Azad Göçer yazdı | Avrupa'da savaş çanları çalıyor
Avrupa'da bütün bir toplumsal atmosferin ve siyasal sahnenin savaş hazırlığı temelinde şekillendiği şu günlerde, sosyalistlere ve devrimcilere ezilenleri antimilitarist, antiemperyalist ve antikapitalist safta örgütleme görevi düşüyor. Üçüncü bir dünya savaşı önlenecekse, emperyalistler arası çelişkilerle değil, ezilenler ve emperyalistler arası çelişkiler eksenindeki mücadeleyle önlenecek. Sürece dair söylenecek şiar, liselilerin sloganında yatıyor: "Orduya ne tek bir kuruş, ne tek bir kişi yok!"
2022'de Ukrayna savaşının patlak vermesiyle Almanya Başbakanı Olaf Scholz'un ilan ettiği "zeitenwende" (dönüm noktası), Alman sermaye devletinin iç ve dış politikasına yön vermeye devam ediyor. Yeni Başbakan Merz ve hükümeti, 2022'den beri süregelen askerileşme ve savaş hazırlıklarını tam gaz sürdürüyor. 5 Aralıkta parlamento, askerlik sisteminde reform öngören tartışmalı "Askerlik Hizmetinin Modernizasyonu" yasa tasarısını kabul etti. Yasayla birlikte, 2008'den sonra doğan tüm erkekler için askerlik kaydı ve muayenesi zorunlu hale geliyor. Her ne kadar gençliğe dayatılan "zorunluluk", henüz form doldurma ve askerlik muayenesi biçiminde olsa da, sosyal demokrat Savunma Bakanı Pistorius başta gelmek üzere hükümet, "yeterli olmazsa zorunlu askerlikten kaçınmayız" sözlerini tekrar tekrar dile getirmekten çekinmiyor.
Meclisten geçen yeni yasa, Almanya başta olmak üzere Avrupa devletlerinin "Rus tehdidine" karşı son yıllarda sürdürdüğü yoğun askerileşme ve savaş hazırlıklarından bağımsız düşünülemez. Milyarları bulan ek askeri bütçeler, NATO zirvesinde öngörülen, ulusal bütçelerin yüzde 5'inin savunma harcamalarına ayrılması ve "Avrupa NATO'su" tartışmaları, meselenin en görünen yüzü. Almanya özelinde, silah üreticisi RheinMetall, 2025 yılında, bir önceki sene kırdığı rekor ciroyu tekrar kırdı, sivil üretimin askerileşmesi sorunu, tartışma olmaktan çıkıp somut planlar haline geliyor. Geçtiğimiz haftalarda otomobil, taşıma ve askeri sanayinin başta gelen temsilcileri ve Savunma Bakanı Pistorius'un katılımıyla "Savunma Konferansı" gerçekleşti. Konferansın temelinde, sivil ve askeri üretim arasındaki kooperasyonun güçlendirilmesi ve askeri sanayinin sivil üretimden doğru güçlendirilmesi durdu. Ekonomik ve siyasal sahnenin yanı sıra toplumsal atmosferin de askerileşmesi bakımından son yıllarda yoğun bir propaganda çalışması yürütülüyor. Sokaklarda Alman ordusuna ait afişler, artık günlük yaşamın bir parçası haline geldi. Okullarda müfredata "savaş hazırlığı" konulu ders eklenmesi hala gündemde. Kısacası siyasi, ekonomik ve toplumsal atmosfer, askerileşme ve savaş hazırlığı üzerinden şekilleniyor, içerisinde bulunduğu varoluşsal krizi aşma çabası olarak Avrupa devletleri, yeni bir paylaşım savaşına hazırlanıyor.
Almanya'da yeni askerlik yasasının meclisten geçtiği aynı gün yayımlanan ABD'nin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, Avrupa'da süregelen savaş hazırlıklarının nedenlerine ve olası sonuçlarına da belirli yanlarıyla ışık tutuyor. Belgede, özellikle Avrupalı müttefiklerle ilişkilerde, güçlü müttefik ilişkilerine dair atıfta bulunan cümlelerin arasından, "Avrupa kendi ayakları üzerinde durmalı, ABD'ye yük olmaktan çıkmalı" yönünde mesajlar da okunuyor. Alman Başbakan Merz'in belgelere verdiği "Avrupa açısından kabul edilemez" tepkisi, bu durumu doğrular nitelikte. Ve hatta Merz sözlerine, "Belge, Avrupa'da ve dolayısıyla Almanya'da güvenlik politikası açısından ABD'den çok daha bağımsız olmamız gerektiği yönündeki öngörümde beni haklı çıkarıyor. Bu bir sürpriz değil, ama şimdi bir kez daha teyit edildi" biçiminde devam ederek, aynı zamanda Almanya ve AB'nin önümüzdeki süreç bakımından izleyeceği rotayı tekrar teyitlemiş oluyor.
NATO Genel Sekreteri Rutte ve Merz arasında son aylarda gerçekleşen altıncı buluşmada da temel tartışma konusu, Avrupa NATO'su ve AB'nin ABD'den bağımsızlaşması meselesi duruyor. Özellikle Ukrayna'yla ilişkilerde ABD-AB ilişkilerindeki farklılıklar göze çarpıyor. ABD'nin, Rusya'yla ilişkilerin "istikrara kavuşması", Ukrayna'da savaşın artık sonuca bağlanması yönündeki çabaları, esasında Rusya'yı askeri olarak rakip, ama özünde bölgesel bir güç olduğu, temel hedefin ise küresel bir güç yolunda ilerleyen ve Amerikan küresel çıkarlarıyla dolaysız rekabet içinde olan Çin olması gerektiği tespitini esas alıyor. Tam da bu noktada ABD-AB ilişkilerinde zıtlıklar gün yüzüne çıkıyor, zira Almanya başta gelmek üzere AB, henüz Ukrayna'dan vazgeçmeye razı değil.
ABD'nin tabiriyle "bölgesel" Rusya tehdidi, tam da Avrupa "bölgesini" kapsadığı için, Rusya'yı Ukrayna'da durdurma ve Ukrayna'yı NATO üyesi yapma hedefinden henüz vazgeçmiş değil.
Fakat Avrupa'nın askerileşmesi, sadece ABD'den kaynaklanan bir dışsal baskının sonucu olarak ele alınamaz; Almanya başta gelmek üzere Avrupa'nın savaşa hazırlanması kendi öz çıkarlarının da dolaysız bir sonucu. Ukrayna savaşı başlamadan önce de Macron'un başını çektiği "Avrupa ordusu" tartışmaları halihazırda sürüyordu. Siyasetin, ekonominin ve toplumun süregelen askerileşmesi, AB'nin emperyalistler arası dalaşta diğer emperyalistlerle rekabet gücünün artması, yaklaşan emperyalist yeniden paylaşımda pastadan daha büyük bir pay koparma isteğinin bir dışa vurumu aynı zamanda. Geçtiğimiz günlerde, Merz, Macron ve bazı diğer Avrupalı liderlerin yaptığı gizli bir telefon konferansının detayları basına sızdırıldı. Konferansta Merz ve Macron, ABD'nin AB politikasına karışması ve barış görüşmelerinde Ukrayna'nın çıkarlarının yeterince savunulmamasından yakınıyor. Merz ve Macron, ABD'nin Avrupa'yı yalnız bırakacağı, arkasından iş çevireceğinden endişeyle söz ediyor. ABD-AB ilişkileri, en belirgin biçimiyle Ukrayna'yla ilişkiler ve barış görüşmelerinde olmak üzere, yeniden paylaşım savaşı yolunda keskinleşiyor.
Yine de AB'nin ABD bağımlılığından bir anda kopması gerçekçi gözükmüyor. Her şeyden önce AB arasındaki çelişkiler henüz giderilmiş değil. Almanya, Fransa'yla güçlü bir askeri ve siyasal işbirliği öngörse de Fransa'yla, daha doğrusu Fransız atom bombalarıyla tek taraflı bir bağımlılık ilişkisi kurmak istemiyor. Fransa ve Almanya arasında, özellikle askeri olmak üzere farklı noktalarda zıtlıklar, başka bir biçimde ifade edilecek olursa kimin önderliği üstleneceği noktasında çatışmalar meydana geliyor. Yine siyasal farklılıklar da giderilmiş değil. Örneğin İngiltere ve Fransa, Ukrayna'ya asker gönderme noktasında daha cüretkarken, Almanya daha temkinli. Hakeza İngiltere ve Fransa, Filistin devletini resmi olarak tanırken, Almanya böyle bir şeyi kabul etmeyeceğini ilan etmişti. Almanya Başbakanı Merz, ABD'nin Ulusal Güvenlik Stratejisi bağlamında, "ABD Avrupa'yla çalışmak istemiyorsa bile Almanya'yla çalışabilir" diyerek, AB çıkarlarının önüne Alman çıkarlarını koymaktan da çekinmiyor. AB arasındaki çelişkiler ve çatışma noktaları giderilmeden, ABD'den tam anlamıyla bağımsızlık henüz zor bir ihtimal olarak gözüküyor.
Bütün bunlar karşısında peki ezilenler ne diyor? Almanya'da askerlik yasasının Meclisten geçtiği gün, 90'a yakın kentte toplam 60 bin liseli, okul grevine giderek sokağa çıktı. Antimilitarist bir hareketin potansiyeli mevcut. İşçi sınıfı ve ezilenler, özellikle de gençler, sermayenin savaşında ölmek istemiyor. Tıpkı Almanya'da onbinlerce liselinin dediği gibi, kimse "kanonenfutter" (harcanmalık er, top yemi) olmak istemiyor. Avrupa'da bütün bir toplumsal atmosferin ve siyasal sahnenin savaş hazırlığı temelinde şekillendiği şu günlerde, sosyalistlere ve devrimcilere de ezilenleri antimilitarist, antiemperyalist ve antikapitalist safta örgütleme görevi düşüyor. Üçüncü bir dünya savaşı önlenecekse, emperyalistler arası çelişkilerle değil, ezilenler ve emperyalistler arası çelişkiler eksenindeki mücadeleyle önlenecek. Sürece dair söylenecek şiar, liselilerin sloganında yatıyor: "Orduya ne tek bir kuruş, ne tek bir kişi yok!"