29 Mart 2024 Cuma

Tsitsekun; 21 Mayıs 1864 Çerkes soykırımı

21 Mayıs 1864'teki Çerkes soykırımının tanınması, sürgündeki Kafkas halklarının anavatanlarına dönüşünün önündeki bütün engellerin kaldırılması, katliam-soykırım ve yol açılan zararların tazmininin sağlanması esaslı mücadele konularından biri olarak önümüzdedir. HDK, bu konuda Çerkes halklarıyla mücadele birliğini sağlayacak, öz örgütlenmelerine katkıda bulunacak en etkin ve kapsayıcı örgütlülüktür. Her devrimcinin, her sosyalistin böyle bir etkileşim ve dayanışmayı desteklemesi de hem vicdani hem politik görevlerdendir.
Kafkasya'nın yerli halklarıyla Rus Çarlığı arasında yüz yılı aşan çatışmalarda, katliamcı Rus ordusunun galip gelerek son Çerkes direnişini de bastırdığı sembolik tarihtir, 21 Mayıs 1864.
 
Katledilenlerin ve sürgüne mecbur edilenlerin sayısı milyonu aşarken Çerkes halkının 155 yıla yayılan acısı katlanarak büyüdü. Bir kısmı Ürdün ve Suriye'ye, bir kısmı Rumeli-Balkanlara, bir kısmı Anadolu içinde, Osmanlı egemenlerinin potansiyel risk oluşturmama kaygısıyla dağınık biçimde yerleştirilen Çerkeslere her zaman 'yabancı' muamelesi yapıldı.
 
Pek azı Osmanlı idarecileriyle anlaşarak rahat yaşam koşullarında hayatlarını sürdüren Çerkeslerin çok büyük çoğunluğuna 'kendilerini kanıtlamaları' dayatıldı. Osmanlıya düşman olan kim varsa onlara karşı kılıç kuşanmak, at sürmek bu kanıtlama biçimlerindendi.
 
Buna rağmen Çerkeslere ihtiyatla yaklaşıldı. Cumhuriyet döneminde de bu sürdü. 'Çerkes Ethem'in bastırdığı isyanlardan birinin Çerkes isyanı olması hayli trajiktir. Ethem'in buna rağmen güven verememesi ve nihayet 'hain' olarak anılması da öyle.
 
'Kendini kanıtlama' dayatmalarından biri de bir tür 'kolculuk' dayatması oldu. Orduda, istihbarat örgütünde öteden beri Çerkesler de yaygınca istihdam edildi ve bu arada denetim altında tutuldu.
 
Yetmedi, Cumhuriyet Türkiye'si "Vatandaş Türkçe konuş" dayatmasını Çerkeslere karşı da kullandı. Dilleri unutuldu. Hatta Çerkeslerin de Türk olduğu uydurması yayıldı ve kimi zaman başarılı da oldu.
 
Çerkesler, Çerkesya'dan sürülünce bütün dünya onların gurbeti oldu. Gurbetlikle gariplik iç içe geçer çoğu zaman. Onları kabul eden Osmanlı ve Cumhuriyete minnet duymaları hatırlatıldı ve dayatıldı. Buna karşın, hiçbir zaman kendilerini evlerinde hissetmedikleri için aktif bir direniş gösteremediler Cumhuriyet tarihi boyunca.
 
Sözgelimi Kürtler, bütün olanaksızlıklara rağmen, vatan bildikleri topraklarda direndikleri için daha özgüvenli, daha inatçı tutumlar alabildiler. Oysa soykırımın travmasını üzerinde taşıyanlar için bu hiç de kolay değildi.
 
Cumhuriyetin tüm halklara ve inançlara dönük ulus devlet modeli ihtiyaçları doğrultusunda asimilasyoncu (ve direnenlere karşı yer yer katliamcı) tutumu o denli bunaltıcıydı ki Çerkeslerin bir bölümü Türk milliyetçiliğinin ideolojik çekim alanına girdi. Gelenekler unutuldu, o kültürel koza kırılınca direniş gücü iyice azaldı.
 
Türkiye'deki sol sosyalist yükselişle Çerkes kültürel siyasal uyanışı birbirine olumlu etkide bulundu. Sosyalizm mücadelesi Çerkes devrimcilerle güçlenip zenginleşirken sosyalizm ideali Çerkeslerin ulusal-kültürel mücadelesine katkı sundu.
 
Tam da burada bir başka detaya değinerek 'yüzleşme' mücadelesinin bu bakımdan da gerekli olduğuna işaret etmek gerek.
 
Türkiye sosyalist hareketinin topluma zorla modernizmi ve Fransız tipi tepedenci laikliği dayatan Kemalist paradigmayla uzun yıllar sonra fiilen hesaplaşması, Kürt özgürlük mücadelesi özelinde gerçekleşti, gerçekleşiyor. Aynısını, Ermeni tehciri-soykırımı bakımından da söylemek mümkün.
 
'Örneğin Ermeni soykırımının müsebbiplerinden bazılarının TKP'de yer alabilmiş olmaları, TKP'nin Ermeni soykırımını 'olağan' sayan tutumları ve Şeyh Said'den Ağrı'ya dek bütün Kürt özgürlük mücadelelerine-direnişlerine karşı rejimi desteklemiş olmaları teorik, düşünsel ve politik bakımlardan mahkum edildi, ediliyor. Bu gibi ödeşme ve yüzleşmelerin omuzlardaki yükü hafifleten, sosyalizme gönül verenleri ferahlatan yanları var. Henüz boylu boyunca ödeşilmemiş olsa bile bu kulvarda ilerlenmesi önemlidir ve bu bahiste bilhassa İbrahim Kaypakkaya'yı anmak, onun bütün ezilenlerle kurduğu duygudaşlıkla iftihar etmek devrimcilerin hakkıdır.
 
Çerkeslerde hayal kırıklığı yaratan, yer yer sosyalizme karşı duymalarına yol açan çok acı ve muhakkak yüzleşilmesi gereken bir başlık da 1930'ların sonundan 1945'e kadar Sovyetler Birliği'nde Kafkas halklarına dönük politikalardır. Yüz binlerce Çerkes, Çeçen ve diğer Kafkasyalının hayatına mal olan, yüz binlercesinin 'mecburi iskan' dayatmasıyla sürgüne çıkarılmasına yol açan ve hortlayan Rus şovenizmi koşullarında "savaş" gerekçesine dayandırılan bu politika ve uygulamalarla şeffaf ve serinkanlı bir bakış açısıyla ödeşmek gerekir.
 
Hiçbir gerekçe bir halkın topluca sürülmesini, yüz binlercesinin öldürülmesini meşrulaştıramaz. Hele bu sosyalizm adına yapılıyorsa. Çünkü benzer gerekçeler Ermeni ve Kürt kırımlarında da öne sürülmüştür bu coğrafyada.
 
Dolayısıyla, hakikat ne ise ona ağırlığınca bakmak, 20. yüzyılın sosyalizm denemelerinde meydana gelen böylesi uygulamalarla yüzleşmek önümüzde duruyor. Başarılabildiği oranda sosyalizm mücadelesini güçlendirecek ve sosyalizme karşı önyargıları eritecek özgürlükçü, devrimci bir bölge devriminin bileşenlerini misliyle artıracaktır. Ne denli çabuk gerçekleştirilirse buzlar o denli çabuk eriyecektir.
 
21 Mayıs 1864'teki Çerkes soykırımının tanınması, sürgündeki Kafkas halklarının anavatanlarına dönüşünün önündeki bütün engellerin kaldırılması, katliam-soykırım ve yol açılan zararların tazmininin sağlanması esaslı mücadele konularından biri olarak önümüzdedir. HDK, bu konuda Çerkes halklarıyla mücadele birliğini sağlayacak, öz örgütlenmelerine katkıda bulunacak en etkin ve kapsayıcı örgütlülüktür. Her devrimcinin, her sosyalistin böyle bir etkileşim ve dayanışmayı desteklemesi de hem vicdani hem politik görevlerdendir.