23 Nisan 2024 Salı

Kriz ve 'sınıfa gitmek'

Sınıfa gitmek, zor durumdaki sınıfın her hangi bir kolunda mevcut herhangi bir ihtiyacına somut olarak çare olabilecek, herhangi bir pratiğin sahibi, emekçisi, üreticisi olmakla mümkün olacaktır. Sınıfa gitmek, kendilerinin en iyi oldukları, en gelişmiş oldukları, en tanıdıkları alandan böyle pratikler geliştirmekle mümkün olacaktır. Mücadelenin büyük ya da küçük bir alanında anlamlı, değerli bir başarılı pratik, sınıfın bütün gözlerinin oraya çevrilmesine vesile olacaktır.
2008'den beri artarak devam eden siyasi krizi derinleştiren, döviz-borç krizinin bir ekonomik krize evrileceği tespitleri ile 3. Havaalanı işçilerin ve irili ufaklı (Cargill, Flomar, Migros/Metro işçilerinin) direnişleri yeni bir "sınıf dalgası" muradı yarattı. Sol-Sosyalist hareketin bileşenleri de kendi meşreplerince bu "sınıf dalgası"na hazırlık babında toplantılar, paneller, "işçi kurultayları", vb. düzenliyor. Sol-sosyalistler partiler işçi sınıfına gitmeye/ulaşmaya çalışıyor. Öyle ya da böyle işçi sınıfının politikanın gündemine girişi elbette sevindiricidir.
 
Ne var ki, neoliberal politikaların en büyük kurbanı oldukları halde "sağ-popülist" partilerin de en büyük destekçisinin de işçi sınıf olduğunu düşündüğümüzde, sınıfa gidişin o kadar da kolay olmadığını, olmayacağını da görmek gerekiyor.
 
Ekonomik kriz, genel olarak, işçi sınıfının örgütlenme kapasitesinin/gücünün yok edilmesi, işsizlik, maaşların ödenmemesi, sigortalarının yatmaması gibi birçok hak gaspına maruz kalması ve "sosyal yardımlar"ın kesilmesi biçiminde realize olduğundan hareketle, bir hegemonya krizine de neden olacağı kabul edilebilir. Bu geçmiş deneyimlerle de desteklenecek bir öngörüdür. Dolayısıyla, henüz başlangıç aşamasında olduğumuz belirtilen bu krizin de böyle etkilerinin olacağını tahmin etmek işten değil.
 
Müstakbel ekonomik krizden ya da daha küresel olarak neoliberalizmin krizinden murat edilen "sınıf dalgası"nın gerçekleşmesi için, çatışmanın diğer tarafındaki yani emek tarafındaki krizin aşılmasına bağlı olduğunu unutmamak gerekiyor. Neoliberalizmin krizinin işçi sınıfı lehine bir fırsata çevrilmesi belli ki, bu alandaki krizin aşılmasına bağlı.
 
'EMEĞİN KRİZİ'
 
"Devletçi kapitalizm"in krizine yanıt olarak gelişen neoliberalizmin de ilk icraatı, işçi sınıfının örgütlenme kapasitesini/gücünü dağıtmak olmuştu. Esnek üretim modeli adı verilen işin hem mekânsal hem zamansal olarak belirsizleştirilmesi, otomasyon ve şimdi tartışılan "endüstri 4.0", taşeron sistemi, devlet sektörünün özelleştirmelerle şirketlere devrederken bu alandaki sendikalaşmanın ortadan kaldırılması, bireysel sözleşme, iş güvenliğinin ortadan kaldırılması gibi politikalarla işçi sınıfı örgütsüzleştirildi, sendikal örgütlenme büyük oranda geriletildi. İşçi sınıfının ekonomik olarak yaşadığı kayıplar, finans sektörü üzerinden işçi sınıfının ve genel olarak yoksulların kredilerle, kredi kartları ile tüketime zorlanarak telafi mekanizması devreye sokuldu. "Ücretli köle", bir "borç kölesi" haline getirildi. Eğitimden sağlığa, insanlarla ilişkiden doğayla ilişkiye kadar her şey "ekonomikleştirildi" yani herkes bir "girişimci" olarak kabul edilerek, edinilen bütün nitelikler ancak ekonomik olarak bir değer taşıyorsa önemli ve anlamlı olduğu kabul edildi/ettirildi. Bütün bu gelişmeler, bırakın örgütlenmeyi, toplum olma, halk olma vasfının bile yitirilmesine, bir nevi "herkesin herkese düşman olduğu" bir rekabetçilik dünyası yarattığı bile söylenebilir.
 
Elbette iktidar ile direniş diyalektiği hiç kopmadı. Nitekim neoliberalizmin saldırılarına karşı gelişen "anti-küreselleşme"ci, ekolojist, feminist, köylü ve diğer "yeni toplumsal hareketler", "başka türlü bir dünya" gibi içeriği belirsiz, olumsal bir taleple yola çıktılar. "Özyönetimcilik", "komünalizm", "doğrudan demokrasi", "katılımcı ekonomi" gibi "alternatif modeller" tartışılıyor. Bu tartışmaları, neoliberalizmin hegemonyasının bir sonucu, onun bir "komplosu" ya da ezilenlerin dimağına zerk ettiği bir "yanlış bilinç" olarak görmek, dolayısıyla ekonomik krizin bu hegemonyayı kırarak işçi sınıfının damarlarındaki kirli kanın boşalarak yerine "ajitasyon ve propaganda" ile temiz kanın alacağına inanmak büyük bir yanılgı olacaktır. Bütün bu tartışmayı her sınıftan bireyin kendisini, sınıfı, halkı ilgilendiren her türlü konuda doğrudan söz söyleme ve karar alma süreçlerine katılım isteği olarak değerlendirmek ve cevabımızı bu devrimci talebe göre vermemiz daha doğru olacaktır.
 
Her halükarda yaşadığımız dönemin bir kriz süreci, başka bir deyişle "geçiş dönemi" olduğu bir gerçek. Neoliberalizmin krizinin de bir hegemonya krizi yarattığı da bir gerçek. Ama neoliberalizme karşı olan hareketlerin devrimci bir strateji ve kurtuluş programı oluşturamadıkları da bir gerçek. Ve tüm dünyanda hareket/arayış halindeki herkesin de bu konular üzerine mesai yaptığı da bir başka gerçek. Birçok düşünür, filozof, militan, grup, hareket vb. bu konular üzerinde araştırmalar yapıyor, tartışmalar örgütlüyor.
 
İletişim ve medya sayesinde küresel olarak çağdaşlığın sağlandığı söylenebilir. Dünyanın her hangi bir noktasındaki bir hareket, bir eylem, bir fikir hızla dünyanın diğer yerlerindeki hareketlerine tercüme edilebiliyor. Toplumlar tarihinin bütün kriz evrelerinde "yeni"nin gelişiminde tercüme hareketleri önemli bir katalizör rolü oynamışlardır zaten. Sermayenin küresel olarak hızlı hareket etmesini sağlamak için üretilen ağlar, ezilenlerin kurtuluşundan yana fikirlerin, önermelerin, söylemlerin de hızla yayılmasını, başka fikir, önerme ve söylemlerle melezleşerek, kesişerek yeniden ve yeniden tedavülde kalmasını sağlıyor.
 
Neoliberalizmin ya da kapitalizmin krizini aşmanın yolunun emeğin ve komünist hareketin krizinin aşılmasıyla mümkün hatta aynı anlama geldiği söylenebilir. Dolayısıyla neoliberalizmin güncel krizine karşı mücadelede işçi sınıfına gidiş bir "kampanya" olarak düşünülmemesi gerekir. Bir yerde yeni yaşamın krizin bağrında varoluş ve gelişim yolu, yöntemi olarak görülmesi gerekir. Bu nedenle, "ne yapmalı" sorusuna verilecek cevabın, yani bugün atacağımız küçük bir adımın, hem bütün tarihimizden bakiye kalmış sorunlara hem de "başka türlü bir dünya"nın nasıl olacağına dair sorulara -hepsine birden olmasa da- yanıtlar içeren ve bunu da bu arayış halindeki kitleye en uygun iletişim araçlarıyla yayan, konsantre bir pratik olması gerekir.
 
Bu açıdan, somut bir örnek olarak, bazı sosyalist partilerin adlarıyla anılan sendikaların içinde bulundukları olumsuz durum biliniyorken, kendi söküğünü dikemeyen terzi durumunda kalan bu partilerin sınıfa yapacakları "ajitasyon ve propaganda" çalışmaları hiçbir karşılık bulmayabilir. Dolayısıyla krizi, aynı zamanda sınıf siyaseti yapanların da kendilerini yenilemeleri için de fırsata çevrilmesi gerekir. Sınıfa gitmek, zor durumdaki sınıfın her hangi bir kolunda mevcut herhangi bir ihtiyacına somut olarak çare olabilecek, herhangi bir pratiğin sahibi, emekçisi, üreticisi olmakla mümkün olacaktır. Sınıfa gitmek, kendilerinin en iyi oldukları, en gelişmiş oldukları, en tanıdıkları alandan böyle pratikler geliştirmekle mümkün olacaktır. Mücadelenin büyük ya da küçük bir alanında anlamlı, değerli bir başarılı pratik, sınıfın bütün gözlerinin oraya çevrilmesine vesile olacaktır.