26 Nisan 2024 Cuma

Kimin krizi, kimin kurtuluşu?

Türkiye, TÜSİAD yeteri kadar kazanamadığı için krize girmemiştir. Kaldı ki, Albayrak'ın Yeni Ekonomik Model toplantısında TÜSİAD ile daha koordineli çalışılacağını beyan etmesi ve sonrasında Güler Sabancı'nın "Devletimizin yanındayız, Bakan'a güveniyoruz" açıklaması yapması muhalefete itiraz edecek bir nokta bırakmamıştır. Ancak "Ne hikmetse" dolar yine de yükselmektedir!
TL'nin neden değer kaybettiğini ve TL'nin değer kaybetmesinin ekonomiyi neden krize soktuğunu anlamadan değil siyasi bir adım atmak, anlamlı bir şekilde öfkelenmek bile mümkün değildir.
 
DOLAR NEDEN YÜKSELİYOR?
 
TL'nin dolar karşısında değer kaybetmesinin sebebi Erdoğan'ın emperyalizmin demirden kanunlarına gerici müdahalelerde bulunmaya yeltenmesidir.
 
Yani TL'nin erimesinin sebebi;
 
Erdoğan'ın Merkez Bankası'nın uluslararası mali sermaye ihtiyaçlarına göre hareket etmesi gerektiği prensibine (Burjuvazi diliyle; "Merkez Bankası bağımsızlığına") aykırı söylem ve yasal düzenlemelerde bulunması, ekonominin başına uluslararası mali sermayenin adamını değil, nitelikli olup olmamasından bağımsız olarak kendi adamını getirmesi NATO'yu hiçe sayıp Rusya ile S-400 pazarlığına girmesidir.
 
Uluslararası sermayenin buna tepkisi ülkeden çıkmak olmuş, yerli burjuvazi ve halk da bu çıkıştan etkilenerek dolara hücum etmiştir.
 
TL'nin erimesinin sebebi doğrudan rahip Brunson'un tahliye edilmesi meselesi değildir. Brunson olayı, ABD'nin efendinin kim olduğunu gösterirken siyasetin somutlandığı basit bir diplomatik olaydır.
 
DOLAR YÜKSELİNCE NEDEN KRİZ ÇIKIYOR?
 
TL'nin değer kaybetmesinin ekonomiyi krize sokmasının sebebi ekonominin 16 yıl boyunca tamamen dışa bağımlı hale getirilmesidir.
 
AKP iktidara geldiğinde dünyada bol ve ucuz olan dolarları ülkeye çekip, normalde içeride üretilen ara mallar dahil her şeyin ithal edilmesine müsaade etmiş, bu yüzden gerekli sanayi ve tarım yatırımları yapılmamıştır. Çünkü AKP'nin uzun dönemli ve koordineli bir kalkınmaya değil, hızlı büyümeye, kolay kara ve ranta, yani ticaret ve inşaata ihtiyacı vardır. Verili siyasi ve ekonomik bağlamda başka türlüsü de mümkün değildir.
 
Bu, emperyalist tekeller ve işbirlikçi sermaye grubu için de bulunmaz nimet olmuştur. Hem AKP eliyle uygulatılan mali-ekonomik sömürgeleştirme programı ile ucuz, esnek ve güvencesiz hale getirilen işgücünün kaymağını yemiştir, hem de dış borçla sağlanan krediler yoluyla işçi ve emekçilerin gelirlerinin çok üzerinde harcama yapabilmesine imkan tanıyarak pazarını büyütmüştür. Ülkede üretilen artıdeğerin aslan payı böylece bu tekellere geçmiştir. Hasılı, gönüllü bir birlikteliktir bu, bir işbirliğidir.
 
Ancak bu birikim rejimi ile Türkiye ekonomisi üretkenliğini yitirmiş, üretimde tamamen ithalat bağımlısı olmuş, ayakta kalabilmek için de daha çok dış borca yönelmiştir. Mali ekonomik sömürge olmanın doğal sonucudur bu da… 2013 sonrasında kapitalizmin küresel krizi neticesinde 2002'de dünyaya salınan dolarlar mali-ekonomik sömürge ülkelerden çekilmeye başlayınca kurlar yükselmiş, bu sefer de dış borçlar durduğu yerde artmaya başlamıştır. Artık firmalar iflas etmeye başlamıştır. Ödemeler zinciri ise kopmak üzeredir.
 
Bu iflaslar ve kopuşlar arttıkça enflasyon ve işsizlik çok ama çok daha fazla artacaktır.
 
ERDOĞAN NE UMDU?
 
Erdoğan'ın emperyalizmin demirden kanunlarına değmeye yeltenmesinin nedeni budur. Çünkü onu şu an batırmakta olan, onu var eden kanunlardır. Ancak bu kanunları çiğnemeye de niyeti yoktur. Çünkü onu var eden de, onu batırmakta olan kanunlardır!
 
Erdoğan'ın amacı, mevcut birikim rejimini korumak, kendi dolaysız sermaye grubunu kollamak ve sermaye liginde el yükseltmek için kah kurallara isyan ederek, kah emperyalist blokları birbiri ile tehdit ederek kendi önemini hatırlatmaktır. Dış fon akışını faizleri arttırmadan sağlamaktır. Bir çıkış arayışıdır Erdoğan'ın ki yani. Ne antiemperyalizm, ne de halkı yıkımdan korumak gibi bir derdi yoktur. Hiç de olmamıştır.
 
ERDOĞAN NE BULDU?
 
Ancak görülüyor ki plan suya düşmüştür… ABD'ye gönderilen heyet eli boş dönmüş, Bakan Albayrak'ın sözde Yeni Ekonomik Model'i açıklaması daha bitmeden Trump yeni yaptırımları açıklamıştır. ABD görmüştür ki, Erdoğan'ın herhangi bir kozu falan da yoktur.
 
Trump daha da ileri gidecek, faizler ister istemez en az 5 puan artacak ancak bu da yetmeyecektir. Zira şirketler batık durumdadır. Uluslararası sermaye alacakların tahsilini sağlamak için IMF anlaşması dayatacak, IMF de kendi alacağını işçi sınıfını çok daha fazla mülksüzleştirip yoksullaştırarak tahsil edecektir.
 
Bu anlamda Erdoğan'ın "Ekonomik Haçlı Savaşı" söylemlerinin yastık altındaki altın ve dolarları sızdırabildiği kadar sızdırmasına hizmet etmek dışında bir anlamı yoktur, olamaz.
 
NE YAPMAMALIYIZ?
 
Egemenler yapmaları gerekeni yapacaktır. Soru, işçi sınıfı ve ezilenlerin neler yapacağıdır. Bu noktada önce neler "yapılmaması" gerektiğinden başlamak maalesef daha acil bir sorun olarak gözüküyor.
 
TL'nin değersizleşmesinin sebebini OHAL'e, demokrasi eksikliğine, insan hakları ihlallerine ve bir siyasi form olarak tek adam rejiminin varlığına bağlamak suyu bulanıklaştırmaktan başka hiçbir şeye hizmet etmeyecektir. Defalarca yazıldı. Sermaye mali-ekonomik sömürgelerde bilakis istibdat ister ki işçi sınıfını baskı altında tutabilsin. Çıkış yapan uluslararası sermaye için sorun demokrasi eksikliği değil, sermayenin mülkiyet düzeninin tehdit altında görülmesidir.
 
Sorunu "Ahbap-çavuş kapitalizmi"nde, yandaş ekonomisinde görmek, çözüm olarak rantın sermaye grupları arasında eşit dağıtımını önermek demektir ki, sınıfsal açıdan abukluğunu bir kenara bırakalım, bunun krizin yapısal sebebi ile hiçbir ilişkisi yoktur. Türkiye, TÜSİAD yeteri kadar kazanamadığı için krize girmemiştir. Kaldı ki, Albayrak'ın Yeni Ekonomik Model toplantısında TÜSİAD ile daha koordineli çalışılacağını beyan etmesi ve sonrasında Güler Sabancı'nın "Devletimizin yanındayız, Bakan'a güveniyoruz" açıklaması yapması muhalefete itiraz edecek bir nokta bırakmamıştır. Ancak "Ne hikmetse" dolar yine de yükselmektedir!
 
Mesele Albayrak'ın niteliksiz oluşu da değildir. Uluslararası sermaye nitelikli değil, kendi çıkarlarını koruyacak, onun temsilcisi olacak kadrolar istemektedir. Mehmet Şimşek böyle bir kadroydu örneğin.
 
Genelde bu yanlış tahlillere dayanarak içine düşülen uluslararası sermayeye güven verme kaygısı da toplumsal muhalefetin görevi olmamalıdır. Bu birikim rejimini yaratan da besleyen de bizzat emperyalizmin işleyişidir. Şimdi uluslararası sermayenin istediklerini yapınca TL'nin erimesi belki bir an duracaktır ancak yüksek faiz ve IMF ile gelecek bir kemer sıkma saldırısı bizi kırk katırla olmasa bile, bu sefer de kırk satırla yoksullaştıracaktır.
 
NE YAPMALIYIZ?
 
Toplumsal muhalefetin ilk görevi rejimin sınıfsal karakterini ve emperyalizm işbirlikçiliğini çekinmeden, eğretilemeden, açıktan teşhir etmek ve krizin sebebini işçi sınıfı ve ezilenlere tane tane anlatmaktır. Sorumluların hem siyasi iktidar hem de işbirlikçisi olduğu emperyalist kapitalist düzen olduğu gösterilmelidir. 16 sene boyunca kol kola işçi sınıfını yoksullaştırıp birbirine düşmanlaştıranların araları biraz bozulunca bizi yardıma çağıramayacaklarının ajitasyon ve propagandası yapılmalıdır. Sorumluların teşhirinde en ufak bir ikircimli duruşun kitlelerin ya IMF ya da Erdoğan'ın yedeğine düşmeleri riski taşıyacağı unutulmamalıdır.
 
İkinci görev, kurtuluşumuzun tek yolunun şu ya da bu sermaye blokuna yedeklenmekte ya da emperyalizmin tehditlerine teslim olmakta değil, "Bu krizin faturasını biz ödemeyeceğiz" diyerek, ekonomiyi toplumsallaştırmakta olduğunu göstermektir. Sermaye kesimine aktarılan ve yükü emekçi halklara yüklenen hibelerin, teşviklerin ve kredilerin iptal edilmesi, aktarılanların geri çağrılması, özelleştirmelerin durdurulması, özelleştirilen kritik KİT'lerin ulusallaştırılması ve işçi denetiminin de olduğu demokratik bir yönetime kavuşturulması, kamunun dış borç ödemelerinin iptal edilmesi, servet vergisi de dahil, sermayeye yüksek vergi uygulanması, emekçilerin omzundaki vergilerin sıfırlanması, iflas eden firmaların Kazova Tekstil gibi işçi yönetimine geçmesi, herkesin iş, konut ve temel gıda hakkının güvencelenmesi ekonominin toplumsallaştırılması yolunda kimi örneklerdir.
 
Böyle bir programı uygulayacak olanın şu yada bu burjuva partisi değil, demokratik bir halk iktidarı olacağı ortadadır. Böyle bir halk iktidarı da faşizmin yıkılmasını gerektirir. Faşizmin yıkılması ise Türkiye işçi sınıfı ve Kürt halkının birleşik mücadelesini örgütlemeyi gerektirir. Bu noktada Türkiye işçi sınıfına güvencesiz, işsiz, sendikasız ve yoksul hale gelişlerinin sebebinin emperyalizmin işbirlikçisi saray olduğu anlatılırken, iktidarın işçi sınıfının isyanını engellemek ve ekonomik krizi aşmak için şovenizm zehrini ve savaşı nasıl kullandığının propagandası yapılmalı, Kürt halkına da bu kapitalist rejim yıkılmadan politik özgürlüğün elde edilemeyeceği anlatılmalıdır.
 
Özetle, her grevi, direnişi, protestoyu ve isyanı rejimin çok yönlü teşhiri için çok daha aktif bir şekilde kullanmanın koşulları giderek olgunlaşmaktadır. Halkların alternatifini yaratmak ellerimizdedir.