1 Ekim 2025 Çarşamba

Arzu Demir yazdı | Politik islamcılığın kadınları köleleştirme saldırıları

Taliban, bu kadın düşmanı politikalarıyla, Afganistan'da erkek egemenliğini politik islamcı temelde yeniden örgütlemeye ve güçlendirmeye çalışıyor. Benzer politikalar, cihatçı HTŞ tarafından Suriye'de faşist şeflik rejimi tarafından Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da, molla diktatörlüğü tarafından İran'da hayata geçiriliyor.

ABD'nin 4 yıl önce yönetimi Taliban'a devrettiği Afganistan'da her gün kadınların yaşamını tam bir cehenneme çeviren adımlar atılıyor. Son bir hafta içinde, Taliban rejimi, üniversitelerde kadınların yazdığı kitapları yasakladı. Müfredattan kaldırılan onlarca kadın yazar imzalı kitaplara ek olarak, insan hakları ve toplumsal cinsiyet kitapları da yasaklandı. Belli ki Taliban, kadınların varlığını tarihten de silmek istiyor.

Rejimi devraldığı andan itibaren kadınlara okumayı ve çalışmayı yasaklamış, tek başına sokağa çıkmasını engellemiş, burka giymeye zorlamıştı. Bunlara karşı sokağa çıkan kadınlara şiddet kullanmıştı. Şimdi de erkek terzilerin kadın kıyafeti dikmesi yasaklandı, bu dikimi yapan terziler de kapatıldı. Kadınların terzi olarak çalışmasına da izin verilmediği için kadınlar, burkalara hapsedilmiş oldu. Sıra, yakında renkli kumaşların satıldığı mağazalara da gelir.

Taliban, bu kadın düşmanı politikalarıyla, Afganistan'da erkek egemenliğini politik İslamcı temelde yeniden örgütlemeye ve güçlendirmeye çalışıyor. Benzer politikalar, cihatçı HTŞ tarafından Suriye'de, faşist şeflik rejimi tarafından Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da, molla diktatörlüğü tarafından İran'da hayata geçiriliyor.

Erdoğan'ın önümüzdeki 10 yılı "aile yılı" ilan ederek, şef tipi aileyi güçlendirmesi, erkek egemenliğinin güçlendirilmesinden başka bir şey değil. Boşanmanın zorlaştırılmasından kürtaj hakkının gasbı girişimlerine, nafaka hakkına göz dikilmesinden kadınların evsel köleliğinin derinleştirilmesi için atılan her adım, kadını, erkek egemenliği karşısında zayıflatmayı, yalnızlaştırmayı, örgütsüzleştirmeyi, iradesizleştirmeyi amaçlıyor. "Cinsiyet eşitliği" kelimesinin dahi sadece bakanlık belgelerinde değil her yelde yasaklanmak istenmesinden, kadın ve erkek eşitliğine inanmadığı söyleyen faşist şef Erdoğan'ın sıkça vurguladığı "eşitlik değil eşdeğerlik" söylemine, kadın katillerinin cezasız bırakılmasından İstanbul Sözleşmesinin gasp edilmesine, kadın cinsine karşı açılan bu savaşın amacı, erkek egemenliğini güçlendirmek. 
Geçtiğimiz aralık ayında Suriye'de rejimin devredildiği El Kaide'nin Suriye kolu HTŞ de Ortadoğu'nun yeni DAİŞ'i olarak kadın düşmanlığının bayraktarlığını yapıyor. Türk devletinin desteğiyle İdlib'de kurdukları "küçük hükümetleri"nde, kadınları zaten köleleştirmişlerdi. Buna itiraz eden kadınları ise katlettiler. Şimdi bu politikaları, ABD ve İngiltere'nin uyguladığı proje ile Suriye'de daha geniş bir alana yayma imkanı elde ettiler.

Cihatcı Golani'nin "Bakan" olarak atadığı Ayşe El Dibs'in açıklamalarına bakılırsa, HTŞ'nin kadın politikalarında rol modeli, faşist şeflik rejimi. AKP'nin "şef tipi" aile politikası, HTŞ eliyle doğrudan şeriat hükümleriyle hayata geçirilecek. Suriye'de bu makbul kadın gömleğini giymeyen kadınlara bedelini elbette çok ağır ödetecek şeriatçı ve kadın düşmanı bir rejim var.

Alevi kadınlara yönelik kaçırma, tecavüz, zorla evlendirme, katletme gibi saldırılar, kadınlara ödetilen bu bedelin çok ağır olduğunun kanıtı.

Golani'nin kendini "devlet başkanı" ilan ettiği, "tek adam rejimi"ni kurma hevesinin yer aldığı anayasada "temel haklar ve özgürlükler" bölümünde "kadın hakları" ile ilgile de bir cümle yer alıyor. "Kadın ve erkeklerin eşitliğinin garanti edildiği" iddiasının ardından gelen "Kadınların toplumsal rolleri, İslam hukukunun ilkeleri çerçevesinde korunur ve saygı görür" ifadesi, çerçeveyi belirliyor.

Mevcut devletleşmiş İslam'ın bu konudaki ilkelerini anlamak için, HTŞ'nin de kendine rol modeli aldığı Erdoğan'ın sözlerine bakmak yeterli: "Kadın ve erkeği eşit konuma getiremezsiniz. Kadınların ihtiyacı olan eşitlikten ziyade eşdeğer olabilmektir. Söylediğim bu. Kadın ve erkek arasında eşitlik değil, eşdeğerlik olması gerektiğini, yani adalet olması gerektiğini vurguladım."

Kadın ve erkek arasında cinsiyet eşitliğinin uygulanması yerine, "Kadın ve erkekler ayrı varlıklardır. Onlar eşitlenemez. Bunun yerine birbirlerini tamamlasınlar" diyen bu politika, kadınlara sadece "kölelik" vadeder. Kadının ille de dışarıda çalışması gerekiyorsa, çalışsın ancak evdeki rollerinde asla bir değişiklik olmasın. Koca karşısında "karı", devlet karşısında "köle" olsun.

Kadını bir nesne olarak gören, erkek egemenliğini yeniden inşa eden bu politikaların uygulandığı bir diğer ülke ise İran. Molla diktatörlüğünün, sırf başını kurallara uygun örtmediği için Kürt kadın Jîna Mahsa Amini'yi katledilmesinin üzerinden 3 yıl geçti. Jîna'nın ölümü, İran rejiminin, kadın düşmanı politikasının billurlaşmış haliydi. Kadınların, molla diktatörlüğüne yanıtı "jin, jiyan, azadî" ayaklanması oldu. Bu slogan, İran ve Rojhilat'ın sınırlarını aşarak, dünyanın her yerinde kadınların, özgürlük ve eşitlik mücadelesinin bayrağı haline geldi. 

Kadın düşmanı politikalardaki bu yoğunlaşma sadece adı geçen bu ülkelere has değil. Latin Amerika'dan Avrupa'ya, kürtaj hakkı, çalışma hakkı başta olmak üzere kadınların kazanımları, giderek gericileşen burjuva iktidarların hedefinde. Özellikle faşist partilerin yükselişiyle birlikte kadınların kazanımlarına yönelik tartışmalar daha çok gündeme getiriliyor. Toplam tablodaki bu durum, erkek egemenliğinin kriz haline ve bu krizden çıkış içinde yöneldiği cins savaşına işaret ediyor. Arjantin'den Afganistan'a kadınlar, hayatları pahasına, kendilerine zorla giydirilmek istenen "makbul" kadınlık kimliğini kabul etmiyorlar. Bu durum, erkek egemen iktidarları korkutuyor. Diğer yandan, kapitalist sistem, derinleşen cins çelişkisine bir çözüm geliştiremiyor. Bu durum da erkek egemenliğinin zeminini sarsıyor. Çağımıza da zaten bu yüzden "kadın ayaklanmaları çağı" diyoruz.

Ayaklanmalar çağını, kadın devrimiyle taçlandıran ise Rojava oldu. Kadınları her şeyden önemlisi "örgütlü bir özne" olarak tarih sahnesine soktu. Hem devrimin kurumlarında eşit temsiliyeti öncelemesi hem de tüm alanlarda kadın kurumlarını inşa etme iradesiyle, Rojava, kadın devrimi karakterini kazandı. Elbette devrimin "mutfaklara taşınması", kadınların evsel köleliğine karşı daha kararlı adımları atması gibi ihtiyaçlar hala yerli yerinde duruyor. Ancak DAİŞ gibi bir beladan insanlığı kadınların liderliğinde kurtarmış olan Rojava'dan çıkarılması gereken en önemli sonuç; erkek egemenliğine karşı yaşamın ve siyasetin her alanında kadınlar olarak örgütlenmektir. Erkek egemenliği bir devlet olarak, ordusu, ailesi, polisi, mahkemesi, medyası, okulu ile tepeden tırnağa örgütlüyken, örgütsüz tek bir kadının bile kalmaması gerekmektedir. Kadınların kurtuluş mottosu ancak budur; örgütlü mücadele.