19 Mayıs 2024 Pazar

Bahar Özmez yazdı: İstanbul Sözleşmesi'ni gaspettirmeyeceğiz

İstanbul Sözleşmesi ciddi bir tehdit altında ve elverişli koşullar oluşur oluşmaz, sözleşmenin gaspından başlayan, ancak kadın özgürlük mücadelesinin, Medeni Yasa kapsamında 90'ların sonu ve 2000'lerin başında elde ettiği bütün diğer kazanımları da kapsayan, odağında yeni bir "aileyi koruma" kapsamlı konseptin oluşturulmasının durduğu bir saldırıya girişecekleri çok kesin. İstanbul Sözleşmesi'nin gaspı girişimine karşı çıkmak yetmez. Kadın hareketi, saldırıyı püskürtmeye kilitlenmeli ve mücadele içerisindeki tüm kesimleri de kilitlemeye çalışmalıdır.

Saray cuntası İstanbul Sözleşmesi ve ona bağlı olarak 6284 sayılı yasa etrafında kapsamlı bir vuruş yapmaya hazırlanıyor. Şubat ayında, faşist şef, sözleşmenin gözden geçirileceğini ilan etti. Bir süredir, saray medyasının belli başlı bütün köşe yazarları, fetvacıları İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere, kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin kazanımlarına saldırıyor, değişik argümanlarla toplumu bu gasp hamlesine hazırlamaya çalışıyorlar. Mehmet Metiner ve bir dizi AKP'li, faturayı da mümkün mertebe faşist şefe değil Davutoğlu'na kesmeye çalışarak, "elimiz kırılsaydı da imzalamasaydık" kıvamında pişmanlık beyanlarında bulundular. Kendini sarayda cisimleşen erkek iktidarının aklanıp yüceltilmesine adamış Hilal Kaplan, Mayıs başında, İstanbul Sözleşmesini de kapsayan, LGBTİ+'ları, feministleri ve kadın özgürlük mücadelesini hedef alan bir yazı dizisi hazırladı. Kölelik ruhuyla bütünleşmiş birçok AKP'li kadın yazar, akademisyen, partili, köşelerinde, bloglarında, sosyal medya sayfalarında "çocuk pişirme tarifleri" yayınlayarak, çocukların eşcinsel olmasının önüne geçmek ya da kız çocukları kadın fıtratına, erkek çocukları erkek fıtratına göre yetiştirmek üzere yapılması gerekenleri sıralıyorlar. KADEM, sözleşmeyi savunmayı sürdürüyor ancak sözleşmenin belini kıracak düzenleme önerilerinde bulunuyor. Muharrem Sarıkaya'dan Abdulkadir Selvi'ye, sarayın önde gelen kalemşörleri arasında, konuyu döne döne ele almayan tek bir propagandacı kalmadı.

Faşist şefin sözleşmenin gözden geçirilmesi yönündeki çalışmaların başlatıldığını ilan edişinden itibaren, resmi ve gayri resmi özel çalışma birimlerinin yanı sıra, bütün bu kesimler, hem toplumu yasa ve yaşayış değişikliğine hazırlamak, hem de sözleşmeden çıkılarak veya çıkılmayarak, şerhle veya imza çekilerek, 6284 sayılı yasayı iptal ederek veya üzerinde değişiklikler yaparak, ancak biçimde ne yapılırsa yapılsın, özünde bu yasaların en temel sütunlarını kırarak, nasıl bir nihai düzenleme yapılacağı konusunda fikir üretmek amacıyla etkin biçimde çalışıyorlar. Aynı zamanda, AKP etrafında birleşmiş çeşitli politik İslamcı çevrelerin her biri, süreci kendi talepleri doğrultusunda etkilemeye ve şekillendirmeye çalışıyor.

İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve konu kapsamını ilgilendirdiği ölçüde, evlilik hukuku konusunda, kadın lehine asgari bir burjuva demokratik çerçeve sunuyor. Bunlar, kadına yönelik şiddetin tamamen son bulması için yapılması gerekenlerin binde biri değil. Bununla birlikte, dünya çapında son 20 yıllık kadın mücadelelerinin, bu konu kapsamındaki bütün ortaklaşmış ölçülerini kapsıyor. Uygulamaya konan kısmı, bundan daha da azı ve o da ancak ve ancak, kadın hareketinin sürekli ve ısrarlı basıncıyla mümkün oluyor. Ne var ki, bu haliyle bile, burjuva devletleri yeterince sarsıyor ve zorluyor. Almanya, İspanya, Fransa ve pek çok burjuva devlet, ancak kadınlar harekete geçip baskıyı artırdıktan sonra, sözleşmeyi gecikmeli, şerhli ve gözyaşları içinde imzaladı. ABD, Rusya, Japonya ve başkaları hiç imzalamadı. Burjuva devletlerin iyice direnmeden ve acı gözyaşları dökmeden imzaladığı, oy hakkından kürtaj hakkına, tek bir kadın yanlı yasa da olmadı bugüne dek.

Gelgelelim Türkiye sözleşmeye ilk imzayı koydu, şerhsiz ve gözleri yaşsız olarak. Bu bir tesadüf değil. Her şeyden önce, o dönemde sözleşmenin ilk elden hitap ettiği hiçbir ülkede, kadın özgürlük hareketi o denli güçlü ve özellikle kadına yönelik şiddet konusunda yoğunlaşmış, kenetlenmiş değildi. Dahası, kadın hareketinin az veya çok güçlü biçimde kendini ortaya koyduğu yerlerde, bu hareketler sayısız başka mücadeleyle tahkim olmamıştı. Başka bir deyişle, hiçbirinde, burjuva iktidarı, işçilerin, emekçilerin, gençliğin, Alevi emekçilerin, Kürt halkının ve tüm ezilenlerin kuvvetli ve süreğen mücadelesince kadın hareketiyle eş zamanlı dövülerek o denli bunaltılmış, toplum içinde ittifaklara, hiç değilse bazı kesimleri tavizlerle yatıştırmaya böylesine ihtiyaç duyar durumda değildi. O dönemde, sömürgeci faşist rejimin henüz içte ve dışta ittifak olanaklarının bu denli daralmamış, AB üyeliği konusundaki somut hedefinden uzaklaşmamış, 20 Temmuz 2015'te başlayan topyekün saldırı yönelimine girmek zorunda kalmamış olması da bu adımı atabilmeyi mümkün kılıyordu.

Bugün durum tümden değişti. Faşist şeflik rejiminin bütün toplumsal mücadelelere verdiği tek ve değişmez yanıt, politik öncülerinden başlayarak ezme ve yok etme.

Dahası, kadın özgürlük mücadelesinin, böyle tavizlerle yatışmak bir yana, daha da güçlendiği, kadın özgürlük değerlerinin, LGBTİ+ temel haklarının, toplumun ideolojik olarak şekillenmesinde belirgin rol oynamaya, genel toplumsal değerler haline gelmeye başladığı, politik olarak kadın özgürlük mücadelesinin hattından saptırılamadığı görüldü.

En önemlisi, kadın lehine düzenlenmiş bu yasalar, belirli politikaların uygulanmasının önünde engel teşkil etmeye başladı.

Kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik bir yasaya karşı bu kapsamlı hücum, gündelik erkek savunuculuğuyla şekillenmiş bir aklın sıradan davranışı değil. Kadın ve erkeğin geleneksel rollerine çağrı, fıtrat şiarı, eşcinsellik korkusu ve düşmanlığı, aileyi koruma çağrıları, kafasını örümcekler sarmış budalaların gündelik sokak tepkisi değil. Kuşkusuz bu da var. Ama esas mesele, kadınların mevcut haklarının, saray cuntasının temsil ettiği büyük sermaye kesimleri başta olmak üzere burjuvazinin ihtiyaçları karşısında gerçek bir güncel engel teşkil ediyor oluşu.

Kadın özgürlük kazanımları, genç, ucuz ve güvencesiz işgücü avantajını korumak, pek çok cephede işgalci ve sömürgeci savaşı sürdürmek ve kölece şekillendirilmiş bir toplumsal ruh hali üretimi için saptanmış bir nüfus politikasını ve saptanmış bir aile-toplum örgütlenmesini uygulamanın önünde güncel ve somut bir engel teşkil ediyor. Bu hedefler için zorunlu bir ön koşul olan ailenin birliği ve güçlendirilmesi politikası, şimdiye kadar parçadan, tek tek yasa ve maddeler temelinde uygulandı, ideolojik çalışmalar da daha parçalı ve tekil kaldı. Zaman zaman daha şiddetli saldırıya geçmek için güç sınaması yönü önde duran adımlar atılsa da kadın özgürlük mücadelesi bunları gayet hızlı biçimde geri püskürttü. Ancak durum faşist şeflik rejimi için sürdürülemez durumda. Kendi tabanından gelen cinsiyetçi basınç da tüm bunların tuzu biberi oluyor.

Somut biçim ne olursa olsun, boşanmayı zorlaştırmak (yasal koşullarını ağırlaştırma, "kadın beyanı" esasını tümden tasfiye ederek mahkemelerin tasarruf gücünü artırma, erkek şiddeti yoluyla direnen erkeklere alan açma, nafaka hakkını gaspetme, "arabuluculuk ve uzlaştırma" üzerindeki engeller kaldırılarak bunları en temel yöntem haline getirme yoluyla), evlilik ve çocuk doğurma hızını artırma (bu amaçla çocuk istismarı evliliklerini meşru kılma ve teşvik etme, kürtaj yasağı), eşcinselliğin yasaklanması ve LGBTİ+'ların tüm haklarının elinden alınması, erkek egemen faşist şeflik rejimince, acilen çözüme kavuşturulması gereken sorunlar.

İstanbul Sözleşmesi ciddi bir tehdit altında ve elverişli koşullar oluşur oluşmaz, sözleşmenin gaspından başlayan, ancak kadın özgürlük mücadelesinin, Medeni Yasa kapsamında 90'ların sonu ve 2000'lerin başında elde ettiği bütün diğer kazanımları da kapsayan, odağında yeni bir "aileyi koruma" kapsamlı konseptin oluşturulmasının durduğu bir saldırıya girişecekleri çok kesin. Bu güncel ve artık hemen hemen somutlaşmış bir saldırı planı.

Zira bu, kadın özgürlük mücadelesinin gücüyle gecikmiş ve yeniden gecikmiş bir çarpışma. Böyle bir topyekün dönüşüme uzun zamandır ihtiyaçları var ve sürekli parçadan saldırıya geçtiler. Bu saldırılar, genelde püskürtüldü, püskürtülmeyenlerse sınırlıydı ve ihtiyaçlarını karşılamadı. Şimdi gündemde olan plan, bir veya birkaç hamlede gerçekleşebilir, ancak her durumda parçadan değil topyekün bir saldırı olacaktır.

Faşist şeflik rejiminin bugünkü hareket biçimi, saldırı tarzı, taviz verememe kırılganlığı, ittifaklarının darlığı gibi faktörler göz önünde bulundurulduğunda, muhtemel ki, kadın özgürlük mücadelesi ve genel toplumsal mücadele geri adım attırmadıkça, sadece üç beş madde değişikliğiyle sınırlı değil, topyekün bir saldırı planı devreye konacak ve kadın özgürlük mücadelesinin değişik politik öznelerine karşı bugüne dek ortaya koymadıkları bir ezme denemesine girişecekler. Bu saldırıyı püskürtmek, kadın hareketinin bedel çıtasını dünkü mücadelelerde ödenenden daha yükseğe kurmayı gerektirebilir. Örneğin, dolaysızca kadın gündemli mücadeleden, eylemlerden tutuklananların sayısında ani bir artış olabilir. Dahası, bu çapta bir saldırıyı püskürtmek, mücadele araç ve biçimlerinin de (başkaca bedel gerektiren araç ve biçimlerin yanı sıra, açlık grevi ve süresiz açlık grevi, erkek egemen kurum, mahkeme, bina işgali, sokak çatışması vb.) bu çıtadan belirlenmesini gerektirebilir.

İstanbul Sözleşmesi'nin gaspı girişimine karşı çıkmak, protesto etmek, eylem hattını bunun üzerine kurmak yetmez. Kadın hareketi, saldırıyı püskürtmeye kilitlenmeli ve mücadele içerisindeki tüm kesimleri de kilitlemeye çalışmalıdır. Bu, işçi sınıfı ve ezilenlerin safından önemli bir politik bir çarpışma olacaktır. Toplumu, İstanbul Sözleşmesi etrafında politik olarak saflaştırmak gereklidir.

Sözleşmenin uygulanması şiarını sürekli biçimde gündemde tutmanın yanı sıra, böyle bir direniş sürecine etkin biçimde hazırlanmak gerekir. Buna, birleşik kadın hareketinin pratik enerji kazanmasını ve mücadele planı oluşturmasını sağlamak kadar, hemen bugünden yarına, özgüce dayalı olarak, erkek egemen faşist şeflik temsilcilerini, kurumlarını, medyayı sürekli olarak sokakta yanıtlamak ve süreklileşmiş politik ajitasyon ve örgütlenme çalışmasıyla kuvvet biriktirmek de dahildir.

Kadın hareketinin pek çok politik öznesi, koronavirüs salgını karşısında başarılı bir sınav veremedi. Kişisel korunma isteğinin rolünü küçümsememek gereken biçimde eve kapanma pratiğinin damga vurduğu bu süreç, iyi bir hazırlık dönemi olarak değerlendirilemedi. Bedel ödeme çıtasını, salgın riski altında sınırlı biçimde sokağa çıkma düzeyine dahi kuramayan bir ruhsal şekillenme, gündemdeki saldırı planını yenilgiye uğratamaz. Erkek egemen rejim, virüsten daha fazla bedel talep edecek.

Erkek egemen faşist şeflik rejimine unutulmaz bir kadın özgürlük dersi vermeye hazır olalım.