Ahmed Polad yazdı |'Kart kurt'tan 'hırt-kırt'a şovenizm

İşte; tam bu bilinç Kemal Okuyan ve Mansur Yavaş'ı aynı şovenist Lozan savunusu cephesinde birleştiriyor. İlkesiz (Türkiye) Komünist Partisi'nden, faşist Vatan Partisi'ne hepsi ama hepsi, Kürtlerin "bir ulus olarak" varlığını inkar etmeye devam ediyor. Faşist sömürgeci devletin politikalarında ise zaten bir değişim söz konusu değil. Bu anlamda burjuva çözüm sürecinin ana hedefinin Kürt ulusunu bireysel haklara ikna etmek olduğu görülüyor.
Türk uluslaşması ya da bunun arayışları 19. yüzyılın ikinci yarısında başlar. Bu süreç ilerledikçe, Avrupa'da okumuş aydın ve subaylar bir ulus yaratma hedefini olgunlaştırır. Bunu yaparken gerçek anlamda halkın üstünde konumlanırlar. Halk kitlelerini milliyetçilikle (bazı durumlarda dincilikle) zehirleyerek kendi komşularına düşman ederler. Cumhuriyet kurulduğunda, Asuri-Süryani, Rum ve Ermeni halkı Anadolu'dan soykırımla sökülüp atılmış, milliyetçilik ilk olarak bu zanaatkar ve "servet" sahibi halkları hedeflemiştir. Bilindiği gibi Kürtler ve Türkmenler daha çok tarım ve hayvancılıkla ilgilenirken adı geçen Anadolu halkları çok daha köklü şekilde kentlileşmiş ve zanaatkarlıktan sanayiye yönelmişlerdi. Bu halkların biriktirdikleri servet, yeni Türk burjuvazisinin sermayesinin can suyu olmuştur. Bu aşamada şovenizmin dili, din düşmanlığı üzerine kuruludur.
Halk kitleleri, "ağaları, imamları, aksakallıları" tarafından bu soykırıma seferber edilir. Soykırımda yer alan kitlelerin bilinçliliğinden pek bahsedilemez. Buna karşı durmayışları, sorgulamayışları elbette ki bir "bilinç" halini ifade eder. Ancak bu en geri bilinç halidir.
Benzer bir durum Kürdistan'ın yeniden sömürgeleştirilmesi sürecinde de işler. Bu sefer kentli Türkler, Kürt diye bir ulusun olmadığına inandırılır. Bunun için "Güneş Dili Teorisi"nden "Türk Tarih Tezi"ne çeşitli "bilimsel" yalanlar üretilir. Bunlardan biri de; dilinden kültürüne her şeyiyle Arî bir halk olan Kürtlerin "Dağlı Türkler" olduğu tezidir. Kökeni cumhuriyetin kuruluş yıllarına ve "Türk Tarih Tezi"ne dayanan bu söylem cumhuriyetle paralel olarak, bir gölge gibi yaşamaya devam eder. Lakin 12 Eylül darbesi bu gölgenin bir hortlak gibi toplumun üzerine çöktüğü dönüm noktası olur.
Okullardan televizyonlara tüm kamusal alanlarda ‘80'li ve ‘90'lı yıllar boyunca Kürtlerin varlığı sistematik olarak reddedilir. "Kürt diye bir millet yoktur, dağlı Türklerin karda yürürken ayağından gelen kart kurt sesinden dolayı, kendilerine Kürt denilmiştir", "kuyruklu Kürt", "bilinmeyen dil" ve daha yüzlerce inkarcı söylem ve politika Kürt ulusunu imha etme stratejisine eşlik etti.
Faşist sömürgeci Türk burjuva devleti tüm tarihi boyunca; bir yandan Kürt ulusunun inkarı ve imhası üzerine çalışırken bir yandan da Kürt ulusal kurtuluş savaşının, Türk işçi sınıfı ve ezilenlerinin mücadelesiyle buluşmaması için savaş verdi. Bunun nüvelerinin göründüğü her yerde en kanlı yüzünü göstermekten çekinmedi. Suruç katliamı bu durumun en yalın örneği oldu.
Fakat faşist sömürgeciliğin tüm çabasına karşın, devletin uyguladığı, şovenizmi hegemon ve sürekli kılma politikasının bir nebze olsun duraksadığı anlarda, bunun emekçi kitleleri tam anlamıyla esir alamadığı görüldü. Bu durumun en yalın örneklerinden biri de kuşkusuz Gezi ayaklanması ve 7 Haziran süreciydi. Bu süreç aynı zamanda devlet ve Kürt halk önderi Abdullah Öcalan arasında gerçekleşen müzakereler süreciydi. Ve hemen ardından; 10 yılı bulan, yoğunlaştırılmış bir savaş süreci yaşandı.
Belirsiz bir ara döneme girmiş savaş sürecinin geçmiş on yıllık perdesi, Kürt ulusuna ve devrimcilere dönük topyekun irade kırma saldırılarıyla şekillendi. Devlet aygıtının doğrudan saldırılarına, sivil faşistlerin Kürt emekçilerini katletme saldırıları eşlik etti. Bu süreci önceki süreçlerden ayıran en temel yanlardan biri; belki de tarihinde ilk kez, sömürgeci Türk burjuvazisinin bu kadar geniş kitleleri (özellikle gençleri) şovenizm ve Kürt düşmanlığı bayrağı altında toplayabilmesi oldu. Faşist şeflik rejimi etrafında kenetlenmiş olan Türk burjuvazisinin "beka" söylemiyle harmanladığı, "son Türk devletini koruma" stratejisi adına mobilize ettiği dönem politikası; ana akım ve sosyal medya gücüyle geniş kitlelere sirayet etti. Nitekim karşımıza dünkü bilinçsiz şovenizm yerine, gayet bilinçli ve çıkar eksenli bir şovenizm çıktı. İlber Ortaylı'nın bir televizyon programındaki söyleşide dile getirdiği, "Bizim coğrafyamız üzerinden yani Antakya üzerinden Akdeniz'e uzanan, bir Kürdistan modeli kabul edilemez. Kanıma dokunuyor da ondan falan değil. Biz su kaynaklarını elaleme bırakamayız. Şimdi bunu kalkıp oraya mı yedireceğim? Ben ne içeceğim, neyle yıkanacağım, elektriği nereden bulacağım? Suyumuzu kaptıramayız, bu kadar açık" ifadeleri, bu gerçekliği gayet yalın biçimde ortaya koyuyor. İşte bu, Türk şovenizmini belki de dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar bilinçli bir hale getiriyor.
Çağımızın en temel özelliklerinden biri bilgiye hızlı ve kolay erişim imkanlarının artmış olmasıyken bir diğeri de bu bilgilerin en manipülatif ve kirli şekilde yayılabilmesi oluyor. Genciyle yaşlısıyla milyonlarca insan, İlber Ortaylı gibi "aydın ve bilim insanı" kimlikli şahsiyetleri dinliyor ve onları esas alıyor. Hiç kimsenin, "Neden Ebu Bekir'in kölesi vardı" sorusunu sormaması gibi; kimse "Kürdistan'a barajlar yaparken ya da Kürdistan'ı işgal ederken Kürtlere mi sordunuz" sorusunu sormuyor! Onları ilgilendiren tek şey, bu kapitalist dünyanın tek prensibi olan, "çıkarlarımız neyi gerektiriyor" sorusu oluyor. Geriye kalanı bunun etrafında şekilleniyor. Savaş, bir başka boyutuyla sosyal-dijital-ana akım medyada devam ediyor. Türkler başta gelmek üzere Türkiyeliler, Kürtleri "elektrik faturasını ödememekle, sahil kentlerini işgal etmekle, fiziksel olarak çirkin olmakla, kuzenleriyle evlenmekle, Türklüğü kabul etmemekle" suçluyor. Şovenist, ırkçı küfür dilinin boyutları bununla da sınırlı kalmıyor elbette, çeşitli tehditleri (ve eylemleri) de beraberinde taşıyor.
Üstelik de bu öyle bir grup "cahil, yeni yetme"nin tutumu ya da lokal bir örnek de değil. Sahada; her türlü medya platformunda ve hayatın her alanında, her fırsatta "hırtlar" veya "kırtlar" diyerek Kürtleri aşağıladıklarını düşünenler, bu tablonun en basitleri, maniple edilmişlerini ifade ediyor.
Ülkenin savcısından ünlüsüne herkes şovenist söylemde bulunmayı kendine görev biliyor. Okumuş aydınlarımız(!) Türklüklerini bildirme yarışına giriyor. Bu yarışa girenleri Aziz Nesin'in yüzde 60'ı olarak tanımladık diyelim, ama durum bundan da vahim. Bunlar, kimsenin kendi Türklüklerine bir şey demediğinin, onların da Kürdün Kürtlüğünü kabul etmek zorunda olduklarını ifade ettiğimizin bilincindeler. Ve elbette Kürt ulusunu bir ulus olarak tanıdıklarında, Kürdistan'ı eskisi gibi sömürgeci boyunduruk altında tutamayacaklarının, dolayısıyla; Kürdistan'ın tüm yeraltı ve yer üstü zenginliklerini sömürme imtiyazından vazgeçmek zorunda kalacaklarının da bilincindeler.
İşte; tam bu bilinç Kemal Okuyan ve Mansur Yavaş'ı aynı şovenist Lozan savunusu cephesinde birleştiriyor. İlkesiz (Türkiye) Komünist Partisi'nden, faşist Vatan Partisi'ne hepsi ama hepsi, Kürtlerin "bir ulus olarak" varlığını inkar etmeye devam ediyor. Faşist sömürgeci devletin politikalarında ise zaten bir değişim söz konusu değil. Bu anlamda burjuva çözüm sürecinin ana hedefinin Kürt ulusunu bireysel haklara ikna etmek olduğu görülüyor. Bu durumun kendisi bile inkar ve imha siyasetinin boyut ve biçim değiştirerek devam ettiğini gösteriyor. Sömürgeciliğin kendisini çok daha güçlü bir şekilde üretebilmesine zemin sunuyor. Bir yandan "terörsüz Türkiye", "barış" demagojileri yapılırken, diğer yandan on yıldır kullanılan faşist, ırkçı-şoven dil tırmandırılıyor. Aslına bakılırsa sağcısından solcusuna Türk burjuva sermayesine hizmet eden "aydınlara" (ve örgütlere) diyecek bir sözümüz yok. Onlar, yuları kimin elinde ise onun istediği yöne gitmeye devam edeceklerdir. Ancak Türk, Laz, Boşnak, Arap, Türkmen ve tüm Türkiyeli işçi emekçi kadın-erkek, LGBTİ+'lara gerçekleri anlatmakla yükümlüyüz.
Kürt ulusu; dili, kültürü, tarihi ve ülkesiyle var olan ayrı bir ulustur. Bu maddi bir olgudur ve inkarı size hiçbir şey kazandırmaz. Sizi susuz, elektriksiz bırakacak olan, ülkenizi parçalayacak olan Kürt işçi ve emekçileri değil, bu emperyalist kapitalist sistemdir. Ekolojik yıkımı sınırsızca sürdüren, emperyalizmin işbirlikçisi tekelci Türk burjuvazisidir sizi susuz bırakacak olan!
Şayet susuz, elektriksiz kalmak istemiyorsak, şayet paramparça bir coğrafyada savaşların ortasında yaşamak istemiyorsak, bir tek seçeneğimiz var. Tüm ulusların, ayrılma ve birlik hakkı başta olmak üzere, tam hak eşitliği temelinde kurulmuş sosyalist- demokratik Ortadoğu federasyonu. Bunun kuruluşuna giden yolda Türkiye-Kürdistan birleşik devrimini kazanmak! İşte bu olduğunda gönüllü birlik ve karşılıklı dayanışma temelinde bir birlik "cumhuriyet"i savunusu yapabiliriz. Aksi taktirde; burjuvazinin cumhuriyetini savunan, ulusların kendi kaderini tayin hakkını sosyal şovenizm adına keyfice geçersiz ilan eden TKP'lilerle aynı şovenizm bataklığına batarız. Türk ve Türkiyeli tüm işçi ve emekçilerin bu şovenizm bataklığında boğulmamak için; "Kürtler nasıl ikinci sınıf hissedebilir, her şeyleri var. Kürtlerin nesi eksik. Kürtler ayrıcalıklı zaten. Hırtlar sahili işgal etti. Kırtları da Ermeniler gibi tehcir edelim" gibi ırkçı söylemlerden uzak durmalıdır. Adalet ve eşitlik mücadelesinin parçası olmalıdır.