29 Mart 2024 Cuma

31 Mart'ın ötesi

Dikkatlerimizi 31 Mart'a değil ötesine dikiyoruz. Rejimin içinde kıvrandığı çok katmanlı kriz zemininin çözüleceğine dair bir emare yok. 31 Mart'ın, bu krizin çözüm yoluna girdiği değil daha da derinleştiği bir andan ibaret olduğunu hep birlikte göreceğiz. Öyleyse yapacağımız şey belli. Ezilenlere gidelim, her fırsatı onların düzenden kopuş eğilimini derinleştirmek için değerlendirelim. Toplumsal gerçeğin derinliklerinde biriken isyanın öncü gücünü ve iradesini büyüterek hazırlanalım.
Atılım gazetesinin bu haftaki "Gündem" köşesinde; 31 Mart yerel seçimleri ve sonrasında yaşanacak kriz işleniyor.
 
Atılım Gazetesi'nin Gündem yazısı şöyle:
 
31 Mart yerel seçimleri yaklaştıkça hemen hemen siyasetin tüm başlıkları bu amaca bağlı olarak biçimleniyor. Kuşkusuz bunun bir mantığı var. Herkes kendi durduğu yerden seçim zeminini avantaja çevirmenin, kendi pozisyonunu korumanın, tahkim etmenin ya da ileri çekmenin aracı olarak değerlendirmek istiyor. Bunun anlaşılır bir yanı olsa da sistemin ulaştığı yeni düzey düşünüldüğünde bu ezberi sorgulamak için oldukça güçlü gerekçelerimiz var.
 
Yerel seçimlerin politik dengeler bakımından bir rol oynayacağı açık. Yine de hem genel olarak burjuva sistemde hem de özellikle Türkiye içinde seçimlerin toplam siyasetteki yerinin ve ağırlığının azaldığından artık -tabiri caizse- yuvasındaki karıncanın bile haberi var! 7 Haziran seçimlerinin Saray darbesiyle iptal edilmesi; kitle katliamları ve panzerlerin blokajında gerçekleşen 1 Kasım seçimleri; HDP eşbaşkan, vekil, yönetici ve üyelerine dönük tasfiye operasyonları; seçilmiş HDP belediyelerine kayyum sistemiyle el konulması; 16 Nisan referandumunda çıkan ‘Hayır’ iradesinin, YSK eliyle organize edilen hırsızlıkla gasp edilmesi ve son olarak da OHAL koşullarında, adaylardan birinin hapiste olduğu bir durumda yapılan 24 Haziran seçimleri, ezilenlerin zihninde yer tutan deneyimler oldu.
 
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “16 Nisan'da hayır kazandı ancak iç kargaşaya, çatışmaya izin vermemek için ses çıkarmadık” sözleri; faşist şefin HDP'li belediye ve seçilmişler için defaatle kullandığı “seçilmiş olmalarına bakmaz daha önce yaptığımız gibi yine tutuklar yine el koyarız” efelenmeleri, Sedat Peker başta gelmek üzere faşist mafya şefleri ve paramiliter örgütlenmeler üzerinden verilen iç savaş mesajları aynı madalyonun diğer yüzü.
 
Yani “AKP'nin seçimlerle geriletilemeyeceği” fikri artık sadece sistemin üzerine kurulduğu yeni mekanizmanın gerçeğini özetleyen bir soyutlama olmanın ötesinde kitlelerin deneyimleriyle sabitlediği yaygın bir kavrayış ve duygu. Kuşkusuz egemenler de dahil herkes bu toplumsal kavrayış ve ruh halinin farkında. Ne var ki ortaya çıkan çok katmanlı kriz tablosu nedeniyle bu aracı çeşitli biçimlerde toplumsal meşruiyet elde etmenin ya da tersinden meşruiyeti tartışmaya açmanın aracı olarak değerlendirmeye çalışıyorlar. Ve tabi ki hepsi de ezilenleri düzen  sınırları içinde tutmak için bu araçtan yararlanmak istiyorlar. Ve kuşkusuz egemenlerin yaptıkları kendi cephelerinden anlaşılır. Ne var ki bir söz ya da soyutlama olarak emekçi sol örgütlerin seçimlerle kurduğu pratik ilişkinin egemenlerin yaratmaya çalıştığı algı alanının içinde kalması oldukça tartışmalı bir tabloya işaret ediyor. Devrimci siyasetin yasallığa değil meşruiyete yaslanması, seçimi değil sokağı esas alması, ezilenleri sadece seçmen gören yaklaşıma değil örgütleme ve mücadele gücü olarak egemenlerin karşısına dikme amacına odaklanması gibi yönlendirici mottolar pratik sahaya inildiğinde karşılığını bulamıyorsa ya da yeterince bulamıyorsa ciddi bir sorunla karşı karşıyayız demektir.  Devrimci siyasetle reformcu siyaset arasındaki ayrım bu yönlendirici mottolar karşısında alınan tutumla çizilir. Birincisini esas alanlar reformcu, ikincisini esas alanlar devrimci siyaset hattına girer. Dahası, ezilenlerin seçim yoluyla bir değişim yaşanabileceği beklentisini yitirdiği, düzen içi çıkış yollarının kapandığı fikrinin kök saldığı sözün özü reformcu siyasetin alanı daralırken devrimci siyaset alanının nesnel olarak genişlediği bir tarihsel süreçte emekçi sol ya da devrimci siyaset ya da militanların pratikte seçim çalışmasını oy isteme-istememe, aday gösterme-göstermeme gibi sorunlara indirgeyerek tartışması, seçim örgütlenmesini buradan doğru kurma görüş açısına eğilim göstermesi en hafif tabirle bir misyon ve amaç açıklığı kaybına işaret etmektedir. Hiç kuşku yok ki seçimin kendine özgü araçları ve seçimlere bağlı olarak doğallığında ortaya çıkan iklim, ezilenlerin örgütlenmesi, bir mücadele gücü haline getirilmesi ve düzenin karşısına dikilmesi için büyük olanaklar yaratmaktadır. Ve sosyalistler, bu olanakları bir hareket noktası olarak değerlendirme sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Ancak asıl mücadele gündemleri bellidir. 8 Mart kadın grevinin örgütlenmesi, emekçilerin ekonomik krizin derinleşmesiyle artan sefaletine karşı parçalı biçimde ortaya çıkan tepkilerin birleşik bir mücadele hattına sokularak büyütülmesi, Leyla Güven ve hapishanelerdeki devrimci-yurtsever tutsakların İmralı tecridine karşı başlattıkları açlık grevleri etrafında harekete geçen direniş dinamiklerinin Newrozla buluşturularak yaygınlaştırılması, Rojava'yı işgal tehdidine karşı hazırlıkları içinden geçtiğimiz dönemin temel politik gündemleri ve mücadele başlıklarıdır. Seçimler, bu mücadele başlıklarının kitlelere taşınması için uygun bir zemin yaratmaktadır. Bu nedenle seçimlere değil mücadele başlıklarına odaklanan, seçimlerden kaynaklanan zemin ve olanakları bu mücadeleleri büyütmek için değerlendiren bir çizgiden ilerlemek esas alınmalıdır.
 
Dikkatlerimizi 31 Mart'a değil ötesine dikiyoruz. Rejimin içinde kıvrandığı çok katmanlı kriz zemininin çözüleceğine dair bir emare yok. 31 Mart'ın bu krizin çözüm yoluna girdiği değil daha da derinleştiği bir andan ibaret olduğunu hep birlikte göreceğiz. Öyleyse yapacağımız şey belli. Ezilenlere gidelim, her fırsatı onların düzenden kopuş eğilimini derinleştirmek için değerlendirelim. Toplumsal gerçeğin derinliklerinde biriken isyanın, öncü gücünü ve iradesini büyüterek hazırlanalım.