2 Mayıs 2024 Perşembe

Devrim ilerliyor, direniş kazandırıyor - Azad Baran

Direnmeyenlerin kazanamayacağı bilinir. Ancak devrim, kendi zaferini direnmeye cesaret edemeyenlerle paylaşabilecek kadar engin gönüllüdür. İmralı görüşmelerinin ardından özgürlük mücadelesini çaresizce suçlayanların yapması gereken direnişin parçası olmak, bugünkü kazanımlara ortak olmak ve kalıcı zaferlere giden yolda direnişe katılmaktır.
Kürdistan Özgürlük Mücadelesi'nin tarihine bedellerle nakışlanan "direniş zafere götürür" haykırışı bir kez daha güncel ve geçerli olduğunu gösterdi. Leyla Güven'in öncülüğünde başlayan açlık grevi, sömürgeciliğe karşı yürütülen özgürlük mücadelesinde yeni bir kilometre taşı olmayı başardı. Onbinlerce devrimci tutsağın iradesi, ölümsüzlüğe yürüyen direnişçiler, faşist saray rejimimin kolluk kuvvetlerine boyun eğmeyen annelerin kararlılığı, dört parçaya yayılan ve kıtaları aşan eylemlilikler, sayısız gözaltılar, tutuklamalar, yürüyüşler, irili ufaklı ama sonu gelmeyen eylemler. İşte 24 Mayıs tarihinde, Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'la ikinci defa görüşülmesini sağlayan devrimci irade budur. Direniş, sömürgeci faşizmin uzun yıllardır sürdürdüğü tecrit politikasında önemli bir gedik açmıştır. Bu kazanım kutlu olsun!
 
Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'da 26 Mayıs günü avukatlar aracılığıyla okunan mesajında ilk olarak direnişin kazandıran niteliğini vurguladı. Son sözü direnenlere havale ederek "amacın hasıl olduğunu" söyledi. Beyaz tülbentli annelere gönderilen özel selam, gerçekleşen görüşmenin büyük bir mücadele kararlılığıyla kazanıldığının herkese duyurulmasıydı. 
 
Abdullah Öcalan mesajını bitirirkende mücadeleye devam çağrısını yineliyordu. Açlık grevi ve ölüm orucu direnişinin sonlanmasını talep ederken "aynı irade ile mücadelenin sürdürülmesi gerektiğini" son söz olarak hatırlattı. Başta Leyla Güven olmak üzere çağrıyı yanıtlayan eylemciler de mücadelenin son bulmadığını, yalnızca bir biçiminin sona erdiğini, tecrit, baskı ve zulme karşı zindanlarda ve her yerde direnişin sürdürüleceğini ilan ettiler.
 
DİRENİŞİN KAZANDIRDIKLARI
 
İşte gerçek bu kadar sade ve berrakken, yani iki yüz gün boyunca sokak sokak ve hücre hücre örülen direniş İmralı'nın kilidini açmışken yeminli sosyal-şovenlerin beklenen sesi de vakit geçmeden duyuldu. Öyle ki, direnişin hiç bir şey kazanmadan geri çekildiğini, Kürt halkı ve özgürlük mücadelesinin saray rejiminin politikalarına onay vereceğini ve hatta İstanbul seçimlerinde sömürgeci faşist saray rejiminin destekleneceğini bile idiia ettiler. Bu çevreler ve yanı sıra Kürt burjuva-feodal çizgisinin temsilcileri Abdullah Öcalan'ın "Rojava ve Kuzey Suriye Devrimi" ile ilgili söylediklerini de öne çıkartarak, "devrimin çıkarlarının pazarlık konusu" edildiğini, "hassasiyet" adı altında işgalcilerin dümen suyuna girilmiş olduğunu meşreplerince anlattılar. Kimi çevrelerde ise "iyi niyetli" ama gerçeklikten uzak olarak sömürgeci faşizmin Rojava Devrimi'ni kabullenebileceğine dönük beklentiler oluşmuş durumda.
 
Her ne kadar eleştiri ambalajındaki saldırılara gereken yanıt halkların ortak geleceğinin kararlılıkla inşa edildiği ve işgalciliğe karşı savaşımın amansızca süre geldiği topraklarda pratik olarak veriliyorsa da Rojava ve Kuzey Suriye Devrimi ile ilgili bu düşkün iddiaların yanıtlanması zorunludur. Ancak öncesinde açlık grevi ve ölüm orucu direşinin kazımlarını bir kez daha ortaya koymak gerekiyor.
 
İlk elden söylenebilecek olan Abdullah Öcalan'ın, Kürt halkının siyasi muhatabı olduğunun bir kez daha tescillenmesidir. Sömürgeci faşist rejim açısından politik bir özne olan Abdullah Öcalan'ı etkisizleştirmek artık çok daha zordur.
 
İkinci olarak görülmesi gereken açlık grevi direnişinin üstlenmiş olduğu misyondur. Tecridin kaldırılması talebiyle başlayan açlık grevinin muhtevası, AKP-MHP faşizmine karşı direniş ve eylemlilikler bütünü olarak şekillenmiştir. Süreç ilk anından itibaren faşizme karşı önemli bir özgürlük mücadelesi olarak yaşanıyor. Görmek gerekirki direniş, Kürt halkını düne göre çok daha güçlü sokakla buluşturan, faşizmin kolluk kuvvetleriyle girilen militan çarpışmalarda yolunu açarak ilerleyen önemli bir dönemeç olmuştur. Kürdistan sokaklarında görülmeye başlanan bahar, direnişin en önemli kazanımları arasındadır.
 
Dört parça Kürdistan'a yayılan ve dünyanın farklı coğrafyalarına açılmayı başaran direniş, ulusal bütünlük bakımından önemli, devrimci çizginin dört parçada politik varlığını güçlendirmesi bakımından da güçlü bir zemin yaratmıştır. Özellikle Başur Kürdistan'ın bir direniş cephesine dönüştürülebilmesi, devrimci çizginin etkinliği açısından kritiktir. Dünya halklarıyla da kucaklaşmayı başaran direniş, sömürgeci faşist rejimin meşruiyet ve hareket alanını daraltmayı başarmıştır.
 
Bu sürecin en önemli kazanımlarından biri de şüphesiz moral üstünlüğüdür. Direnişin kazanımla sonuçlanması, faşist sömürgeci saray rejimi karşısında Kürt halkının özgüveni güçlendirecek, sokağın daha canlı olmasına olanak tanıyacaktır.
 
Söylenebileceklerden bir diğeri de tecrit duvarlarında açılan gediktir. Elbette ki tecridin tamamıyla ortadan kalktığını söylemek mümkün değil. Aksine direniş karşısında zorlanan AKP-MHP ittifakının tecride karşı mücadelenin haklı ve meşru zeminini zayıflatmak için attığı taktik bir adım. Ve saray rejimi, bu taktik adımdan rahatlıkla geri dönebileceğini defalarca kanıtlamış bulunuyor. Burada altı çizilmesi gereken şudur. Direniş, sürekliliğini sağlayabilirse tecrit politikasını sonlandırabilecek kapasiteye sahip olduğunu göstermiştir.
 
ROJAVA'NIN GÜNDEMİ DEVRİMİ BÜYÜTMEKTİR 
 
Bu hususta son söylenmesi gereken iki sonucu en baştan söylemek gelişmelerin daha doğru değerlendirilmesine olanak tanıyacak. Bir, devrim topraklarının bir kısmı faşist sömürgecilik tarafından işgal edilmiş, büyük bir kısmı ise işgal tehtidi altındadır. Taraflarca dile getirilen "dolaylı görüşmeler", devrim ile karşı devrimin aracılar vasıtasıyla konum almalarından ibarettir. Ve bir savaş enstrümanı olarak "diplomasi yolunun" açık bırakılmasıdır. Devrimin gündemi, devrimin topraklarını faşist sömürgecilik tehdidinden ve onun fiili işgalinden kurtarmaktır. Bu başlıkta başkaca bir gündemi yoktur. İkinci olarak ise faşist sömürgecilik, işgal hayallerinden ve devrimi boğma arayışından vazgeçmemiştir. Aksine yaşayarak görüyoruz ki sömürgecilik, Rojava'ya burnunu dahi olsa sokabilmek için her türlü olanağı ve pazarlık kapısını değerlendiriyor.
 
Unutulmamalı ki bugün soluk soluğa yürütülen direnişin sonucunda çalışmaya başlayan İmralı "costerlar"ı, Rojava Devrimi'nden asla geri adım atılmayacağı için durdurulmuştu. O günlerde "çözüm süreci"nin geleceği Rojava hakkında verilecek karara tabi kılınıyordu. Ya devrimden vazgeçilecek ve masa ayakta kalacak, ya da devrim tercih edildiğinde sömürgecilik savaş konseptini uygulayacaktı. Devrime büyük bir onur ve bedellerle sahip çıkıldı. İkincisi oldu.
 
Faşist sömürgeci rejimin yürütücü şefi Erdoğan, "Tek bir kırmızı çizgim var, o da Suriye'dir. Orada Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya asla izin vermeyeceğim" derken devrim tarafı da "Suriye devleti içinde Kürtleri asla eritmeyeceğiz. Bu da bizim kırmızı çizgimizdir! diyerek konumunu belirlemiş oluyordu.
 
Peki koyu tecrit politikasının hayata geçirildiği Nisan 2015'ten bu yana neler oldu? Rojava Devrim'i bölge halklarıyla birleşerek Ortadoğu devrimine doğru ilerlerdi. Kuzey Suriye'nin tamamında demokratik-halkçı karakterli demokratik bir sistem kuruldu. Bölge gericiliğine ağır darbeler indirilirken, politik islamcı DAİŞ çetesi mağlubiyete uğratıldı. Devrim komünlere dayanan demokratik-özerk varlığını korurken aynı zamanda Suriye'yi demokratikleştirme mücadelesini de yürütüyor.
 
Özcesi, devrim kendi yolunu açarak ve kendi belirlediği güzergahta gelişimini sürdürüyor. Abdullah Öcalan'ın 2 Mayıs ve 22 Mayıs tarihli görüşmelerde Rojava ve Kuzey Suriye Devrimi ile söyledikleri de tamamen devrimin gelişim çizgisine ve onun demokratik halkçı karakterine uygundur. Ne diyordu Abdullah Öcalan, "Suriye Demokratik Güçleri kapsamında Suriye'deki sorunların çatışma kültüründen uzak durularak; içinde bulundukları konumun, durumun Suriye'nin bütünlüğü çerçevesinde anayasal güvenceye kavuşturulmuş yerel demokrasi perspektifinde çözüme ulaştırılması amaçlanmalıdır"
 
Bugün devrimin yapmak istediği de budur. Kendi demokratik-özerk yapısını koruyarak Suriye'yi ve hatta bütün bir Ortadoğu'yu özgürleştirmek. Bunun yöntemi içinse müzakere ve diyaloğun ilk tercih olduğu DSG ve Kuzey Suriye Federasyonu yönetimlerince defalarca vurgulanmıştır. Devrimin, demokratik Suriye için görüşme çağrıları hali hazırda sürüyor. Ancak bunun anlamı devrimin kazanımlarını ve onun demokratik-halkçı karakterini rejim kuvvetlerine boğdurtmak anlamına gelmez. Sömürgecilik ve bölge gericiliği, devrimin bütün çağrılarına rağmen eski statükoyu sürdürmeyi zorluyor. Bu zorlama fiili bir askeri saldırıya dönüşürse elbette ki devrimin kuvvetlerini de karşısında bulacaktır. İmralı'da verilen mesaj, rejime teslimiyet değil devrimin demokratk Suriye yönündeki ısrar ve çabalarının sürdürülmesidir.
 
Abdullah Öcalan'ın "Türkiye'nin hassasiyetlerine de duyarlı olunmalıdır" çağrısı da devrimin demokratik karakterinin vurgulanmasından öte bir anlam taşımaz hele ki sömürgeci faşist rejimle uzlaşıldığı anlamına asla gelmez. Devrim, en başından itibaren komşularının güvenliğini sınırlandıracak pratiklerden uzak durmuştur. Bu, onun demokratik kültür ve normlarına ilişkindir. Devrim'in sınır komşularıyla kurduğu ilişki saldırganlık değil kendi varlığını korumakla sınırlıdır. Bugüne kadar devrim topraklarından Türk devletine yönelik en küçük bir saldırganlık yaşanmamışsa sebebi devrimin "hassasiyet" gözeten demokratik varlığındadır.
 
Ancak tersi reddedilemeyecek biçimde doğrudur. Sömürgeci burjuva Türk devletinin varlığı devrim ve halklar için en büyük tehditdir. Bu tehtidi bir an için denklemden çıkaranlar, ya da Türk devetinin sömürgeci politikalarından kolayca vazgeçebileceğini sananlar İmralı'daki avukat görüşü ile paralel hangi gelişmelerin yaşandığına daha yakından bakmalıdır. Görecekleri devrimi boğmaya yemin etmiş kaskatı bir sömürgeci işgalciliktir.
 
Öyle ki sömürgeci burjuva Türk devleti, devrimi parçalamak başaramazsa statü almasını engellemek, ne olursa olsun devrimin başını öne eğdirmek istiyor. Bu amaçla işgal ettiği Efrîn'i şimdi de işgal duvarlarıyla ayırarak sömürgeci sınırlarına dâhil etmeye uğraşmakta. İdlib bahsinde dahi Rojava Devrimi'nin kazanımlarını sıfırlayacak fırsatları yakalama beklentisi var. Ruslara verilecek tavizin karşılığı Tel Rıfat ve Menbic'de aranıyor. Sömürgecilik için Tel Rıfat ve Efrîn işgalinin devam sahnesi. Menbic ise Fırat'ın doğusuna giriş kapısı. Şehba'ya yönelik saldırılarda bu nedenle sürdürülüyor.
 
Faşist saray rejimi devrimi boğmak amacıyla  Suriye rejimi ile görüştüklerini de doğruladı. Türk devleti, devrimin sınırlandırılması koşuluyla her türlü ilişki ve pazarlığa girmeye hazırdır. Bundandır ki devrimin gündemi kendini savunma, direnişi sürdürme ve mücadeledir. Devrim kuvvetlerinin hazrlığı bu yönde olduğu gibi İmralı'dan da tersi bir mesaj yoktur.
 
KAZANDIK. ZAFERLERE YÜRÜYELİM!
 
Açlık grevi ve ölüm orucu direnişinin AKP-MHP faşist ittifakına geri adım attırdığına kuşku yok. Direniş, önemli bir kazanımla süreci arkalamış bulunuyor. Şimdi bu kazanımın zaferlere dönüştürülmesi gündemdedir. Devrim cephesi kazanımlarını zaferlere dönüştürmek için ne kadar mücadele ediyorsa, karşı devrim de atmış olduğu geri adımı hızlıca telafi etmeye çalışacaktır. Kazanımı, zafere dönüştürecek olan yol, rehavet üretmek ya da İmralı görüşmesinin ardından "beklentilere kapılmak" değil, direnişi büyütmektir. Bunun Rojava ve Kuzey Suriye'de ki somut karşılığı devrimi ilerletmek olurken Bakûr Kürdistan'da ise sömürgeci faşizmle savaşım düzeyinin yükseltilmesidir.
 
Direnmeyenlerin kazanamayacağı bilinir. Ancak devrim, kendi zaferini direnmeye cesaret edemeyenlerle paylaşabilecek kadar engin gönüllüdür. İmralı görüşmelerinin ardından özgürlük mücadelesini çaresizce suçlayanların yapması gereken direnişin parçası olmak, bugünkü kazanımlara ortak olmak ve kalıcı zaferlere giden yolda direnişe katılmaktır.