26 Kasım 2025 Çarşamba

Arif Çelebi yazdı | CHP'nin Kürt çıkmazı

Komisyonun İmralı'ya gitmesine dair karar aşamasında CHP bir karar vermek zorundaydı. İmralı'ya gitme kararı alırsa partinin ırkçı-kemalist tabanı başkaldıracaktı, bunu göze alamadı. Bununla birlikte Kürtleri yedekte tutmak için İmralı'ya gitmese de "süreç"e desteğini sürdüreceğini açıkladı. Tam bir çaresizlik hali. Hangi tarafa yatsa oradan su alıyor.

TBMM'de kurulan komisyonun İmralı'da Öcalan'la görüşme kararı alması ve bu görüşmenin gerçekleşmiş olması Türk devleti ile Kürt ulusal hareketi arasında sürmekte olan görüşme süreci açısından önemli bir aşamadır. Esir alınarak İmralı'ya getirilmesinden bugüne devlet görevlileriyle Abdullah Öcalan arasında neredeyse kesintisiz biçimde görüşmeler yapıldığı sır değil. Bugüne kadar yapılan bütün görüşmelerden farklı olarak devletin yasama organı bu görüşme ile Öcalan'ı bir Kürt lideri olarak muhatap almıştır. Görüşmenin içeriğinden bağımsız olarak bunun kendi başına büyük önemi var. Bu Türkiye tarihinde bir ilktir.

DEVLETİN TUTUMU DEĞİŞMEDİ
Görüşmenin olması devletin Kürt politikasında köklü bir değişime gitmeye karar verdiği anlamına gelmez. Aksine devlet buna mecbur kaldı. Türk burjuva devleti Kürt ulusal varlığını kabul etmiyor. Kürtleri bir ulus olarak değil de Türk devleti egemenliği altında bir etnisite olarak eritmeyi hedefliyor. Ne Kürtlerin bir ulus olarak Anayasada yer alması ne ana dilde eğitim hakkı ne de en geri biçimde de olsa siyasi egemenliğin paylaşılmasını kabul ediyor. Türk burjuva devleti, bireysel haklarda biraz daha esneyerek, yerel yönetimlerde idari özerkliği biraz genişleterek Kürdistan üzerindeki sömürgeci hegemonyasını sürdürmeyi amaçlıyor. Bununla birlikte yürürlükteki "süreç"i Rojava'da Kürtlerin bir statü elde etmesini engellemenin bir aracı olarak kullanmak istiyor. Bir yandan Kürtlerin ulusal varlık hakkını inkar ederken diğer yandan onları sistem içine dahil ederek Ortadoğu'da Kürtler üzerinden nüfuz alanını genişletmeyi murat ediyor. Bu hedeflere ulaşmada bir basamak olacağı hesabıyla Türk devleti resmi olarak İmralı'ya gitti.

Burjuva Türk devletinin bazı kanatları bu "süreç"e karşı olsa da belirleyici olamadılar. Buna karşın estirdikleri ırkçı hezeyanlarla Türk halk kitlelerine uzun yıllardır şırınga edilen ırkçı şovenist bilinci diri tutmayı başardılar.

CHP VE DEVLET
CHP, Türk burjuva devletinin kurucu partisi olarak Kürtlerin ulusal ve bireysel haklarını inkar etmenin, ret ve inkar politikasının, soykırımcı katliamların birinci derecede sorumlusudur. PKK'nin başlattığı son Kürt isyanı karşısında da hep devletçi refleksle hareket etti. Kimi dönemlerde Kürtlere yanaşsa da hükümet ortağı olduğu her dönemde sömürgeci faşist devlet politikasının uygulayıcılarından oldu. Hükümet ortağı olmadığı dönemlerde de devletin çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre hareket etti.

Geçmişte CHP hükümet olmasa da kendisini bir iktidar gücü, devletin bir parçası olarak görüyordu. Böyle konumlanmanın zemini de vardı. Nihayetinde iktidarın belirleyici gücü MGK'ydı. MGK'yı ordu yönetiyordu. Devlet bürokrasisinin su başlarını MGK belirliyordu. CHP, MGK'nın siyasal kadro kaynaklarından biriydi. Bu nedenle CHP'nin devlet bürokrasisindeki varlığı en zayıf olduğu dönemlerde dahi sürdü.

CHP, en kritik anlarda MGK'dan ya da ordudan aldığı brifinglere göre hareket etti. HEP'lilerin meclis kapısından yaka paça gözaltına alınmasına yol açmaktan HDP'li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına kadar kararlar hep bu brifinglere bağlı olarak alındı.

KÜRT OYUNA MUHTAÇLIK
Faşist şeflik rejiminin kurulması ile birlikte Türk burjuva devletinin yürütme erki yeniden yapılandırıldı. MGK'nın özerk yapısı ve belirleyici etkisi ortadan kaldırıldı. Faşist şeflik altında yukarıdan aşağı yeni bir yürütme biçimi oluşturuldu. Faşist şeflik rejiminin kurucu partileri AKP ve MHP süreç içinde devlet bürokrasisine hakim oldular. CHP giderek bürokrasiden dışlandı. Devlette yeniden yer almanın ön koşulu seçimleri kazanmaktı. CHP'nin tek başına seçim kazanması söz konusu değildi. CHP Kürtlerin oyuna muhtaçtı. Kürt oyu olmadan ne büyük belediyeler AKP'nin elinden alınabilirdi ne de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iddialı olunabilirdi. CHP'nin Kürt politikasında esaslı bir değişim olmasa da Kürt oyunu almak için bir söylem değişikliğine gitmesi gerekiyordu, öyle de oldu. Bunun sonucudur ki pek çok büyük belediye CHP'nin eline geçti.

'SÜREÇ' VE ŞİZOFRENİK YARILMA
CHP hem Kürtlerle arayı bozmamak için hem de devletten aldığı brifinglerde "ikna" olduğu için "süreç"e ayak bağı olmadı. Mecliste kurulan komisyona dahil oldu. Komisyona girmek zorundaydı aksi taktirde "barış" karşıtı olarak damgalanacak ve böylece Kürtleri kaybedecekti. Diğer yandan CHP tabanı önemli ölçüde ırkçı-kemalist bir ideolojinin etkisi altındaydı. Bilhassa son 15-20 yılda bu kemalist-laik Türk çevrelerde Kürt düşmanlığı temelli ırkçılığın kökleri giderek büyümüştü. CHP yönetimi bir yandan Kürtlerle iyi geçinirken diğer yanda bu çevreleri teskin etmeliydi. Bu ikilik bir çeşit şizofrenik yarılmaya yol açıyordu. Yine de CHP Kürtlerle ilişkiden kazanç elde ettiği müddetçe şoven-ırkçı damarı bir ölçüde denetim altında tutabiliyordu.

CHP'NİN ÇARESİZLİĞİ
Bölgesel yayılmacı hevesleri nedeniyle ABD ve AB ile yaşadığı gerilimler sonucu faşist şeflik rejimi bir şantaj unsuru olarak Rusya'ya yanaştı. ABD ve AB bunun karşısında burjuva muhalefeti CHP etrafında konsolide etme yoluna gitti. Faşist şeflik rejimi buna iki hamleyle karşılık verdi.

CHP'nin Kürtlerin oyu ile pek çok belediyeyi aldıktan sonra cumhurbaşkanlığına da göz dikmeye başlaması üzerine harekete geçti. Kürtlerin belediyelerinden sonra CHP'nin belediyelerine saldırdı. Yüzlerce kişi gözaltına alındı. Aralarında cumhurbaşkanlığının en iddialı adayı Ekrem İmamoğlu da dahil onlarca belediye başkanı tutuklandı. Faşist saldırganlık burjuva ana muhalefet partisine doğru genişlemişti. Faşist şef aynı zamanda Trump'a pek çok taviz vererek yeniden "meşruiyet" kazandı. CHP'nin halkı harekete geçirmek dışında bir yolu ve çaresi kalmamıştı. Fakat bu alanda da mitinglerden öteye geçemedi, geçemezdi de, sert sözlü "idareci" muhalefetle sınırlı kaldı.

CHP hem devletin çıkarlarını gözeterek hem de Kürtleri uzaklaştırmamak için komisyon çalışmalarına devam etti. Komisyonun İmralı'ya gitmesine dair karar aşamasında CHP bir karar vermek zorundaydı. İmralı'ya gitme kararı alırsa partinin ırkçı-kemalist tabanı başkaldıracaktı, bunu göze alamadı. Bununla birlikte Kürtleri yedekte tutmak için İmralı'ya gitmese de "süreç"e desteğini sürdüreceğini açıkladı. Tam bir çaresizlik hali. Hangi tarafa yatsa oradan su alıyor. Hem kemalist ırkçılığı, Kürt düşmanlığını hem de Kürtlerle şu ya da bu düzeyde bağı korumak sürdürülebilir değil.

Bu buzdağının görünen yüzü. İmralı'ya gitmeme kararının altında yatan asıl neden Kürtleri bir özne, Kürtlerin ulusal önderini bir muhatap olarak kabul etmemektir. Kürtlere en yakın olduğu dönemde dahi Kürtler CHP için birer oy nesnesinin ötesinde bir anlam ifade etmedi. CHP, Öcalan'la görüşmeyi Kürtleri ve onun ulusal liderini bir özne olarak kabul etmek anlamına geleceğini düşünerek İmralı'ya gitmedi.