21 Aralık 2024 Cumartesi

Yaşam Uzun yazdı | Mültecilerin tutulacak elleri var

Mülteciler göç yollarında, çalışırken, sokakta, nefes alırken mağdur edilmişlerdir, ama mağdur değillerdir. Onlarla dayanışmamız soyut bir insanlık nedeniyle değil, eşit sosyal ve siyasal haklara sahip insanlar olmayı talep etmemizden, hepimizin toplumun ezilen sınıf ve katmanlarından insanlar olarak ortak sınıf çıkarlarımız olmasındandır. Onların kurtuluşu hepimizin kurtuluşu olacaktır, bizim kurtuluşumuz onları da özgürleştirecektir.

Ülkeler arası ya da ülke içi yeni göç dalgaları artık yerinde kalabilenler için gözlerini kapayamayacakları bir toplumsal konu haline gelmiş durumda. Çok şey yazıldı, çizildi üzerine, sadece birkaç noktaya değinelim.

Felaketler üst üste geliyor ve bunlardan biri de bu köklerinden koparılmış insanlarmış gibi tartışılıyor. Oysa, henüz ellerimizi yeterince güçlü tutamamışken birbirimizin, bu faşist saldırı dalgasına yakalanmak felaket. Paylaşmalıyız yaşamı ve her şeyi, çünkü başka yolu yok. Tüm anlamını yitirmiş bu toplumsal düzenden, birbirimizden anlam devşirerek kurtulabilir. Ancak yeni bir dünyayı böyle kazanabiliriz.

Emperyalist ve sömürgeci bölgesel savaşlarla, çatışmalarla; faşizan iktidarların sponsorluğundaki şirketlerin ilksel sermaye birikimi için onları tamamen mülksüzleştirerek yaşam alanlarına el koymasıyla; ekolojik çöküşün mahvettiği ekosistemlerinde artık hayatta kalamaz hale gelmeleriyle yersiz yurtsuzlaştırılan mülteciler, sermayenin ücretli köleleri arasında en harcanabilir olanlardır, köleciliğin bu çağdaki tezahürüdür. Bu ağır sömürü koşulları altında kıstırılan insanlara 'yabancı' oldukları bu yerlerde yaşamlarının yeniden üretimi için hiçbir alan bırakılmamaktadır.

Mülteciler göç yollarında, çalışırken, sokakta, nefes alırken mağdur edilmişlerdir, ama mağdur değillerdir. Onlarla dayanışmamız soyut bir insanlık nedeniyle değil, eşit sosyal ve siyasal haklara sahip insanlar olmayı talep etmemizden, hepimizin toplumun ezilen sınıf ve katmanlarından insanlar olarak ortak sınıf çıkarlarımız olmasındandır. Onların kurtuluşu hepimizin kurtuluşu olacaktır, bizim kurtuluşumuz onları da özgürleştirecektir.

Hiçbir insan yasa dışı değildir. Burjuvazinin yasaları özellikle son dönemde Türkiye'de ekoloji direnişlerinde, emek mücadelelerinde çok açık gördüğümüz üzere burjuvazinin genel sınıf çıkarları tehlikeye düştüğü anda işlemeyi durduruyor. Şiddet tekelini elinde bulunduran devlet, zor aygıtlarını istisnasız tüm halka karşı kullanıyor. Uyuşturucu ve insan kaçakçılığına batmış, neoliberal politikaları uygularken kendi siyasal ömrünü uzatmak için çetelerle her türlü kirli ilişkiye girmiş bir suç örgütüne dönüşen saray rejimi, bir yandan kaçak, sigortasız, güvencesiz kölece iş koşullarını sağlarken bir yandan sınırlara duvar örmenin, AB fonları için mültecileri hapsetmenin derdine düşmüştür. Bu nedenle devletin zaten ilgilenmediği yasal statüler, kışkırtılan 'yabancı düşmanı' söylemlere dolaylı olarak yedeklenmeyi getirmektedir.

Irkçılığı yaratanlar, besleyenler onunla mücadele edemezler. Hepsi daha en başta insanları mülteci haline getiren Suriye'deki, Libya'daki, Afganistan'daki işgal ve savaşlara gözü kapalı olur vermişlerdir.

11-12 Ağustos'ta Altındağ'da yaşanan pogrom girişiminin öncesinde ise burjuva düzen siyasetinin temsilcileri kendi çıkarlarına olduğunu düşündükleri şekilde ırkçılığı körüklemişlerdir. İktidar kanadı faşist kitle şiddetini sokağa rahatlıkla yayma imkanı bulmuş, burjuva muhalefet ise halktaki memnuniyetsizlikten kendine taban devşireceği hesabını yapmıştır. Burjuva muhalefetin diğer tüm toplumsal konularda olduğu gibi iktidarın ölümü göstermesi karşısında halkı isyandan alıkoyacak sıtmaya razı etme girişimleri, bu gündem de kendini "gönüllü geri gönderme" söyleminde somutlamıştır.

Oysa bizim için bu çürümüşlükten çıkışın yolu ancak antifaşist mücadeleden geçer. Emek sömürüsünün, doğa talanının sorumlusu bir avuç sermayenin önündeki perdeyi kaldıracak olan budur. 'Yabancı düşmanlığı' karşısında enternasyonalist bir bakış açısıyla tüm mültecilerle aynı saflarda yer almanın imkanlarını zorlamaktır. Yarın değil hemen şimdi, en basit haliyle de olsa, özsavunmamızı kurarak bir hayat var artık bize. Seslendiklerimiz en alttakilerdir, yaşamak için onların sırtına basanlar değil.

Mültecilere ehlileştirilmesi gereken yabanıllarmış gibi yaklaşan küçük burjuva düşünüş tarzına karşı toplumsal entegrasyonun ne demek olduğunu doğru bir zeminde tartışmak önemli. Kapitalizmin yasaları işlemiş ve mültecilerin birçoğu yerleşik hale gelmiştir. Bu nedenle entegrasyon en başta eğitim, sağlık, barınma gibi temel yaşamsal ihtiyaçların karşılanması demek, seçimlerde oy hakkı gibi siyasal yaşama katılma hakkı demek, isteyenlere yurttaşlık hakkı demektir. Geri kalan çelişki ve uzlaşmazlık gibi görünen her şey toplumsal işleyişin içinde kültürel kaynaşmanın kendi özgün ve özgür akışında gerçekleşir, yeter ki pastamıza el koyanlarla hesaplaşalım.

Halk örgütsüz, hazırlıksız olunca iç savaş böyle oluyor herhalde. Sermaye, karşısında tehditkar bir güç görmeyince felaket örgütleyip insanları öldürerek sürdürüyor birikimini. Çünkü felaket örgütlemek karlı. Yaşananlara bu gözle de bakılabilir. Savaşın diğer cephesindeki bizler daha ne kadar öleceğiz yangında, selde, salgında, bir asansör boşluğunda, devrilen bir traktör dorsesinde, yüksek bir inşaatın kemersiz pervazlarında, yavaş yavaş asbestle ölümü soluyarak... Örgütlü mücadele saflarında yer almak için, her gün faşizmin üstüne yürüyenlerin cesaretini kuşanıp onların yanına katılmak için ne kadar daha canımız gidecek. Çok canımız yandı, ancak daha da fazla yanmasını önlemenin yolu içimize kapanmak, karalar bağlamaktan değil, belki can havliyle de olsa umudu taşıyanlarla el ele vermekten geçiyor.

Bu, bugün felaketlerin yaralarını sararken dayanışmayı büyüterek olur, yarın barikat başında sorumlulardan hesap sorarak. Seçimleri bekleyin diyenler ölümlerimizi umursamayanlardır. Günbegün sömürü çarklarında çürüyen bedenlerimizi kurtarmamızı değil, sakince acılara boyun eğmemizi isteyenlerdir. Farklı kimliklerle sınıf mücadelesine katılanların çelişkiyi hep egemenlere yöneltmesi, sınıf kardeşlerini ancak bu mücadele içerisinde değerlendirmesi gerekir. Az kaldı, felaketler karşısında ölüm barajının kapakları açılacaktır ve "ölülerimiz dirilerden çalacaktır", bizim olanı geri almak, doğayla bütünleşmiş özgür bir yaşamı kurmak için.