25 Nisan 2025 Cuma

Arzu Demir yazdı | 'Çocuk işçilik' de şef tipi aile planının bir parçası

Daha çok çocuğu işçileştirecek yönelimin, iktidarın şef tipi aileyi güçlendirme politikasıyla ilişkisinin üzerinden atlamamak gerekiyor. Şef tipi ailenin ve bu vesileyle erkek egemenliğinin güçlendirilmesinin, kadınların evsel köleliğinin artırılmak istenmesinin iktisadi bir temeli var. Siyaset yapacaksanız "makbul" olacaksınız, "sendikacı" olacaksınız "makbul" olacaksınız, "vatandaş", "kadın", "erkek" ya da "emekli" olacaksanız "makbul" olacaksınız. Makbullüğün tek ölçüsü ise faşist şeflik rejimine itaat.

TÜİK'in açıkladığı 2024 yılı çocuk istatistikleri, derinleşen yoksulluk kriziyle birlikte daha fazla çocuğun çalışmak zorunda bırakıldığını gözler önüne seriyor. Buna göre, 15-17 yaş grubundaki çocukların iş gücüne katılım oranı 2020'de yüzde 16,2 iken 2024'te yüzde 24,9'a yükseldi. 4 yılda 8,7'lik bir artış söz konusu. Ayrıca, 15-17 yaş arası çocukların neredeyse yüzde 25'i işçi olarak çalıştırılıyor. Bu 15-17 yaş aralığındaki her 4 çocuktan birinin "işçileştirildiği" anlamına geliyor. Yasak olmasına rağmen 15 yaşın altındaki çocuklar da çalıştırılıyor. Ancak buna ilişkin hiçbir istatistik veri yok. Bir nevi çocuk emeği de görünmezleştiriliyor.

Nisan ayının ilk üç haftasında, en az 5 çocuk çalıştırılırken katledildi. İSİG Meclisi'ne göre, Mart ayında da 15-17 yaş arasında 6 "çocuk işçi" katledilmişti. Son on iki yılda en az 742, AKP'li yıllarda en az 978 çocuk, çalışırken can verdi.

Bunlar, elbette, basına yansıyan haberlerden oluşturulan veriler. Buz dağının altında kim bilir neler var! AKP iktidarının, çalışma yaşamını işçi katliamları rejimi haline getirmesinin ağır sonuçlarını çocuklar da yaşıyor. Çünkü, sadece yoksulluk krizinin bir sonucu olarak değil, devletin uyguladığı politikalarla da "çocuk işçilik" artıyor. Yaşanan ölümlerle sıkça gündeme gelen Mesleki Eğitim Merkezleri'nin (MESEM) ardından mesleki eğitimde şimdi de yeni bir modele geçiliyor. "Alman eğitim sistemi Türkiye'de" diye övünülen bu "dual eğitim modeli"yle, sermayenin çıkarları için emekleri, bedenleri sömürülen, ömürleri, hayatları çalınan çocukların, sayısı artacak. Yeni sistem ile sanayi ve teknoloji liseleri kurulacak, meslek eğitim sisteminin tamamı, MESEM'leşecek. Bu konuyu konuştuğum İSİG gönüllüsü akademisyen Aslı Odman şunları söylüyor: "Teknoloji ve sanayi kolejlerinin, MÜSİAD'ın Covid-19 salgını zamanında önerdiği gibi izole üretim sistemlerine dönüştürülmesi öngörülüyor. İçinde kreşi, camisi, okulu olan, gençlerin içinden hiç çıkmadığı kapalı sistemler olarak düşünülüyor. Bunların organize sanayi bölgelerinde kurulması hedefleniyor. İşi, genç izole üretim üssünü vardıracaklar. MESEM'ler var olan meslek liselerinin içine bir program eklemekti, dual sistemle yeni, ayrı bir okul tanımlıyor ve izole bir şekilde öğrencinin tüm hayatını kapsayacak bir model."

Kapitalizmin ilkel birikimini yaptığı vahşi dönemindeki "işçi toplama kamplarını" andıran bu korkunç durumu, Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, hiçbir utanma belirtisi göstermeden savunuyor, "Bu yaz yayınladığımız mesleki ve teknik politika belgesiyle sektör temsilcilerine bu anlamda inanılmaz bir alan açıyoruz. Büyük istihdam yapan büyük sanayi tesislerinin içinde neredeyse okul açıyoruz. O noktayı buraya kadar taşıdık" diye konuşabiliyor.

Daha çok çocuğu işçileştirecek olan bu yönelimin, iktidarın şef tipi aileyi güçlendirme politikasıyla ilişkisinin üzerinden atlamamak gerekiyor. Daha önce de bu köşede yazmıştım. Şef tipi ailenin ve bu vesileyle erkek egemenliğinin güçlendirilmesinin, kadınların evsel köleliğinin artırılmak istenmesinin iktisadi bir temeli var. Birincisi; sermayenin ihtiyacı olan genç işçi nüfusunun doğurulması ve yetiştirilmesi. İkincisi de işgal savaşları için gerekli askerlerin yetiştirilmesi. Bu ikisinin olabilmesi için, ailenin ve erkek egemenliğinin güçlendirilmesi, kadınların mümkünse eve kapatılması, kapitalizmin ihtiyaçları buna izin vermediği için ise hem evde "iyi bir anne ve eş" rolünü yerine getirmesi, hem de esnek çalışma modelleriyle evden çalışması hedefleniyor.

Ailelerin asker yetiştirme görevini Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Göktaş birkaç gün önce yaptığı bir konuşmada çok net ifade etmişti. Nüfusun yeteri kadar artmadığından şikâyet etmiş, ardından da "Alarm seviyesindeyiz, 20 yıl sonra askere gönderecek genç bulamayabiliriz" demiş ve iktidarın, kadınların bedenini bir savaş alanına çeviren nüfus politikalarına destek vermişti.

2025 yılı kadınlar ve LGBTİ+'lar bakımından gerçekten de mücadele yılı olmalı. Çünkü, iktidar, her gün yeni bir saldırıyla cins savaşını yürütüyor.

Sağlık Bakanlığı, bir süredir kadınları "normal doğum" adı altında vajinal doğuma zorlamak için kampanya yürütüyordu. Bunun sadece, sosyal medya ve televizyon reklamlarıyla kalmayacağı kesindi. Resmi gazetede 19 Nisan'da yayımlanan Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik'te "Tıp merkezinde planlı sezaryen yapılamaz" ifadesi yer aldı. Böylece Sağlık Bakanlığı özel hastanelerde de planlı sezaryeni yasakladı.

Sezaryenin yanı sıra kadınların kürtaj hakkının da yeniden gündeme getirilmesi kuvvetle muhtemel. Aslında bu konu iktidarın hiç gündeminden çıkmamıştı. Sadece, daha önce kaybettikleri için, yine kaybedecekleri bir muharebeye girmek istemiyorlar, kazanacaklarına emin olduklarında adım atacaklar.

Sezaryen yasağıyla ilgili yönetmeliğin yayınlandığı 19 Nisan'da KADEM'in kongresinde konuşan faşist şef Erdoğan, yine nüfusun azaldığını, bunun bir beka sorunu olduğunu söyledi. Ardından da her zaman olduğu gibi LGBTİ+'ları hedef aldı. İktidarın "reform" diye Meclis'e getirmeye hazırlandığı 10. Yargı Paketi'nde yer alan değişiklik önerilerinin yanı sıra Cumhur İttifakı'nın ortağı HÜDAPAR'ın da hazırladığı kanun teklifiyle hem LGBTİ+'lar hem de kadınlara karşı yeni saldırılar devreye konulacak.

Mesele şu; iktidarın "makbul" olarak tanımladığı her ne ise, o gömleği giymeyen herkes hedefte. Siyaset yapacaksanız "makbul" olacaksınız, "sendikacı" olacaksınız "makbul" olacaksınız, "vatandaş", "kadın", "erkek" ya da "emekli" olacaksanız "makbul" olacaksınız. Makbullüğün tek ölçüsü ise faşist şeflik rejimine itaat.

19 Mart'tan sonra tüm yasaklara ve saldırılara rağmen sokaklara çıkan gençlik, bu dayatmalara karşı "özgürlük", "adalet" ve "eşitlik" istedi. Kendi yaşamları ve gelecekleri hakkında kendilerinin söz sahibi olduğunu ilan etti. Kadınların, gençlerin, işçilerin, ezilen halkların, ezilen cinsel kimliklerin taleplerini güçlü bir biçimde buluşturacağı eşik bakımından önümüzde 1 Mayıs var. Şimdiden 1 Mayıs kutlu olsun!