24 Nisan 2024 Çarşamba

Argeş Tolhildan yazdı | Bir enternasyonalist devrimciden Komutan Ahmet Şoreş'e

Rakka'nın özgürleştirilmesinden sonra Qamişlo'ya döndüm ve sivil yapılarda Ahmet yoldaş ile birlikte çalıştım. Bize sadece devrim için savaşmanın yeterli olmadığını, devrimin can damarı olan halkı anlamamız gerektiğini öğretti. Ahmet yoldaş, Kürtçe öğrenmemiz ve her gün komünlerde halkla birlikte olmamız konusunda ısrar etti.

Sevgili dostlar, yoldaşlar, hevaller,

Bugün şehitlerimizi anıyoruz. Zeki Gürbüz, heval Ahmet olarak tanıdığım sevgili yoldaşım. Yoldaşlarımız ve özellikle benim için, şehit Ahmet bir devrimcinin vücut bulmuş haliydi. Şehit Ahmet ile ilk kez 2017 yılının başlarında Rojava'ya geçtiğimde tanıştım. Bu tanışma asla unutamayacağım bir hikayedir. Geçiş yapmadan önce, yolumuzun düzenlenmesini beklerken bir süredir Süleymaniye'de çalışıyordum. Süleymaniye'de yarı-daimi ikamet eden biri olarak, yoldaşlarımızdan biri beni devrime katılmak için Rojava'ya gelen tüm enternasyonalistleri organize etmekle görevlendirmişti. Bu süre zarfında Avustralya, Hollanda ve ABD'den gelen enternasyonalistlerden oluşan bir grup kurma şerefine nail oldum. Biz dört kişilik bir gruptuk; iki eski asker, Hollanda'dan gelen eşsiz, renkli bir karakteri olan, Süleymaniye'de kendini bulmayı başaran biri ve ben.

Geçiş zamanı geldiğinde ben önden gönderildim ve başka nedenlerden dolayı Amûdê'ye vardım. İki gün sonra diğer üç arkadaş Qamişlo'ya vardı. Vardıklarında üç arkadaş MLKP'nin büyük kızıl bayraklarının olduğu bir yere geldikleri için biraz şok oldu ve kafaları karıştı. MLKP'nin kim olduğunu bilmiyorduk. Arkadaşlar MLKP'nin kızıl bayraklarını gördükleri için korktular ve yanlış yere geldiklerini düşündüler. Panikle beni arayıp "Neredeyiz biz? Her yerde kocaman komünist bayrakları var! Biz YPG'ye gittiğimizi sanıyorduk, bize yardım etmelisiniz" dediler. Bu arada, MLKP'yi araştırmaya başladım ve sadece Vikipedi'de bilgi buldum, bu yüzden benimle kesişen bir hevalin tavsiyesine başvurdum. Heval bana endişelenmememi, MLKP'nin dost olduğunu ve Rojava devrimine katılan önemli bir güç olduğunu söyledi. Ona beni ziyarete ve konuşmaya geleceklerini söyledim ve ondan tavsiye istedim. Bana onlara kadro olmayı planladığımı söylememi, eğer bundan bahsedersem ciddi olduğumu anlayacaklarını söyledi. Dürüst olmak gerekirse "kadro"nun ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ama yoldaşıma güvendim ve tavsiyesine uydum.

MLKP'den iki arkadaş beni Amûdê'de ziyarete geldi. Oturduk ve birlikte çay içtik. Bana MLKP'yi bilip bilmediğimi sordular, ben de "tabii ki MLKP'yi biliyorum" diye cevap verdim! Aslında tüm bildiğim Vikipedi'den okuduğum az sayıda bilgiydi. Bana Rojava'ya neden geldiğimi sordular, ben de büyük bir güven ve kesinlik içinde kadro olmak için geldiğimi söyledim. Hem MLKP'li yoldaşlar hem de tercümanlık yapan arkadaş şok olmuş gibi görünüyorlardı ve sonra çok ciddileştiler. Onlara Amûdê'deki bu yerin arkadaşların devrime nasıl katılacaklarını tartışıp karar verecekleri bir yer olarak tasarlandığını anladığımı söyledim ve grubumuzdan diğerlerini ertesi gün Amûdê'ye getirmeleri ve hep birlikte tartışmamız konusunda ısrar ettim. Kabul ettiler.

Ertesi gün iki MLKP'li yoldaş geldi ama arkadaşlarım yanlarında yoktu. Arkadaşlarımın nerede olduğunu sordum, "Heval Argeş, sen buraya devrime katılmak için geldin, bulunduğun yere bak, son üç gündür tatildesin, tatil bitti, şimdi işe koyulma ve bu devrimdeki rolüne başlama zamanı" dediler. "Tamam, ne zaman başlıyoruz" sorusundan başka bir şey diyemedim, onların cevabı ise "hemen şimdi" oldu. Eşyalarımı almak için acele ettim ve oradan ayrıldık, doğrudan Qamişlo'daki SYPG'ye gittik, orada grubuma yeniden katılacaktım ve orada tanışma onuruna sahip olacağım en etkileyici devrimci militanlardan bazılarıyla ilk defa karşılaşacaktım.

MLKP'den öğrendiğim ilk devrimci ders buydu: Devrim bir tatil değildir, Instagram'ınızda harika fotoğraflar olsun diye yaptığınız bir şey değildir, devrimciliğiniz ya da "sokak itibarınız" için yaptığınız bir şey değildir, kendiniz için, egonuz için, bireysel imajınız için yaptığınız bir şey değildir. Devrim zordur, affetmez, adanmışlık, bağlılık ve kolektif iyiliğin yararı için bireysel arzuları feda etmekle ilgilidir.

Akademiye vardığımızda MLKP'den iki güçlü kişilik olan Ahmet Şoreş ve Baran Serhat yoldaşlarımız oradaydı. Daha önceki tek deneyimim hep bir CV sunmaktı, bu nedenle grubumuzun her birine bir CV hazırlattım. Ahmet ve Baran yoldaş bizi tek tek mülakata alacaklarını ve devrimde nasıl bir rolümüz olacağına karar vereceklerini söyledi. Bizi teker teker balkona çıkardılar. Nihayet sıra bana gelmişti, heyecanlıydım çünkü eğitimim ve mesleki tecrübemle özgeçmişimin etkileyici olduğuna inanıyor, özel ve önemli olduğumu düşünüyordum. Balkonda oturduk, Baran Serhat ve Ahmet Şoreş bana bakıyorlardı, sanki bilincimi ve ruhumu analiz ediyorlardı. Baran Serhat CV'mi gözden geçirdi ve bana hayatım, işim ve eğitimim hakkında sorular sordu. Sonunda durakladı ve bana dedi ki, "Heval Argeş sana, geçmişine, eğitimine, deneyimine bakınca senden mükemmel bir devrimci asker ve gerilla olacağı çok açık, yarın seni hemen askeri ve ideolojik eğitime göndereceğiz ve ondan sonra yoldaşlarımızla birlikte doğrudan cepheye gideceksin ve Rakka'yı DAİŞ'ten birlikte kurtaracaksınız!"

Süslü CV'me rağmen yoldaşlarımla aynı kaderi paylaştım, biraz şaşırmış olsam da, özel bir şey almayacaktım, askeri yapıdaki yoldaşlarımıza katılma, küçük arkadaş grubumuzun yanında ve bu iki karizmatik, kendine güvenen, devrimci enerjinin liderliği ve komutası altında olma rolü bana verildiği için mest olmuştum. Orada bir kez daha bir ders aldık, devrimci bir harekette hiç kimse özel ya da diğerlerinden üstün değildir ve ego mücadele etmemiz gereken en ölümcül düşmandır. Bu mücadele süreklidir, tıpkı devrim gibi. Bildiğimiz gibi devrim dönüşmek demektir ve eğer devrimci olacaksak asla durmamalıyız. Kişinin basitçe devrimci olduğu ve artık öğrenmeye, gelişmeye, eleştirmeye ya da değişmeye ihtiyaç duymadığı bir an yoktur. Gerçek bir devrimci sisteme ve kendisine karşı içsel ve dışsal olarak sonsuz bir mücadele verir.

Ertesi gün Serêkaniyê'deki Ş. Serkan Taburu'na vardık. Orada Ahmet Şoreş'in komutası altında devrimci ve askeri eğitimimize başladık. Ahmet Şoreş bizi sıkı ve Spartalı gibi bir eğitimden geçirdi. Günlerimiz saat 05.00'te uyanıp toplu spora başlamakla, ardından yoğun askeri eğitimle, ardından bahçede ve nokta çevresinde yoğun günlük çalışmalarla, akşamları ise ideolojik eğitimimizi almakla geçiyordu. Eğitim zordu, kan, ter ve bazı durumlarda gözyaşı döktük. Her alanda sınırlarımızı zorladık. Ahmet Şoreş'in programı devrimci bir amaçla kurgulanmıştı. Savaşın ve devrimci mücadelenin acımasızlığını anlamamızı istiyordu. Ayrıca yoldaşlığın değerini ve devrimci potansiyelimizin özünün yoldaşlarımız arasındaki sevgi, saygı ve birliğe dayandığını öğrendik. Bahçedeki ve nokta etrafındaki çalışmalarımız bize doğaya saygı ve bağlılık aşılamak için tasarlanmıştı. Çünkü doğa ve ekoloji yaşamın temel unsurlarıydı. Tüm bunların temelinde ideolojimiz vardı; devrimci olmanın ne demek olduğunu, devrimci bir yaşam sürmenin ne anlama geldiğini, birlikte inşa etmek için mücadele ettiğimiz ve çalıştığımız şeyin tam olarak ne olduğunu ve son olarak neye karşı mücadele ettiğimizi anlamamız gerekiyordu. Ahmet Şoreş'in bize uyguladığı zorlu program, grubumuz ve MLKP'li yoldaşlarımız arasında bir bağ ve derin bir saygı oluşturdu.

Eğitim arasında Ahmet Şoreş'in gerçek bir devrimci gibi yaşadığını gördük. Sabahları hepimizden önce uyanırdı.

Gün boyunca tarlada çalışan bir işçi gibi başına bir poşu sarmış, bahçemizi genişletmek için çalışırken, tavuklarla ilgilenirken, taburun sahiplendiği köpeklerle oynarken ve kendi sebzelerimizi yetiştirebilmemiz için yürüttüğü mütevazı tarım projesinde görülebilirdi.

Eğitimimiz sırasında Ahmet Şoreş bizi voleybol ya da futbol oynamak için bir araya getirirdi. Grubumuzdaki enternasyonalist yoldaşlardan biri sık sık gençliğinde "yarı profesyonel" bir futbolcu olduğunu anlatarak övünürdü. Burada Ahmet Şoreş'ten bir ders daha öğrenecektik. Yoldaşlarımızdan biri bunu Ahmet Şoreş'e tercüme etti ve tabii ki Ahmet yoldaş hepimizin bir futbol maçı yapmasını önerdi. İlk maçımız sırasında, "yarı profesyonel" yoldaşımız topla hokkabazlık yeteneklerini ve numaralarını göstererek ısınıyordu. Ahmet Şoreş karakteristik sırıtışıyla sessizce onu izliyordu. Maç başladığında, öğle sıcağında, Ahmet Şoreş topu "yarı profesyonel" yoldaşımıza attı, bu yoldaşımız yeteneklerini sergilemeye karar verdi ve bize pas vermek için birçok fırsatı kaçırarak tek başına kaleye koşmaya çalıştı. Birdenbire yoldaş uçarak geldi ve hiç çaba sarf etmeden topu "yarı profesyonel"imizden aldı, durakladı, geri almaya çalışmasına izin verdi ve eski yıpranmış mekap çiftiyle tam forması üzerindeyken onu daireler çizerek koşturdu ve tüm takımı karşısına aldı. Kaleye kadar sırıtarak ve gülerek ilerledi, burada tekrar durdu ve artık yorulmuş olan "yarı profesyonelimizin" topu tekrar ondan almaya çalışmasını bekledi, bir kez daha hiç çaba göstermeden top mekaplarına takılmış gibi hareket etti ve topu "yarı profesyonel"imizin bacaklarının arasından geçirerek hedefe ulaştırdı. Golü attıktan sonra yoldaşımıza döndü ve gülümseyerek ve göz kırparak "Yarı profesyonel heval Andol, öyle mi" dedi. Daha sonra yoldaş, nefes almak için duraklamasına gerek kalmadan gol üstüne gol atarak, en irilerimizi devirerek koşmaya devam etti. Maçın sonunda yarımız topallayarak uzaklaşırken diğer yarımız nefes nefese yerde yatıyordu. Ahmet Şoreş bir kez daha bize egoyla ilgili bir ders vermiş, egonun ve eylemsiz büyük lafların kağıttan kaplanlar olduğunu ve kararlı, disiplinli ve sessizce kendine güvenen bir devrimci güç karşısında tutunamayacağını göstermişti. Bu aynı zamanda bize bunun sadece bir futbol maçı olmadığını, hazırlandığımız şeyin takım çalışması, birlik, disiplin, zihin, beden ve ruhun sürekli hazırlanmasını gerektirdiğini gösteren bir dersti.

Ahmet Şoreş ve MLKP'li yoldaşların komutasında verilen eğitim, bu mücadelenin içinde olmanın ne demek olduğunu ilk kez anlamamızı sağladı. Bütünlüklü bir eğitimin gerekliliğini, devrimci mücadelenin dağ başlarında ellerinde kalaşnikoflarla gün batımına özlemle ve kahramanca bakan gerillaların nostaljik ve romantize edilmiş hayallerinden çok daha fazlası olduğunu gösterdi. Eğitimin son bölümü bizi sınırlarımıza kadar zorlamak ve dizlerimiz ve dirseklerimiz kanayana, her birimiz öfkemizi kaybedene ve nihayet bir birim olarak kaynaşıp devrimci potansiyelimizi kullanmaya başlayana ve bu potansiyeli birbirimizi daha ileriye itmek için kullanana kadar tekrar tekrar zorlamak üzere tasarlanmıştı. Ancak o zaman Ahmet Şoreş bize cephedeki yoldaşlarımıza katılma zamanımızın geldiğini söyledi.

Sonunda cepheye gitme ve Rakka'yı özgürleştirme hamlesine katılma zamanımız geldiğinde, Ahmet yoldaş son sözlerini söylemek için hepimizi sıraya dizdi. Eğitimi tamamlama çabalarımızdan gurur duyduğunu ama eğitimimiz sırasında öğrendiğimiz askeri becerilerin gittiğimiz yerde işe yaramayacağını söyledi. Satır aralarında öğrendiğimiz her şeyi almamız gerekecekti ve en çok ihtiyaç duyacağımız dersler de bunlardı.

Rakka'nın özgürleştirilmesinden sonra Qamişlo'ya döndüm ve sivil yapılarda Ahmet yoldaş ile birlikte çalıştım. Bize sadece devrim için savaşmanın yeterli olmadığını, devrimin can damarı olan halkı anlamamız gerektiğini öğretti. Ahmet yoldaş Kürtçe öğrenmemiz ve her gün komünlerde halkla birlikte olmamız konusunda ısrar etti.

Bize bu devrimin Kürt halkının köklerinden geldiğini ama insanlığa dayanan bir devrim olduğunu ve geçmişi ne olursa olsun tüm insanlar için bir devrim olduğunu öğretti. Bu dönemde biz basit bir apartman dairesinde yaşıyorduk. Ahmet yoldaş her sabah bizden çok önce kalkar ve hepimize taze ekmek almak için dışarı çıkardı. Sessizce bize kahvaltı hazırlar ve her sabah gülümseyerek bizi nazik bir "Rojbaş" ile uyandırırdı! İnsanlarla geçirdiğimiz uzun günlerden sonra akşamları Ahmet yoldaş, diğer yoldaşlarla birlikte akşam yemeği hazırlar ve yemekten sonra atıştırmalıklar sihirli bir şekilde ortaya çıkardı.

Akşamları Ahmet yoldaş ile birlikte saz çalıp şarkı üstüne şarkı söyleyerek geçirirdik, bazen diğer yoldaşlar da katılırdı ve tam bir orkestra ortaya çıkardı.

Ahmet Şoreş'le ilgili en sevdiğim anılardan biri, her gece kamuflaj üniformasını değiştirmesiydi. Bu benim ve diğer bazı arkadaşların benimsediği bir gelenekti. Bir devrimcinin özü olduğu için o bizim ilham kaynağımızdı. Her zaman profesyoneldi, her zaman hazırdı, asla sinirli değildi, asla stresli değildi, her zaman sakindi. Bize, hatta bazı asi yoldaşlarımıza karşı sonsuz bir sabrı vardı. Her cuma boş günümüz olurdu ve Ahmet yoldaş bize biraz harçlık verir ve "dışarı çıkın ve Qamişlo'yu görün, buradaki insanların hayatını deneyimleyin, onları tanıyın, arkadaşlar edinin ve şehrin ve insanların size göstereceklerini keşfedin" derdi.

MLKP'den, şehit Baran'dan, şehit Ahmet'ten, BÖG, DKP, TKP-ML TİKKO ve Kürt özgürlük hareketinden tüm yoldaşlardan, sıcaklıkları ve cömertlikleri beni derinden etkileyen Rojava halkından öğrendiğim her şey beni yeni bir kişiye dönüştürmüştü. Ahmet Şoreş'ten son isteğim, faşist Türk devleti ve çetelerinin Efrîn'i işgal etmeye başladığında oldu. Ahmet yoldaşa bir mektup yazdım ve mektubun son satırları "beni Efrîn'e savaşmaya gitmekten alıkoymanın tek yolu şu anda kafama bir kurşun sıkmaktır" şeklindeydi. Mektuptan başını kaldırdı ve tek bir kelime bile etmeden parmaklarını birleştirip gülümsedi. O anda kararlılığımı anladığını biliyor ve hissediyordum ve gerçek bir devrimci önder ve öğretmenin benim başarabileceğimi bildiği seviyeye ulaşmamdan duyduğu sevinci gördüm.

Birçok yoldaşımız gibi ben de düşmanlarımızın birbiri ardına yoldaşlarımızı aldığını gördüm. Kendilerini tüm insanlığın durumunu iyileştirmeye, insanların baskı, zulüm, şiddet ve adaletsizlikten uzak yaşayabilecekleri bir dünya görmeye kararlı bir mücadeleye adamış yoldaşlar. Bu soylu, devrimci mücadele için her şeylerini feda etmiş olan yoldaşlar. Güç ve tahakküme dayalı yüreksiz, acımasız, amansız bir sistemin yıkılışını görmek isteyen bir mücadele. Para, altın, arabalar, evler, tatiller, özenle düzenlenmiş bir "başarı" imajı. Bunların hepsi anlamsız.

Bu sistemin gelişmesine izin verdik. Bizi insan yapan her şey üzerinde hakimiyet kurmasına izin verdik. İnsanlığımızı, gezegenimizi tahrip etmesine izin verdik. Gezegenimiz, direksiyonda alaycı, işlemci, soğuk, hesapçı bir makine ile dünyanın tamamen yok olmaya doğru sarmal olduğu noktaya geldi.

Uygarlığın beşiğinden doğan bu devrim, titrek ve geçici son umutlarımızdan sadece birkaçını sunuyor. Bu son umut, kökten farklı, özgür bir toplum için son ışığımız, varoluşsal bir tehdit altında. Hareketlerimizi korku belirliyor. İşimizi, ailemizi, sosyal statümüzü, evimizi, hayatımızı kaybetme korkusu.

Şu anda, faturalarını ödeyemedikleri için evlerinde tek başlarına ölen yaşlı insanlar var, bunu kabul ediyor muyuz? Sadece savaşı bilen çocuklar var, bunu kabul ediyor muyuz? Anneleri ve babaları diktatörlerin kaprisleri yüzünden öldürülen çocuklar var, bunu kabul ediyor muyuz? Silahsız sivilleri vuran ve serbestçe dolaşan polisler var, bunu kabul ediyor muyuz? Erkeklerin kadınlara tecavüz ve şiddet uygulaması için tasarlanmış sistem var, bunu kabul ediyor muyuz? Cinsel kimlikleri ya da yönelimleri nedeniyle, dinleri nedeniyle ya da sadece okula giden çocuklar oldukları için öldürülen sayısız insan var, bunu kabul ediyor muyuz? Bunlar, kapitalist modernite sistemi tarafından mümkün kılınan ve teşvik edilen adaletsizliklerin yalnızca küçük bir kısmıdır.

Kendimize devrimci diyen bizler, bireycilik, dogmatizm, ego, gurur, hoşgörüsüzlük ve birbirimizle konuşmak bir yana, birbirimizi anlamaya isteksizlik içinde tüketiliyoruz. Kapitalizm "devrimi" çoktan kendine mal etti, devrim birçokları için giydiğiniz kıyafetlere, attığınız sloganlara, yaydığınız hashtag'lere bağlı bir yaşam tarzından başka bir şey değil. Devrimimizi devrimci tutmak için eleştiriye ve özeleştiriye ihtiyacımız var. Aksi takdirde durgunlukla karşı karşıya kalırız. Gerçek şu ki, baloncuklarımızda sıkışıp kaldık. Seçkinler, Avant muhafızları, koltuk devrimcileri ve herkesi eleştiren ancak parmağını kıpırdatmaya cesaret edemeyen klavye savaşçıları.

Bir çizgi var. Bu dönüşü olmayan bir çizgidir. Eğer zafere ulaşmak istiyorsak, o zaman her birimiz bu çizgiyi geçmeliyiz. Bu çizgiyi geçmek için, kendimizi ölüm korkusu da dahil olmak üzere tüm korkulardan kurtarmalıyız. Bunu yapmak rahatsız edici olacak, Netflix'imizi, internetimizi, elektriğimizi, akan suyumuzu, yetersiz aylık gelirimizi kaybedebiliriz. Devrimi görenler, onu inceleyenler bilirler ki, devrim fedakarlık, rahatsızlık, acı ve kayıp olmadan gerçekleşmez. 

Ancak bu çizgiyi aştığımızda, ölmek için değil, yaşamak için savaşmalıyız. Ve böyle savaştığımızda, kaçınılmaz olarak karşılaşacağımız her şeyin üstesinden gelmek için tek bir kararlılıkla, devrimci bir birlikle, bir amaçla savaşmalıyız. Ve sadece birlikte, birleşik, devrimci ideolojimize ve stratejimize sadık kalan adanmış, sürekli, disiplinli bir örgütle başarılı olacağız. 

Belki bu sözler size tanıdık gelebilir. Ancak yoldaşlar, düşmanlarımızın acımasız hakimiyetlerini sürdürmek için çaresiz olduklarını gördük. Faşist Türk devleti köşeye sıkışmış ve elindeki her türlü iğrenç taktiği hararetle kullanmaktadır. Bizi hapsediyor, işkence ediyor, öldürüyor. Yoldaşlarımızın savunmak için en büyük fedakarlığı yaptığı toprakları işgal ediyor, halkı şiddet, yolsuzluk ve ölümle hedef alıyor, özgür düşünenleri, gerçeği arayanları bastırıyor, bizi sakat bırakıyor, şehitlerimize saygısızlık ediyor, mezarlarımızı çiğniyor, bizi gazlıyor ve bombalıyor. Biz diyorum, evet, Kürt olmadığımı, Türk olmadığımı, Ermeni olmadığımı düşünerek. Biz diyorum çünkü bu insanların her biri ister sivil ister militan olsun, onlar bizim insanlarımız ve kendine devrimci diyen bizler için şehitlerimiz, onlar sadece MLKP'nin, BÖG'ün, DKP'nin, TKP-ML TİKKO'nun, Tekoşina Anarşist'in, TKEP-L'nin, MLSPB'nin, YPJ'nin, YPG'nin, YAT'ın ya da PKK'nin ve benzerlerinin şehitleri değil, onlar sizin yoldaşlarınız, sizin şehitleriniz.

Yıl 2023, Lozan Antlaşması'nın 100. yıldönümü. Bu, Erdoğan ve faşist AKP-MHP rejiminin Erdoğan'ın yeni Osmanlı vizyonunun yükseleceğine inandığı yıl. Bu vizyon etnik temizlik ve soykırım üzerine inşa edilmiştir. Kürt özgürlük hareketinin ve Türkiye devrimci hareketinin yok edilmesini gerektiriyor.

Eğer Erdoğan'ın vizyonu başarılı olursa, liberal demokrasi cilasının paramparça olduğu ve dünyanın, insanlıktan yoksun ve yaşamın değersiz olduğu işlemsel politikalar tarafından dikte edilen daha da sinik bir küresel düzen tarafından yönetileceği bir dünyaya şiddetli bir geçişin habercisi olacaktır.

Dünyanın dört bir yanındaki devrimciler için farklılıklarımızı bir kenara bırakmanın, egolarımızı parçalamanın, ataerkilliği yıkmanın ve korkularımızdan özgürleşmek için bir araya gelmenin ve çizgiyi kesin bir şekilde geçip asla arkamıza bakmamanın zamanı geldi.