinayete tepkisizliği, sınıf hareketinin geldiği durumla mı açıklayacaklar sadece? Yoksa gerçek durum; Kürt işçiyi Türk işçiye, Afgan işçiyi Türk işçiye, Suriyeli Arap işçiyi Kürt işçiye düşman yapan siyasetin, şovenizmin etkileri mi?