26 Aralık 2024 Perşembe

Arzu Demir yazdı | Ahmet Hakangiller değil Cihanlar, Nazımlar geleceğe kalacak!

İktidar, siyasi suikastlarla, hapsetmelerle gazetecilere bir sınır da çiziyor. Çünkü her şeyin makbulünü istiyor. Evde, "makbul kadın", basında "makbul gazeteci". Hatta siyasette "makbul muhalif", "makbul sendika". Çünkü makbul olmak, erkek egemen faşist rejimin bekası için hazır ve nazır olmak anlamına geliyor.

Hatırlayacaksınız, her gerici iktidarın kalemşörü Ahmet Hakan, sevgili Tahir Elçi'nin ölümüne giden sürecin taşlarını döşeyenlerin başında gelmişti. Programına davet ettiği Tahir Elçi'ye,"PeKaKa terör örgütü müdür?" diye sormuştu. Tahir Elçi, Ahmet Hakan'ın tuzak sorusuna rağmen programda tüm açık yüreklilikle yanıt verdiği için gözaltına alınıp serbest bırakılmıştı. Ahmet Hakan'ın da katkısıyla hedefe konulan Tahir Elçi, 2015 yılının 28 Kasım günü Dört Ayaklı Minare'nin altında açıklama yaparken katledilmişti.

Ahmet Hakan'ın sadece kalemi satılık değil, ruhu da köle. Ağır faşist baskı, tehdit gibi siyasal koşullar altında insanların korkarak saf değiştirmeleri, gazetecilerin, yazarların kalemlerini satmaları, bir yere kadar "anlaşılabilir" bir durum. Ancak Ahmet Hakangillerin durumu bambaşka bir analiz gerektiriyor. O, iktidarda kim varsa ona dümen kırıyor, kapı kulu gibi sürekli kendini ispat etmek istiyor ve köle ruhuyla her seferinde alçaklığın kitabını yazıyor.

Bu kez, Türk devletinin Rojava'da gerçekleştirdiği SİHA saldırısıyla katlettiği arkadaşlarımız, meslektaşlarımız Cihan Bilgin ile Nazım Daştan'a dil uzattı. 23 Aralık'ta Hürriyet Gazetesi'ndeki köşesinde, arkadaşlarımız için sarf ettiği sözlerle, iki gazetecinin katledilmesini açıkça savundu. Onları gazeteci olmamakla, "terörist olmak"la itham etti. Hızını alamadı, ayrıca, katliamı kınayan İstanbul Barosu hakkında açılan soruşturmayı da alkışladı.

Ruhu satılık Ahmet Hakan'ın bu yazıya mevzu bahis olan köşesi de işgal ve işgal karşıtları arasındaki saflaşmanın ne kadar sert olduğunu gösteriyor.

Faşist şeflik rejimi, Rojava'daki Kürt halkının statüsünü ortadan kaldırmak için, El Kaide'nin Suriye kolu HTŞ'nin Şam rejimini devirmesinin ardından yaşanan gelişmeleri değerlendirmek istiyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın, "terör örgütleri listesi"nde olan HTŞ'nin lideri Golani ile görüşmesinin gündemlerinden bire de elbette Rojava'ydı.

Sömürgeci Türk devleti bir işgal savaşına hazırlanırken, ÖSO adı altında bir araya getirdiği maaşlı cihatçı çetelerini Rojava halklarının üzerine sürüyor. 

İki gazeteci arkadaşımızın katledilmesi, Rojava devriminden yana saf tutanlara çok net bir mesaj veriyor: Gazeteci de olsanız, sivil de olsanız, bu devrimden yanaysanız, imha edilirsiniz.

Bu suikast gazetecilere olduğu kadar tüm Rojava dostlarına ve işgal karşıtlarına.

İstanbul'da 21 Aralık günü yapılan açıklamaya polisin saldırısı ve 7'si gazeteci, 9 kişinin tutuklanması da aynı mesajı içeriyor. 9 kişinin tutuklanma gerekçesi, Cihan ile Nazım'ın fotoğraflarını taşımak.

Süreç bu yönüyle Efrîn işgali günlerine benziyor. O günlerde, işgal saldırılarına basın toplantısı düzenleyerek karşı çıkan HDK, ESP, SYKP, YSP'nin de içinde olduğu parti ve örgütlerin temsilcileri gözaltına alınarak haklarında dava açılmıştı. Dönemin HDK Eş Sözcüsü Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ile ESP Eş Genel Başkan Yardımcısı Fadime Çelebi uzun süre tutuklu kalmıştı. DTK Eş Genel Başkanı Leyla Güven de aynı günlerde, işgal ile ilgili Medya Haber TV yayınında yaptığı değerlendirmenin ardından gözaltına alınarak tutuklanmıştı.

Şimdi de tam bir cadı avına benzer bir süreç devrede. Halep'ten yayınladığı bir videoda "Taliban ve bu muhalifler arasında ciddi bir anlayış farkı var" diyerek HTŞ'yi meşrulaştırmaya çalışan Nevşin Mengü bile, PYD Başkanlar Kurulu Üyesi Salih Muslim'i yayınına aldıktan sonra gözaltına alındı. Keza Sözcü Tv'de program yapan Özlem Gürses de "Gördüğünüz üzere IŞİD yapısı, yani TSK-ÖSO yapısı Kürtlerin olduğu bölgelerde küçük küçük kazanımlar elde etmiş" sözleri üzerine gözaltına alındı. Her iki gazeteci de serbest bırakıldı.

İktidar, siyasi suikastlarla, hapsetmelerle gazetecilere bir sınır da çiziyor. Çünkü her şeyin makbulünü istiyor. Evde, "makbul kadın", basında "makbul gazeteci". Hatta siyasette "makbul muhalif", "makbul sendika". Çünkü makbul olmak, erkek egemen faşist rejimin bekası için hazır ve nazır olmak anlamına geliyor. Makbul gazeteciliğin örnekleri yakın zamanda çokça yaşandı. Cihatçı çetelerle birlikte hareket ederek, onları meşru gösteren yayınlar, haberler yapanlar bu konuda çıtalarını biraz daha yükseltti. Gerçi makbul gazetecilerin geçmiş suçları da hayli kabarık. Örneğin yıldönümü yaklaşan Roboskî katliamı sırasında yaptıkları yayın. 17'si çocuk 34 kişi katledildiği halde makbul basın saatlerce, böyle bir olay yokmuş gibi davrandı. Konuyu gündemine alınca da iktidarın basın bülteni görevini yürüttü.

Ne onur ki bize, bütün bu yalan dolan içinde makbul olmayı reddeden gazeteciler var. Cihan ve Nazım, bu gazetecilerdendi.

Tutsak edilen ETHA editörü Pınar Gayıp'la uzun süre birlikte çalıştık. Çok iyi bir gazeteci olduğu kadar vicdanlıdır. Gözünü gerçeğe asla kapatmaz. Cesurdur. Hapishaneden gönderdiği mesajında da bir kez daha eyleminin arkasında durdu: "Ölümsüzleşen meslektaşlarımızı andığımız için tutsak edildik. Bu tutsaklık bizim için beklenmedik bir şey değildi. Nazım ve Cihan emperyalistlerin boğmak istediği Rojava'da halkların sesini duyururken şehit düştü. Onları anmak da yollarında yürümek de bizim için onurdur. Nazım ve Cihan Rojava'dır. Özgür basın susturulamaz."

Gerçekten de Pınar'ın dediği gibi; Cihan ve Nazım Rojava'dır. Rojava ise geleceğe kalacak olandır.

Halklarımız, Ahmet Hakangilleri, Fulya Öztürkgilleri değil, Cihanları, Nazımları hatırlayacaktır. Ve onların hakikatin peşinden gitme kararlılıkları, geride kalanlara her daim yol gösterecektir, cesaret verecektir.