23 Nisan 2024 Salı

Direnişin onurunu paylaşmak

"Burada bir tarih yazılıyor. Can feda savaşıyoruz."
 

MLKP savaşçısı Cudi Fırat bu sözlerle sesleniyor Serêkaniyê cephesinden. Direnmenin sadeliği ile konuşuyor. Komünist savaşçı Sibel Bulut'un 5 yıl önce ölümsüzlüğe yürümesinden birkaç hafta önce özetliği gibi sade: "Buradayız, bir yere gitmiyoruz. Gerekirse de ölürüz."

Devrim sadeleştiriyor, arındırıyor. Ya devrimin içindesindir ya da dışında. Ya devrimi savunarak, direnmenin onurunu yaşarsın ve paylaşırsın ya da hiç. Arası yok. Devrim ve direniş her türlü laf kalabalığını, "ama"ları yerle bir ediyor. Çünkü bu ezilenler ile ezenlerin irade savaşımının en yüksek düzeyi.

Rojava devrimi, ezilenlerin, halkların, kadınların da bir iradesinin olduğunun göstergesidir. Ezilenlerin bir irade beyanıdır. Halkların kaderinin, emperyalist devletlerin ve yerli işbirlikçilerinin çıkarlarına göre çizildiği bir coğrafyada, ezilenlerin bu kaderi değiştirme hamlesidir. Nasıl yaşamak istediklerine verdikleri karardır. Bu büyük bir cürettir. Çünkü Rojava halklarının istedikleri yaşam biçimi emperyalist-kapitalist sistemin tekerine çomak sokmaktadır. Bu nedenle Rojava hedeftedir ve yine bu nedenle de ezilenler tarafından canfeda savunulmaktadır.

Rojava insanlığın vicdanıdır, umududur. "Bundan başka dünya yok" diyenlere itirazdır. İnsanın yalnızlığa ve bencilliğe mahkum edildiği bir dünyaya başkaldırıdır. "Bir halkın varlığının, diğeri için tehdit olduğu" algısına karşı bir halklar bahçesidir. Kadının, kadının yurdu kılınmasıdır. Tüm bunlardan dolayı, bugün Rojava'da bir kez daha çok sert ve bedeli çok ağır bir irade savaşımı yaşanıyor. Tıpkı, devrimin ilk günlerinde Serêkaniyê'de olduğu gibi. Tıpkı Kobanê'de ve Efrîn'de olduğu gibi.

Rojava devrimi korunmak zorundadır. Rojava devrimi yaşamak zorundadır. İnsanlığın ortak düşü ve kurtuluşu için bu olmak zorundadır.

Rojava devrimini nasıl savunacağız?

Zor ve zorlu bir süreç elbette. Çünkü çok eşitsiz bir savaş bu. Rojava halkları neredeyse direnişin en yalın haliyle, bedenleri ile direniyor. ABD'sinden Rusya'sına herkes kendi planını uygulamak istiyor. Bu planda elbette ki halkların istekleri yok.

Öncelikle safımızı iyi belirlemek zorundayız. Türk devletinin 9 Ekim'den bu yana Rojava'da gerçekleştirdiği "şey" bir işgaldir. Sivilleri de hedef alan bir soykırım işgalidir. İnsanlığın tarihinde sayısız örnek vardır; işgalcilere karşı direnilir. Başka yolu yoktur. Bu nedenle direnişçilerin yanında saf tutmak zorundayız. Ortası yok. Bu kadar net.

"Türk devletinin Rojava'daki işgali son bulsun." Talep budur.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da AKP faşizmine karşı verilecek her türlü mücadelenin yanı sıra dünyanın her yerinde Rojava devrimini savunmak, sömürgeci iktidarı yalnızlaştıracak ve zayıflatacaktır. Bu hem Rojava'ya hem de AKP iktidarının zulmü altında yaşayanlara nefes aldıracaktır. Birkaç gündür gördük ki, emperyalist devletleri ve kuruluşlarını da harekete geçiren, eylemler oldu. Bu eylemlere, Kürdistanlılar ve Türkiyelilerin katılımının artırılması kadar Avrupa halklarının katılımını sağlamak da önemli. Çünkü bu katılım Türk devleti ile her türlü ilişkiyi kesmek için Avrupa devletleri üzerindeki baskıyı artıracaktır. Avrupa'daki eylemlerin talepleri de nettir. Birincisi, Erdoğan diktatörlüğünün bu yayılmacı işgal savaşı derhal durdurulmalıdır. İkincisi, Erdoğan diktatörlüğünün bombardımanlarla yıkımı derinleştirmesine karşı Kuzey Suriye hava sahası kapatılsın! Üçüncüsü, Türk devletine her türlü askeri, ekonomik ve siyasi destek kesilmelidir.

Rojava devrimini savunmanın en temel yolu başka direniş cepheleri açmaktır. Bu konuda öncelikli yer elbette ki, Türkiye ve Kürdistan'dır. AKP iktidarı da bu gerçeği çok açık görüyor ve bu nedenle işgal karşıtı her söze karşı ağır saldırıyor. Sosyal medyada işgal karşıtı mesaj atan yüzlerce kişi hakkında soruşturma açıldı, gözaltına alındılar. Cumartesi Anneleri açıklamalarında "İşgal" kelimesini kullandıkları için polis saldırısına maruz kaldılar. Amed'de HDP binasının önünde olanları gördük. HDP'lilerin binadan dışarı çıkışına bile izin vermediler. İşgal saldırısının başladığı gün Amed'de eylem yapanlara karşı uygulanan polis şiddetini de gördük. İşgal karşıtlığı üzerinden faşist rejime karşı gelişecek kitle hareketinin, kendi sonunu hazırlayacağını AKP iktidarı da biliyor.

Tablo net. Saflar belli.

Soru da açık: Direnişin onurunu mu paylaşacağız? Yoksa hayatımızın son 10 yılını kabusa çeviren bu iktidarın, hayatımızın bundan sonraki zamanını da çalmasına izin mi vereceğiz?