28 Mart 2024 Perşembe

Özgür bir kadın komünist: Aleksandra Kollontay*

Demir Çeneli Melekler, sizleri dünyanın sokaklarını adımlayan kadınların yaşamlarını keşfe çıkarıyor! Tarihin sayfalarında gizlenen kadınların hayatları, umutları ve mücadeleleri Kibele'nin nefesiyle ulaşıyor. "Hayatın her alanında savaşmak istiyorum" diyerek tarihe iz bırakmış kadınların hikayeleri Mart ayı boyunca her gün ETHA'da.
Aleksandra Kollantay, Ekim Devrimi'yle birlikte öne çıkan komünist kadın liderlerinden biridir. Bir devrim gerçeğine, bir kadın liderinin profilinden bakmak her zaman için iyi bir yöntem olmayabilir. Ama farklı bir açı yakalamak istiyorsanız, bu yöntem tehlikeli de olsa farklı olana götürür. Neden mi tehlikelidir bu bakış? Çünkü fark denilen şey, genel olanın içerisinde ayrıksı olanı, bütün içerisindeki parçayı, bir cümlede noktayı değil virgülü, soru işaretini ve ünlemi tanımlar daha çok. Ama genel tarih yazımı, noktaları daha çok sever. Virgülün süreğenliğinden, soru işaretinin merakından, ünlemin şaşkınlık ve itirazından pek haz etmez.
 
İşte, toplumsal gelişim ve devrim süreçlerinde kadın, virgüldür, soru işaretidir, ünlemdir! Kadın, kendi gelişim süreçlerinin önemli aşamalarına nokta koyamamış, noktalı virgüllerle idare etmek durumunda kalmış bir cinstir. Genel olan içerisinde özel olanı, bütünün içerisindeki farklı parçayı oluşturur. Bu nedenledir ki, genel olanla ters düşme riski vardır. Bilinen dışında, az bilinen ve öğrenilmesi gereken kısmını oluşturur, devrimin ve hayatın.
 
Devrimin ve hayatın bilinmeyen, az bilinen ve öğrenilmesi gereken kısmına yapılan yolculuk, öğrenilmiş-öğretilmiş ve esas olarak da ezberlenmiş olanla çatışmayı da içerir. Toplumdaki yaygın kanı, bunu fazla tehlikeli ve öğrenilmiş-öğretilmiş olana bir tehdit olarak görebilir. Ama toplumsal mücadele ve devrimler sürecinin toplam birikiminin, kadın ekseninden "tehtit edilmeye" ihtiyacı vardır. Hatta bugün, devrimci gelişimin altın kurallarından biri budur.
 
Öyleyse bugün, dünün bir kadın liderinin mücadele penceresinden Ekim Devrimi'ni ele alalım. Bilinmeyen ve az bilinen yanlarıyla... Soru işaretleri, ünlemleri ve virgülleriyle... Kızıl kaplı tarih kitabımızın dipnotlarıyla... Ve biraz da bu tarihi, kitabın ana yazılarına giremeyen devrimci kadınların düştüğü kenar notlarıyla okuyalım.
 
KOLLANTAY KİMDİR?
 
Kollantay, Ekim Devrimi arkasında iz bırakan kadın önderlerin başında gelir. Bu sadece, devrimci-mücadeleci kişiliğinden kaynaklanan bir fark değildir. Bir toplumun özgürleşme süreci içerisinde kadın özgürleşmesini inceleyen, bunun dinamiklerini ve gelişim hedeflerini teorize eden yanı Kollantay'ın en önemli farkıdır. Bu teori her zaman onun bir devrimci ve kadın özgürlükçüsü pratiğiyle de paralel ilerlemiştir. Yaşanmışlıkları teorize eden, teorize ettiklerini kendi yaşamında ve kadın kitlelerinin yaşamında pratikleştiren bir kadın liderdir. Kollantay'ın 1872'de zengin-aristokrat bir ailenin kızı olarak başlayan yaşam öyküsü, radikal, (hatta çağdaşlarının izlenimine göre marjinal) bir kadın karakterin şekillenmesiyle devam etmiştir.
 
Rusya'da devrimci fikir ve hareketin yeni gelişmeye başladığı bir dönemde, ağır sınıf çelişkileri ve ezilmişliği, seçkin sınıftan gelen çoğu devrimci gibi onu da sorgulamaya itmiş ve dönemin güçlü toplumsal dinamiklerinin de etkisiyle mücadeleye atılmıştır. Yine aynı dönemde mücadeleye atılan aydın-entelektüel kadınların ortak özelliklerinden biri, Kollantay'da daha belirgin olarak dikkat çeker: Devrimci bilincinin gelişimine eşlik eden cins bilinci... Hatta cins bilincinin, yaşam çizgisine bir adım önden girdiğini söyleyebiliriz. Bir kadın olarak özgürleşme arayış ve pratiği onu, bir toplum olarak özgürleşme arayış ve pratiğinden bağımsız yürüyemeyeceği sonucuna götürmüştür.
 
Önce aile baskısından kurtulmak için erken yaşta yapılan bir evlilik, ardından eşini ve çocuklarını arkasında bırakarak başlayan öğrenim hayatı, Marksist ve entelektüel çevrelere giriş, yazarlık, kulüp ve derneklerdeki etkinlik ve Rus Sosyal Demokratik Partisi'yle ilişki... Birbirini hızlıca takip eden ve iç içe geçen bu gelişim süreci, özgür bir kadın kimliği ile devrimci kadın kimliğinin iç içe geçişini koşullamıştır. Kadın özgürleşmesinin devrimci bir iklimde bireysellikten toplumsallığa hızlı dönüşümü, Kollantay'ın kimliğinde çarpıcı bir örnek olarak yansımaktadır.
 
Daha sonraki yıllarda Aleksandra, 1905 devriminden yenilgiye, yenilgiden ayağa kalkışa ve Ekim Devrimi'nin hazırlanmasına kadar uzun ve zorlu bir dönemin yapıcılarından olmuştur. Ekim Devrimi öncesinden 1918'e kadar parti komitesinde yer alan ilk ve tek kadındır. Daha sonraki yıllarda, bir taraftan adı parti içi muhalefetle anılırken, diğer taraftan sosyalist inşanın kadın özgürleşmesi-örgütlenmesi, teori ve politikasının geliştirilmesinde başat rol oynamıştır. Kitap ve broşür çalışmaları bir alt-üst oluş yaşayan Sovyet insanı ve toplumunun gelişiminde başvurulan temel kaynaklar olmuştur. Politik yaşamının çoğunu bir Menşevik olarak geçirmesine rağmen, Ekim Devrimi'nin soluğunu hissettirmesiyle Bolşeviklerin yanında yer almakta tereddüt etmemiştir.
 
Sosyalist devrimi "erken" bulanlara cevabı, devrimci hükümette yer almak ve başlayan inşa sürecinin tutkulu bir savunucusu olmaktır. Sonraki yıllarda, bir dargın bir barışık, çatışmalı ve ayrışmalı da olsa parti, devrim ve sosyalist iktidardan kopmayan, hatta Sovyet düzenine karşı içten ve dıştan yoğun hücumlar yaşanırken bu çizgisinden sapmayan bir Kollantay vardır. Ayrıksı bir kişilik olmasına dayanarak hakkında yapılan onca spekülasyona rağmen, Aleksandra gibi güçlü ve bağımsız bir kadını parti ve sosyalist devrimin "çelişkili birliği" içinde tutan şey, bunlara duyduğu kuvvetli inançtan başka bir şey olamaz. Sosyalizm, kapitalist vahşete ve sömürüye karşı, ezilen insanlık ve kadınların kurtuluşu için keşfedilmiş tek yoldur onun için. Ve onu, her koşulda savunmaktan vazgeçmez. Yaşamının son yıllarında kaleme aldığı biyografisinde de aynı bilinç ve ruh vardır: "Aslında yalnızca bir tek yaşam değil, bir çok hayat yaşadım; yaşam kesitlerim birbirinden o kadar ayrıydı. Kolay bir yaşamım olmadı. İsveçlilerin deyimiyle 'gül bahçesinde' değildim. Yaşamadığım bir şey kalmadı. Başarılar, korkunç derecede çok çalışma, taktir, kitlelerce sevilme, izlenmeler, nefret, cezaevleri, başarısızlıklar ve temel düşüncem için (kadın sorunu ve evlilik sorunu üzerine) yetersiz anlayış, yoldaşlarla bir çok acı farklılıklar, düşünce ayrılıkları, ama aynı zamanda partide uzun yıllar beraber ve uyumlu çalışma.."
 
Kollantay, partiyle tanışmasından kısa bir süre sonra eşi ve çocuğunu arkasında bırakıp güçlü bir kopuş yaptığında, artık "birçok hayatın" harmanlandığı bağımsız ve özgür bir kadının macerası başlar. Bu, "O yaşama artık hiç dönmeyecektim. Kollantay'ın (eşi) sevgisini yitireceğim için kalbim üzüntüden parçalansa da hayatta aile mutluluğundan daha önemli olan başka görevlerim vardı. İşçi sınıfının kurtuluşu, kadın hakları ve Rus halkı için mücadele edecektim" sözlerinde karşılığını bulur. Arkadaşına verdiği, bayrağı hep yükseklerde tutma ve hiçbir zaman düşürmeme sözüne de hep sadık kalacaktır. Onun bu kararı, sadece kendi hayatını değil, milyonlarca kadının ve erkeğin hayatını değiştiren bir güç olmuştur. Özellikle, Rusya ve Avrupa kadın özgürlük hareketinin gelişimine sunduğu politik, teorik ve örgütsel katkılar, bu değişim gücünün ifadesi olmuştur.
 
KADIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN TEORİK TEMELİNDE EKİM DEVRİMİ VE KOLLANTAY
 
Kadın özgürlük mücadelesinin tarihsel serüveninde, Ekim Devrimi'nin ve açığa çıkardığı kazanımların tayin edici bir önem taşıdığı, bu mücadeleyle ilgilenenlerin ortaklaştığı bir tespittir. Bu büyük toplumsal alt-üst oluş, aynı zamanda bir kadın devrimi olarak yaşanmıştı. Toplumdaki alt-üst oluşun en çarpıcı kanıtı ve lokomotifi kadın kitleleriydi. Ekmek ve barış talepli isyan-grev hareketinin başını çekerek Ekim devriminin fitilini ateşleyen, ayaklanan işçi ve askerlerin önünde yürüyen ve gelişen, kapitalizmin köleleri olmayı reddeden işçi ve emekçi kadınların yaşamı ve toplumsal yapıdaki pozisyonu radikal biçimde değişmişti. Kendi devrimiyle toplumsal yapıdaki devrimi birlikte hazırlayan ve ateşleyen bir pozisyondu bu. Kadın kitleleri ezilen insanlığın en şanlı eylemlerinden birinin doğrudan bileşeni olmuş ve onunla bütünleşmişti. Ama bu, kadın kitlelerinin kendinde devrimi, yani kadın devrimini yaşamasının en görünen, dahası tek görünen tarafıydı. Oysa devrimin pek görünmeyen, görmezden gelinen ve pek yazılıp-çizilmeyen yanında başka bir geçek vardı... Bir taraftan, erkek sınıf kardeşleriyle aynı amacın peşinden ve aynı düşmana karşı kışlık saraya yürüyen işçi kadınlar, diğer taraftan Petersburg Limanı'nda cinsel tacizlerinden bezdikleri "sınıf kardeşlerini" fıçılara kapatıp denize atıyorlardı! Zıtların birliği ve mücadelesi bu olsa gerek!
 
Tabi ki bu, Ekim Devrimi içerisinde yaşanan kadın devriminin asıl görülmeyen tarafıydı. "Erkek sınıf kardeşleriyle el ele" kapitalist zorbaları deviren kahraman işçi-emekçi kadının sınıfsal isyanı, aynı zamanda bir cins isyanına dönüşmüştü. Çünkü devrim, ayağa kalkanı tüm egemene karşı özgürleştirir. Ekim günlerinde yaşanan Petersburg'a benzer sayısız olay, sadece kapitalist düzen karşısında değil, erkek karşısında özgürleşen kadının devrimine ve bunun gelişimine işaret ediyordu. Bu, başlamış ve bitmeyecek bir devrimdi. Ama sonucuna ulaşabilmesi için her şeyden önce görülmesi, tanınması ve bilince çıkarılması gerekiyordu. Ve bunun için ne yazık ki sadece devrimci-sosyalist bilinç yetmiyordu. Devrimci bilinç ve görüş açısının, kadın kitlelerinin durumu, talepleri ve sorunlarını görmeye-çözmeye yeteceğini sanmak, aslında talihsiz biçimde devrimin o büyük gerçeğine gözünü kapatmak anlamına geliyordu.
 
Elbette devrimin hemen ardından, kadın kitlelerinin temel haklarını tanımak ve güvenceye almak bakımından önemli adımlar atıldı. Sovyet sosyalist iktidarı, kadın kitlelerinin dünya çapında kaderini tayin edecek bir gelişime imza attı. Ama önemli bir eksikle... Sosyalist toplumu kurma ve geliştirme sürecinin her aşamasına eşlik etmesi gereken kadın devrimiydi bu. Ve bu devrime özünü veren cins bilinci... Ekim Devrimi ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği deneyiminin çok parlak başarıları bir yana, çok sönük ve karanlıkta kalan, irdelenmesi gereken yanı da budur.
 
İşte A. Kollantay profili, tam da bu noktada bizim için incelenmeye değer bir örnektir. Bardağın hem dolu hem de boş tarafını gösteren nadir bir örnektir çünkü. Onun, Ekim Devrimi'nin ön günlerinden sosyalist inşa ve gelişim dönemine kadar, üzerinde durup altını çizdiği temel nokta, devrimde cins bilinci ve özgürleşmesi olmuştur. Kollantay'ın cinsel devrim-kadın devrimi üzerine bu kadar kafa yorup, somut bir güce dönüştürme çabası, elbette ki sadece onun kişisel eğilimleri ve teorik "keşifleri" olarak görülemez. Onun çizgisi, devrim içerisindeki kadın gerçeğinin dosdoğru okunması ve anlaşılmasından güç alır. Kollantay aynı zamanda, kadın cins gerçeğini kavrayıp özgürleşmesinin önünü açmadan, sosyalizmi nihai hedefine ulaştırmanın mümkün olmadığını oldukça berrak görebilmiştir. Ne var ki, kadın cins gerçeğini kavramak ve göstermek, "yasaklı" ya da "ayıp" bir dizi alana da girmek demektir. Çoğu zaman da devrimin kızıl peleriniyle sarınmış-örtünmüş kadın ve erkeklerin aslında çıplak olduğunu söylemektir! Devrim ve sosyalizm sürecinde kendisini devam ettiren toplumsal kadınlık ve erkeklik halleri Aleksandra'nın en çok ilgilendiği konu olmuştur. Roman ve öyküleri başta gelmek üzere bir çok yazınsal çalışmasında, devrimin arka sokaklarında sinsice dolaşan erkek egemenliğini ve kadın kahramanlarının buna karşı mücadeledeki yalpalamalarını, acılarını ama illa ki zaferlerini konu eder. Bazı hikayeler, kadın ve erkek arasında "özel alanda" süren çelişki ve mücadelenin, yeni sosyalist toplum içerisindeki devrim-karşıdevrim mücadelesi olduğuna da işaret eder. İnce ya da kaba halleriyle erkek egemen düşünüş ve davranış tarzı, yeni toplumsal yapı içerisinde, devrim postuna bürünmüş karşı devrimden başka bir şey değildir.
 
Sosyalizm koşullarında da kadınla erkek arasındaki fark ve çelişkilerin değişik biçimlerde sürmesini, en çarpıcı olarak Kollantay'ın belirleme ve aktarımlarında görürüz. Devrimci, partili ya da sosyalist devletin parlak bir yöneticisi olarak erkek, cins ayrıcalıklarını koruyarak erkekliğini sürdürmektedir. Oysa ki, kadının böyle bir şansı yoktur. Peşin hiçbir ayrıcalığı olmadan, bütün öğrendiklerini yok sayarak ve hazırlık yapmadan erkeklerin yaptığı bütün işlerin altına girmiş, yaslandığı tüm toplumsal dengeler alt-üst olmuştur. İşte, Aleksandra'nın öykülerinde, devrimin bu "erkek gibi" ya da erkeğe psikolojik halatlarla bağlı kadınlarının kendilerini keşfedişini ve bağımsızlaşmalarını görürüz. Ekim Devrimi ve onun ardından gelen karşı devrimci saldırı, yıllar boyunca özellikle de genç kadın kitlelerinin yaşamını keskin bir şekilde yörüngesine almıştır. Yıllar süren iç savaş, devrimin savunulması ve savaş komünizmi olarak adlandırılan ekonomik inşa sürecinin güçlü görev ve sarsıntıları, kadınları cepheden cepheye, kentten kente amansız bir mücadelenin içine çekmiştir. Geleneksel yaşam alanlarından, zaten dağılmış ailelerinden tümden kopan, kapitalist düzenin görünen prangalarını parçalayan kadınları, bu yerin göğün birbirine karıştığı yıllarda engelleyebilecek tek şey vardır; erkek egemenliği ve bu egemenliğin "devrimci" haline duyulan bağımlılık... İşte Kollantay, esas olarak kadınları bu bağdan kurtulmaya ve devrimci enerjilerini tümden özgürleştirmeye çağırır. "Ya burjuva ideolojisinin davranış kurallarına boyun eğecek ve 'erkeğin yanında' yani etkin kolektif yaşamın dışında kalacak ya da yeni bir dil ve cinsler arasında yeni ilişkiler yaratacaksın." Bunun içindir ki, öykülerinin sonu, 'erkeğin yanından' ayrılan ve tüketici aşkını hayatının son kördüğümü olarak çözüp atan kadın kahramanların, üretici-etkin kolektif yaşamın bağrına dalmasıyla son bulur. Her öykü bittiğinde, kadın yeniden başlar.
 
A. Kollantay'ın kadın özgürlüğü teorisine en belirgin katkısı, sadece verili Marksist birikimle sınırlı kalmaması, o birikimi yaşanan canlı bir kadın devrimi gerçeğiyle buluşturabilmesidir. Bu, aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesinin teorik temellerini de şekillendiren bir üretim olmuştur. Ne yazık ki, Marksistlerin ve sosyalist kadın hareketinin bu katkılardan layıkıyla yararlandığını söyleyemeyiz. Hatta yeterince anlaşıldığını söylemek de zordur. Şimdi, Kollantay'ın temel görüşlerini açmaya çalışarak, aynı zamanda anlama çabamızı da harekete geçireceğiz.
 
YENİ KADIN VE YENİ AHLAK
 
"Adları tarih sayfalarına işlenmiş olan kadın kahramanları, adları bilinmeyenlerin uzun dizisi izledi ki bunlar, allak bullak edilmiş bir kovandaki arılar gibi mahvolmuşlardı. O denli arzulanan geleceğin taşlı yollarına serpilmişti kemikleri. Sayıları her yıl, her yerde artıyordu. Ama yazarlar ve şairler gözlerinde kalın bir bant, görmeksizin geçmeye devam ediyorlardı onları." Kapitalizm ve proleter devrimler çağında kadın kitlelerinin durumunu ve onların gerçeğine kapalı erkek görüş açısını böyle tarif ediyordu Kollantay. Kapitalist düzenin kuruluş ve gelişim yıllarında, "ocağın başından" zorla da olsa koparılan, ucuz iş gücü olarak kölece koşullarda fabrikalara, işliklere, üretime sürülen kadın kitlelerinin dramı, aynı zamanda geleneksel kadından zorunlu bir "sapma" anlamına geliyordu. Maddi koşulları değişen kadın kitleleri, evin-ocağın dışındaki hayata dokunuyor, onun çelişki ve ağırlığı, aynı zamanda özgürleşme zeminini de yaratıyor ve ateşliyordu.
 
İşçi kadınların kapitalizmi var etmek için koşulduğu bu amansız mücadele bir taraftan üretimin artışını sağlarken, diğer taraftan yeni bir toplumsal yapı açığa çıkarıyordu. İşçi kitleleri içerisinde bilinen aile yapısı bozulmuş, evliliğin yerini gittikçe daha fazla serbest birliktelikler almıştı. İşçi kadınlar, ağır çalışma ve yaşam koşulları altında "evinin hanımı olma" şansını yitirmiş bekar kadınlardı artık. Kapitalist düzen, bir taraftan kendi eliyle bu yaşam şartlarına ittiği işçi kadınları sadece sınıf olarak değil ahlak olarak da "aşağı" ilan ederken, diğer taraftan temellerinde meydana gelen bu yeni durumun basıncını göğüslemekte zorlanıyordu. Nitekim, kadın kitlelerinin yaşamında ve toplumsal-ekonomik yapıda meydana gelen köklü değişimler, artık yukarı sınıflardan kadınların yaşamında da "sapmalar" yaratıyordu. Kollantay bu durumu "Tarihte çağdaş kadın kahramanı anımsatan çizgileri bulunan kadınlar, kuraldan bu arızi sapmalar, psikolojik olaylar gibi görülüyordu" diye tarif ederken, o dönemde edebiyat, sanat ve psikoloji alanında gerçeğin iğdiş edilmesini de eleştiriyordu. Oysa ki, Madam Bovary, Anna Karanina ve diğer karakteristik kadın kahramanlar, işçi kadın kitleleri içerisinde kaynayan değişim kazanının orta ve üst sınıftan kadınlara yansımalarından başka bir şey değildi. Ama dönemin erkek egemen düşüncesi, "kadın kahramanlarını" bu güçlü basınçtan müstakil, psikolojik savrulmalar ve marjinal sapmalar içinde debelenen karakterler olarak yansıtıyordu. Diğer yandan, işçi sınıfından kadınların yaşamındaki köklü değişimlerin, her sınıftan kadınların içine girdiği kişilik-kimlik oluşturma mücadelesini de tetiklediğini, bu mücadelenin her sınıfın kendi karakterine paralel cereyan ettiğini de söyleyebiliriz. Ama bu mücadeleyi daha bireysel ve bunalımlı yaşayan orta ve üst sınıftan kadınların değişiminin, "aşağıdan" gelen devrimci basıncın bir yansıması olduğu genellikle görülmemiştir.
 
Kollantay, "yeni kadın" kavramını kapitalizm ve proleter devrimler dönemiyle birlikte başlatır. Ülke ve toplumsal tabakaya göre farklılıklar gösterebileceğini ifade eder. Ama geçmişin kadınından derhal ayırt edilecek ortak çizgileri olduğunu da vurgular. Bu, en genel anlamda cins olma durumu ve bunun bir bilinç ve dava olarak farkına varıştır. Yeni kadınların tanımına Kollantay şöyle girer: "Onlar, romanların mutlu bir evlilikle sonuçlandırdığı hoş ve 'saf' genç kızlar değildir. Kocasının sadakatsizliğinin acısını çeken ya da kocasını aldatmaktan suçlu kadınlar da değil; ne gençliklerinin mutsuz aşkına gözyaşı döken ihtiyar kızlar ne de yaşamın keder dolu koşullarının ya da kötü yolda olan kendi öz doğalarının kurbanı 'aşkın kadın papazlarıdır' bu kadınlar. Hayır, bu yeni, önceden bilinmeyen, yaşamın önüne kendi istekleriyle duran bir kahraman tipi, kişiliğini kanıtlayan, kadının devletteki, ailedeki, toplumdaki katmerli köleliğini protesto eden, hakları için mücadele veren ve cinsini temsil eden bir kahraman tipidir." Devrimler döneminde çizilen kadın portreleri, içinden çıktığı eskiyen erkek egemen görüş açısının çizdiği, kişiliksiz ve burjuva ahlakın "erdemlerini" yüklenmiş kadın portrelerinden epeyce farklıdır. Kollantay, "Yeni kadınlar, gri giysilere bürünmüş, işçi mahallelerinden sonu gelmez kafilelerle şafak vakti fabrikalara ve imalathanelere, garlara ve tramvaylara doğru yola çıkan milyonlarca kişidir. Yeni kadınlar, sayıları on binlere ulaşan, genç ya da daha şimdiden solmuş, büyük şehirlerdeki odacıklarında yalnız yaşayan, 'bağımsız evler'in sayısını artıran kişilerdir. Yaşam için sessizce ve kesintisiz mücadele sürdüren, günlerini büro masası başında, telgraf araçları yanında, dükkan tezgahları arkasında geçiren genç kızlar ve kadınlardır bunlar. Bekar kadınlar, taze ruhlu, kafaları düşler ve gözü pek projeler dolu, bilim ve sanat tapınaklarının kapılarını çalan, sağlam erkeksi bir yürüyüşle düşük ücretli bir ders aramak, herhangi bir iş bulmak için kenti baştan başa dolaşan genç kadınlardır. Yeni kadını çalışma masasında oturmuş olarak, laboratuvarda bir deneyi tamamlarken, arşivleri karıştırırken, klinik çalışmasına yetişmek için acele ederken, siyasal bir konuşma hazırlarken göreceksiniz" derken, yeni bir dönemi ve o dönemin kadın tablosunu çizer.
 
Ekim Devrimi'yle birlikte yeni kadının gelişim mecrası da ileri bir noktaya taşınır. "Abartılmış duygulanma yerine disiplin, boyun eğme ve kişiliksizlik yerine özgürlük ve bağımsızlığa değer verme; sevdiği erkeğin görüntüsüne girmek ve onu yansıtmak için saf çabalar yerine kendi bireyini kanıtlama; ikiyüzlü temizlik maskesi yerine yeryüzü sevinçlerinden haklarını isteme; sonunda, aşk hikayelerini yaşam içinde sınırlı bir yere koyma; yeni kadının uğraşları bunlardır. Önümüzde duran, erkeğin gölgesi durumundaki dişi değil, kendinde bir kişilik olarak yeni kadındır."
 
Devrim yılları, kapitalizm koşullarında değişim mecrasına giren kadın kitlelerinin durumunu büyük bir sarsıntıyla başka bir düzeye taşımıştır. Bu düzeyin devrimci kadınları, erkek egemen yapıyla görünen bağlarının yanı sıra görünmeyen bağlarından da kopma eşiğine gelmiştir. Kollantay, yeni kadın çözümlemesiyle bu bağlardan kopuşun kritik halkalarının neler olduğuna işaret eder.
 
Bunlardan en önde geleni, şüphesiz ki, kadının çalışma ve üretim faaliyetiyle kurduğu ve kurması gereken ilişkidir. Devrimin yeni kadını, yaşamının merkezine toplumsal üretim faaliyetini, işini koyar. Aşk, aile, çocuk gibi faktörler bundan sonra gelir ve özellikle erkeğe bağımlılığın prangası haline gelen aşk, asla vazgeçilmez değildir. Kollantay, yeni toplumun yeni ahlakını da kadının durumundan ve yeni kadın tanımından yola çıkarak yapar. Bu tanıma göre, proletaryanın ve onun sosyalist iktidarının yeni ahlakı, bütün bireyleri ve özelde kadın bireyleri toplumsal yararlılığı ve üretkenliğine göre değerlendirmelidir. Kollantay, "Kadının ahlaki tutumunu belirleyen şey, seksüel ilişkiler değil, onun çalışmada, topluma yararlı çalışmada gösterdiği değerdir" derken, tam da buna işaret eder. Burjuva-feodal ahlak, kadını bütün siyasal, toplumsal etkinlik alanlarından uzak ve yararsız bir nesne haline getirirken, kocasının karısı, çocuklarının anası, duygusal-cinsel yasakların uysal kölesi olarak değersizleştirmektedir. Erkek egemen burjuva ahlak, kadını sadece duygusal-cinsel alandan tanımlayarak, baştan onu toplumsal üretimin dışına itmiş ve duygusal-cinsel alanda da tam bir ikiyüzlülükle, kadına yasakladıklarını kendine serbest kılmıştır. Öyleyse proletaryanın yeni ahlakı, en önce bu ikiyüzlülüğün ve ahlaktaki cinsiyetçiliğin üzerine yürümelidir.
 
Kollantay'ın üzerinde durduğu en önemli konulardan biri de bu olmuştur. Yeni kadın ve yeni ahlakın aynı zamanda birbiriyle iç içe gelişen olgular olduğunu ortaya koymuştur.
 
Diğer yandan, yeni kadının gelişimi için en elverişli düzen koşullarının sosyalizmde ve proletarya ideolojisinde olduğunu savunur. Çünkü, ancak devrimci koşullar, kadının özgürlüğe ve yeniye yolculuğunu sağlayabilir. Devrim ve devrimci iktidar, içerisinde barındırdığı eski erkek egemen yapının kalıntılarına rağmen, maddi koşulları itibariyle yeni kadının gelişimine olanak sunar.
 
"...İşçi sınıfı kadınlarında, haklarının, kişiliklerinin kanıtlanması için mücadele, sınıf çıkarlarıyla uyum halinde olmasına karşılık, diğer toplum katmanlarının kadınları bir engelle karşılaşıyorlar: Kadın tipinin yeniden eğitilmesine düşman olan kendi sınıflarının ideolojisi engelidir bu. Burjuva ortamında 'kadının başkaldırması' çok daha keskin karaktere bürünerek daha göze çarpan biçimlerde ifade ediliyor. (...) İşçi ortamında, kadının şekillenmekte olana psikolojisiyle sınıf ideolojisi arasında keskinleşmiş çatışmalar yoktur ve olamaz. Biri ve diğeri, şekillenmekte, olmakta olan süreç içinde iç içe bulunmaktadır." Kollantay bu belirlemesiyle, genel bir doğruya işaret eder ama devrim ve devrimci iktidarın ilerleyen süreçlerinde, yeni kadını da ve onun içinden doğduğu kadın devrimini de zor dönemler ve cinsler arası ilişkilerde karşı devrimci çatışmalar beklemektedir. Kadın özgürlüğün proleter devrimle yakaladığı en büyük gelişim olanağı, bir taraftan sınıf çıkarlarıyla uyumlu biçimde ilerlemiş ama diğer taraftan kadın kitlelerinin burjuva iktidarlarda olduğu kadar keskin olmayan çatışması, işçi sınıfı iktidarında da sürmüştür. Kollantay ise işçi sınıfı saflarındaki kadınlar ve bu sınıf ideolojisinin özgürleştirici-yenileyici dinamiklerine dayandığı kadar, görünen-görünmeyen çelişki ve çatışmaların üstüne yürümekten de sakınmamıştır.
 
Kollantay, yeni kadın, yeni ahlak olgularını değişim, süreklilik içinde ele almıştır. Bu değişimi algılayamayan ve ihtiyaçlarına yanıt veremeyen sosyalist düzenin, kendi içinde yaşadığı ve yaşayabileceği çelişkilere işaret etmiştir. İşçi sınıfı düzeninde ahlak, cinsler arasındaki durum ve algının eşitlendiği, açıklığın ve birlikte üreterek paylaşmanın öne çıktığı, kadınların yaşamın tüm alanlarında belirleyici özne olduğu ve niteliklerinin bu rollerine göre değerlendirildiği bir toplumsal olguydu. Kollantay, aslında bu belirlemeleriyle yeni toplumun temel yeni ahlak ölçülerinden birinin, kadın özgürleşmesi düzeyi ve bu yanıyla da yeni kadın olduğunu söylemiş oluyordu. Bu, aynı zamanda toplumsal yapıyı devrimci moral değerlerle ileriye taşımak, geçmişin izlerini silmek bakımından kadın özgürlüğünün kavranışının ne kadar önemli olduğuna yapılan bir vurguydu. Görünen zincirlerinden kopan kadın ve erkeklerin, eski toplumsal yapının moral-duygusal bağlarından kopmasına yapılmış bir çağrıydı. Yeni toplumun maddi koşulları olgunlaşmaya başlamıştı ama önceki toplumun içteki kalıntıları ve geriye çeken dış zorlamalar hiç de hafife alınacak gibi değildi. Yeni toplum, verili maddi koşulların değişimi içerisinde yeni bir maneviyat-ahlak arıyordu. Ve Kollantay, yeni toplum içerisinde, insanların ruhunda oluşacak manevi değişimin, devrim ve sosyalist toplumun ilerletilmesi bakımından ne kadar önemli bir güç olduğunun farkındaydı.
 
VE AŞK!
 
Ekim Devrimi, sınıflar arası ilişkilerin değişmesi kadar cinsler arası ilişkilerin değişmesine de zemin oldu. Bireysel cinsel aşk, keskin değişime uğrayan alanlardan biriydi. Özellikle partili yaşamda ve genç işçi kadınlarla erkekler içerisinde, burjuva ahlakın ikiyüzlülüğü ve tutsaklığından kurtulmuş serbest (özgür) aşk deneyimi yaşanıyordu. Kollantay bireysel cinsel aşkı, önce kadın olmak üzere bütün toplum açısından ele aldı.
 
"Aşk sadece doğanın zorlayıcı faktörü, biyolojik bir kuvvet değil, aynı zamanda toplumsal bir faktördür. Aşk, özünde derinlemesine toplumsal bir heyecandır" derken, aşkın insan için toplumsal yapıdan beslenen manevi bütünlüğün ve coşkunun üretilmesinde tuttuğu yere işaret ediyordu. İnsanın "aşk potansiyelini" belirleyen ve zenginleştiren toplumsal yapıdır. Aşkın coşku, tutku ve zenginliği iki insan arasındaki cinsel çekim dışında şeylere ihtiyaç duymaktadır. İşte insanı zenginleştirmeyi hedefleyen sosyalist düzen, bu bilinç ve ruh zenginleşmesini sağlayacak aşk potansiyelini açığa çıkarma ve geliştirme yolundan ilerleyebilir.
 
Sovyetler Birliği'nde sosyalist devrimin ilk dönemi, iç savaş ve ekonomik inşa savaşı olarak yaşanırken, bu süreçte görev alan sayısız genç ve partili için aşk, bir taraftan otoritenin prangalarından özgürleşmiş, diğer taraftan günlük işlerin, zorlu görevlerin basıncıyla geçicileşmiş, sönükleşmiştir. Kollantay, Sovyet insanının bu dönemini, "Büyük ruhsal anlaşmazlıklar olmaksızın birleşiyor ve ne gözyaşı ne de acı olmadan ayrılıyorlardı. Aşk, coşkusuz oldu. Ayrılık da acısız olacak" diye tanımlıyordu. Aşkın coşku ve "işkencelerine" ayıracak zamanı olmayan Sovyet toplumunun kurucu bölükleri, maddi şartların belirlediği aşkı yaşıyordu. Zaman ve ruhsal enerji ana amaca, toplumsal yapının kuruluşuna vakfedilmişti. Bu durumda ya cinsel aşk yaşanmayacak ya da Kollantay'ın alıntılayarak kullandığı kavramla "oyun aşk" yaşanacaktı.
 
Yalnızca sempatiye dayanan, karşısındakinden yaşam gülücüğünden başka bir şey beklemeyen, birbirlerine nazik, ince ve sevgiyle yaklaşanların "oyun aşkı", Kollantay'ın "kanatsız Eros" olarak tanımladığı büyük olamayan aşktı. Kollantay, özellikle de alt üst oluş dönemlerinde kişilerin derin bir arkadaşlık ve tutkuya dayanan "büyük aşkı" bulmalarının çok zor olduğunu, oyun aşk, büyük aşkın yerine konulamasa da ruhlara onu yaratacak bir sevme potansiyeli katabileceğini savunuyordu.
 
Diğer yandan, devrim insanının manevi portresine dair bu çözümleme, 'kanatlı Eros'un yeniden çağrılmasıyla sonuçlanıyordu. "Yeni yaşam biçimlerinin kurucusu olan proletarya, her toplumsal ve manevi olaydan ders almayı bilmek, her olayı anlamak, bilincine varmak ve yenebilmek, onu sınıfının öz korunma silahlarından biri yapmak zorundadır. Yalnızca maddi ürün yaratma yasalarının değil, manevi davranışı düzenleyen yasaların da elde edilmesinden sonradır ki proletarya, ihtiyar burjuva alemi karşısında tepeden-tırnağa silahlanmış olacaktır." Kollantay, yoğun bir devrimci mücadele döneminden sonra, Sovyet toplumunun göreceli ve geçici bir dinlenme dönemine girdiğini ve keskin mücadele döneminde açığa çıkan aşkı anlamak ve bilincine varmakla birlikte, artık "Geçici olarak yedek parça dükkanına atılmış bulunan sevecen 'kanatlı Eros'un haklarını kullanmaya başladığını" ilan eder. Sovyet insanı ve kadınını coşkun, tutkulu, paylaşımcı ve arkadaş "büyük aşkı" yeniden keşfe çağırır. "Büyük aşk" kadın bağımsız ve özgür olduğunda büyüktür. Kolektiflikten beslendiğinde zengindir. Sovyet toplumunun ruhsal gereksinimleri ve manevi zenginliğinin gelişmesi dönemecinde, önemli noktalardan biri de aşk heyecanın yeniden büyük keşfi olabilir. Kollantay bu keşfe çıkan kadınları, en önce kendisini keşfetmeye, manevi coşkuyu en önce toplumsal yararlılığından almaya, kolaylıkla kırılan direncini iradesiyle güçlendirmeye, kazandığı hakları korumak için erkeğinkinden çok daha derin bir eğitim çalışmasına, geleneksel ve geriye çeken "duygularını yenme bilimini" öğrenmeye çağırır. Bu, sosyalist düzen koşullarında, erkek egemenliğinin en katı engelleri ortadan kalktığında dahi sadece kadınların sağlayabileceği bir düzeydir. Nitekim, devrim içinden doğan bu güçlü kadın portreleri ilk belirdiği aşamadan itibaren, erkekleri allak bullak eden, hatta korkutan bir değişim ifadesi olmuştur. Büyük aşkın öznesi olarak beliren güçlü, bağımsız ve ruhu zenginleşmiş, sevgiliye sunduklarının ve beklentilerinin çıtası yükselmiş kadın, erkeğin geleneksel aşk ezberlerini değişime zorlayan temel bir etkendir.
 
ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ VE KAVRAMLARININ GELİŞİMİNDE KOLLANTAY
 
Ekim Devrimi olduğu kadar, Kollantay'ın kadın özgürlüğü alanında yaptığı analiz ve çalışmalar, geniş bir alanı etkilemiştir. Sosyalizm mücadelesinde kadının "cinsini temsil etmesine" yaptığı güçlü vurgular, komünist bilincine daima cins bilincinin eşlik etmesi ve kadını özgürleştirecek koşullar olmadan sosyalizmin kapitalizme karışı yenilmez biçimde silahlanamayacağı tespitleri, bugün bir deneyim olarak daha bir değer kazanmıştır. Aslına bakılırsa, Kollantay gibi komünist bir kadın lideri, en az anlayan yine komünistler olmuştur. Ekim Devrimi ve Sovyet deneyiminin kadın gözüyle okunmasındaki yüzeysellik ve erkek gözüyle okunmasındaki yok sayma ya da kendine göre yorumlama, bu deneyim içerisindeki parlak sonuçlardan yeterince yararlanmamayı getirmiştir.
 
Sosyalist kadınlar olarak, yeni bir gözle bu tarihi ve deneyimi okuduğumuzda, Ekim Devrimi içindeki kadın devrimini, ona eşlik eden cins bilinci ve mücadelesini daha açık görebiliriz. A. Kollantay, kendisinden sonraki kuşaklara bu gerçeği gösterebilme mücadelesine adanmış kadın lider olarak seçkin bir yerde durur. Sosyalist kadınlar cins bilinci kavramı ve teorisiyle çok sonraları tanışmış olmasına rağmen, Kollantay yüz yıl kadar önce kadın özgürlüğü teorisi ve pratiğini bunun üzerine kuruyordu. Kadın özgürlük mücadelesini sadece kadın kitlelerini devrime, sosyalizme kazanma olarak tarif ederken, bu alanda kendinden önce çiğnenmiş yollar ve söylenmiş sözlerden yeterince yararlanamadı. Çok ironik biçimde bu birikimden yararlanan feminist kadın hareketiydi. Kendi döneminde, feminizmden öğrenmek gerektiği kadar, mücadele etmek gerektiğine de vurgu yapan Kollantay'ın çözümlemeleri ikinci dalga feminist hareketin içeriğine önemli bir etki etti.
 
Hareket, özgürleşmeyi kadın bedeninin denetim altına alınmasına karşı isyanda, aile ve evliliğe savaş açılmasında görüyor, bireysel cinsel aşktaki ikiyüzlülüğü reddederek, "özgür aşk" devrimi başlatıyordu. Kapitalizmin özel alan sayarak dokunulmaz kıldığı aile, evlilik gibi duygusal-cinsel alanların politikliğine yapılan vurgular bir yerlerden tanıdıktı. Ama özelde, Türkiye-Kürdistan cephesi olmak üzere sosyalist-komünist hareketler, bu vurguların nereden tanıdık geldiğini bir türlü hatırlamayacaklardı. İkinci dalga feminist hareketin, bu cins eksenli ve toplumsal cinsiyet rollerine cepheden karşı çıkan içeriğine mesafeli duran sosyalist hareket, eğer Kollantay'ın ve Sovyet devrimi deneyiminin bundan çok fazlasını söylediğini fark etseydi, belki gelişmenin yönü de farklı olurdu. Bu farkındalığın gelişmemesinde, Sovyet düzenindeki kadın devriminin tedrici, geri düşüşü ve ağır yenilgisinin, oluşan yeni birikimin yerine restore edilmiş eskinin konulmasının etkisi olabilir. Yenilgiler, devrim geleneği ve tarihini izleyenler üzerinde geçici bir hafıza kaybı ve yok sayma yaratabilir. Ama sosyalist bir ülkede ve kadın özgürlüğünün tek umudu olarak sosyalist kadınların yaşadığı bir yenilgi, tarihsel süreklilikte önemli bir kesinti yarattığını söyleyebiliriz. Bu kesintinin yarattığı boşluğu, Ekim Devrimi ve içerdiği kadın devrimi birikiminden eksik olarak yararlanan 2. dalga feminist hareket doldurmuştur. Ama bu süreçle, kendi özgürlük görüş açısından ilişki kuramayan ve yenilginin ardından erkek egemen anlayışın yeniden kurulduğu partilerde eriyen sosyalist kadınlar olmuştur. Feminizme mesafe koymak adına kendi tarihine yabancılaşan, gelişen, içerisinde sosyalist devriminin etkilerini göremeyen dar bir algıdır bu. Oysa ki, Sovyetler Birliği'nde cinsel devrim sürecini tamamlayamadığı için kırılan kadın devrimi, sonraki tarihsel kesitte sınıf mücadelesinin yeni bir karmaşa anında, bu kez daha az proleter karakterle çıkabilir sahneye.
 
Kollantay ve Ekim Devrimi, kişisel-özel sayılan bütün alanları, yani aşkı, cinselliği, aileyi kamusal-kolektif yaşam alanları, kadının köleliğinin olduğu kadar özgürlüğünün de geliştirilebileceği olgular olarak tarif etmekle kalmamış, bu alanlardaki ilk kamusal deneyimleri de açığa çıkarmıştır. Kadın özgürlüğünün ele alınışında "kişisel olanın politik" ve dahası ideolojik olduğu teorisi ve kavramsal içeriği başka yerlerden öğrenmekten çok, Kollantay'da okunmalı ve geniş kapsamıyla kavranmalıdır.
 
Dayanışma, özgürlük yolundaki emekçi kadınların atlayamayacağı bir eşik olarak Kollantay tarafından vurgulanmıştır. O, dayanışmayı işçi-emekçi kadın kitleleri arasında gelişecek bir bilinç ve durum olarak tanımlar: "Bireyselliğin tek başına yenilmez gücü olabileceğine inanacak işçi adına yazık! Sermayenin arabası onu kaçınılmaz biçimde ezecektir. Yalnızca savaşçıların safları bu arabayı yolunu değiştirmeye zorlayabilecektir; bunun için kişilik ve hak bilinçliliğine paralel olarak yeni işçi kadında, diğer toplum katmanlarının yeni kadınlarında ancak zayıf olarak gelişen duygular, yani kolektiflik duygusu, arkadaşlık duygusu doğmakta ve güçlenmektedir."
 
Kollantay'ı kendi döneminde feminizme karşı mücadeleci pozisyona çeken faktör, bu alandan doğan birikimi reddetmesi ya da erkek egemenliğine karşı daha az radikal bir yoldan gitmesi değildir. Aksine kadın özgürleşme dinamiklerinin oldukça biriktiği bir dönemde feminist hareketin devrimci değil, reformcu bir yoldan gitmesine duyulan tepkidir. Kollantay, kadın özgürleşmesi ve kurtuluşu için gerekli koşulların açıkça toplumsal devrimlerin bağrında yeşerdiğini görmekte ve bunun dışında bir özgürlük arayışının burjuva sınırlarla malul olduğuna işaret etmektedir. İşçi kadınlar ve aynı saftaki sosyalist kadınlar feminist hareketin birikimine de yaslanarak, onun teorik tespit ve hedeflerini kendi mücadele sürecinde pratikleştirerek ilerlemekte ama feminist hareket kendi sınırlarını aşarak, bu devrimci kadın dinamiğiyle birleşememektedir. Kollantay bu durumu, yeni ahlak ve özgür birliktelikler konusunda işçi kadınların yakaladığı düzeyi anlatırken şöyle tarif eder: "Nasıl olur? Onlar, o ergin kadınlar değil mi, yeni ahlakı getirenler; kadınları aile boyunduruğundan kurtarmak için savaşan öncü müfreze onlar değil mi? Burjuva kadının, toplumsal ve manevi yeni gerçeği getirenin kendisi değil, fakat proleter genç kız kardeşi olduğunu anlaması, çok ama çok zordur; o, kız kardeşi hor görerek ve korur havasında davranmaya öyle alışmıştır ki..."
 
Açık ki, Kollantay'ı mücadeleye iten, feminizmin kadın karakteri değil, burjuva karakteridir. Ve bu, kadın özgürlüğünün geliştiği gerçek zemini geriye çeken ve özgürlüğün asıl dinamiklerine devrimci biçimde dokunma yapısı olmayan bir karakteristiktir.
 
Yeni kadın, yeni ahlak, cinsel özgürlük, aşk, kadın psikolojisi, toplumsal iş bölümü ve buna dayalı toplumsal cinsiyet gibi bir çok olgu, alan ve kavram, Kollantay'ın teorik üretim zeminidir. Bunun yanı sıra, teori ve politikanın örgütlenmeden bağımsız gidemeyeceğini ve özel kadın örgütlenmesinin zorunluluğunu çok önceden görmüştür. Dernekler aracılığıyla gelişimine ciddi katkı sunduğu ve ön açtığı kadın örgütlenmesini Şubat devriminin hemen ardından parti ve devlet içerisinde bir kadın örgütüne dönüştürmek ister. Güçlü erkek direnci, ancak Ekim Devrimi'nden sonra, Lenin'in desteği ve başta İnesa Armand olmak üzere Krupskaya, Zetkin gibi kadın yoldaşlarının bu mücadeledeki etkisiyle kırılır. Yetkileri sınırlı da olsa, Jenodyellerin kuruluşu, Kollantay'ın ve kolektif kadın iradesinin bir ürünü olarak gerçekleşir. Kollantay sonraki yıllarda gerici tutumlara karşı tek başına direnmek zorunda kalışına sitem etse de parti içerisindeki komünist kadınların bu kazanımı sebatla hazırlayışını da teslim eder.
 
C. Zetkin, İ. Armand, N. Krupskaya gibi dönemin lider kadınlarıyla güçlü bir yoldaşlık ve arkadaşlık ilişkisi olan Kollantay, bu arkadaşlıkları sosyalist devrimin ve kadın kitlelerinin geleceğini kazanmada güçlü bir çalışma ortaklığı, manevi birliği ve kadın dayanışması olarak yaşar.
 
Bir çok hayatın harmanlandığı ve adandığı Ekim Devrimi'nde, bir çok hayat yaşayan ve hepsini bu devrime olduğu kadar kadının kurtuluşuna adayan Kollantay, bugün tam da bu nedenle daha ölümsüzdür.
 
Yüzyıl öncenin aykırı ama uyumlu, farklı ama bizden, soru işaretlerini, ünlemleri, yani verili olana itirazı seven bu "özel" karakteri, devrim tarihi ve deneyiminin kadın gözüyle nasıl okunacağını gösterir. Kendisi ve özdeşleştiği dönemin kadınlarının, genel tarih aktarımında çok anılmayan erkek egemenliğinin biçimlerine karşı mücadelesini anlatır. Bu anlatımlarda kimi zaman komün evleri, kolektif mutfaklar kurma mücadelesini düşman ordularını yenmekten beter yaşayan ama pes etmeyen, kimi zaman bedenini tüketecek kadar çalışan ama bu çalışmanın kıvancıyla yaşam enerjisini büyüten, nice emekleri bir ana sağlığı merkeziyle birlikte yandıktan sonra küllerin arasından yeniden başlayan, karşı devrimin saldırılarıyla olduğu kadar, onun köklü uzantısı gerici erkek direnci ve yargılarıyla da kavgalı olan kadınlar vardır. Gündelik yaşamda, devrimin ve sosyalizmin somut-güncel inşasının, kadın özgürlüğünden ve devriminden geçtiğini Kollantay düşüncesinde açık ve çarpıcı olarak görürüz. O, kadın aklının giderek erkek aklından bağımsızlaşması, devrimi erkeğin değil kadının bilincinden ele alış ve kadın özgürlük teorisinin asıl öznesine dayalı olarak gelişimi bakımından bir parametredir. İçinde geliştiği kadar, yön verilmesine de katkı sunduğu devrim, onun şahsında sonraki kuşaklara güçlü bir deneyim sunar. Kendisini çok sade sözlerle tanımlarken adeta kadın devrimini de anlatmaktadır: "Ne eziyetten ne zorluklardan korktum. Bunların hiç önemi yoktu. Tehlikelerden de kaçmadım. Gelecek beni hep çekti. Ne işte ne de aşkta huzur bulabildim. Her şey bana az geldi. Şimdi bunu başkalarına da öğretmek istiyorum. Bu huzursuzluk olmaksızın ilerleme olanaksız." Tarihin belki de en büyük toplumsal "huzursuzluğu" Ekim Devrimi'dir. Kollantay, o dönemi ve devrimi yaşayan yüz binlerce kadın gibi ama onlardan daha bilinçli olarak yaşadığı huzursuzluktan ilerleme ve devrimin doğduğunu kavramıştır.
 
"Şöyle iki nesil sonra, önemli bir tarihi dönemin objeleri olarak inceleneceğiz" derken, yine yüzü geleceğe dönük ve incelenmeye değer şeyler bıraktığının farkındadır. Acaba onun geleceği olan sosyalist kadınlar, inanmaya ve incelenmeye değer bu geçmişin ne kadar farkında? Bu soruya, geçmişin devrimci dinamiğini kavrayarak, ondan gerçek bir birikim olarak yararlanarak yanıt verilebilir. Kadın devrimi yolunda yarını bugünden kurma aklı ve iradesi de ancak böyle ilerleyebilir.
 
Kaynak: A. Kollantay eserleri
Bir Çok Hayat Yaşadım
Marksizm ve Cinsel Devrim
Toplumsal Gelişmede Kadının Konumu
Bir Büyük Aşk
Kızıl Aşk
 
*Sosyalist Kadın dergisinin 9. sayısında "Ekim Devriminde cins bilinci ve Kollantay" başlığıyla yayınlanmıştır.