Yoksulluk ve darbe
Yazık ki 'AKP gitsin de kim gelirse gelsin' usanmışlığı bu gibi yaklaşım sahiplerinin sayısını artırıyor. Orta vadeli bu tehlikeye işaret etmek gerekir. Bir askeri darbe nasıl halkın yararına değilse herhangi bir seçimde CHP ve bağlaşıklarının iktidarı ele geçirmesi de halkın kurtuluşu değildir, olmayacaktır.
Yeni bir darbe ihtimali daha sıklıkla konuşulur oldu. 15 Temmuz'dan üç ay önce darbe olasılığı gazetelere kadar yansımıştı. Şimdi somut durum nedir, güç ilişkileri ne merkezdedir bunu bilemeyiz ama şunları söyleyebiliriz:
15 Temmuz darbe girişimi olur olmaz, gazetemiz bunun Amerika ve NATO'nun olurunu alan bir girişim olduğunu yazdı, sonraki gelişmeler bunu doğruladı. Darbenin bastırılması artık askeri darbelerin bittiğini değil, bu olasılıkların sürdüğünü anlatıyordu. Dolayısıyla bugün veya gelecekte bir askeri darbe teorik bir sürpriz sayılmaz.
Üzerinden atlanan bir detay: 15 Temmuz gecesi ABD yetkilileri darbeyi önce destekledi ve darbeyi yüzüne gözüne bulaştıran Cemaat şebekesinin zafer kazanamayacağı anlaşılınca ABD, hükümetten yana tavır alırken darbeci asker ve polisler gruplar halinde teslim oldu. AKP, darbeyi önceden haber alıp ona göre mevzilendi, diğer potansiyel darbe klikleri de Cemaat şebekesinin girişimini desteklemeyerek onu AKP'yi de aşan kadim iktidar blokunun pençesine terk etti.
Meclis'in bombalanması gibi pratiklere takılı kalan ortalama akıl bunca silah gücüne sahip asker-polis ve sivilin, kişisel akıbetlerini bildikleri halde neden direnişsiz teslim olduğunu sorgulamadı. O gece, darbenin başarısız olacağı anlaşılınca, en az zararla teslim olmayı düşünenlerin rezerv güçlerini ileride kullanmak üzere saklı tutmayı öngördüğüne şüphe yok. Sonraki dönem Cemaat şebekesinin yaygın tasfiyeye tabi tutulduğu yıllar oldu. Gelinen aşamada o da tıkandı, iktidar hangi adıma niyetlense oklar kendisini gösterirken 'fetö borsası' gibi haber ve durumlar havayı iktidar aleyhine döndürmeye başladı.
Ancak şimdilerde dillendirilen darbe olasılığı belli bir amaca matuf haberleri andırıyor. Çünkü bu defa hedef, güçten düştüğüne inanılan ABD'ci Cemaat şebekesi değil güçlendiklerine inanılan Kemalistler. CIA-Pentagon bağlantılı bir düşünce kuruluşu, iktidar basınının da köpürttüğü iddia, 1960'taki gibi orta kademe subaylar etrafında kümelenen bir grubun darbe ihtimaline işaret edince tartışma köpürtüldü.
Cumhuriyet tarihinden bu yana orduda tümü siyasal saflaşma sayılamayacak klikleşmeler, cuntalar ve ekipler eksik olmadı. Bazen hemşehricilik ilişkilerine dek yayılan ekipleşmeler tasfiyeler, iktidar oyunları süregeldi. Bir ara Balkan, sonra Çerkes klikleri adını alacak denli çeşitlendi.
AKP medyası, Perinçek'in "Öyle bir şey yok" diye yemin billah ettiği halde konuyu işliyor. Anlaşılan orta vadede ordudaki Kemalist güç restorasyonunun bir darbeye yol açacağına eminler. Şimdiden, geleneksel hasımları hazır değilken 'zarf atarak' onları kurcalıyor, paniğe sevk etmeye ve erken bir harekete zorluyor. Perinçek'in kanal kanal dolaşıp 'yapmayın, aynı cephedeyiz' demesi boşuna değil.
Tartışmanın bir başka yanı bu tür haberlerle toplumsal yoksullaşmayı, gurur kıran sefaletin yol açtığı intiharları, yaygın mutsuzluğu perdeleyip kitle konsolidasyonunu en kolay yerden, 28 Şubat karşıtlığını kaşıyarak elde etme amacına çıkıyor. Daha sıklıkla "başörtüsü" tartışmasının tekrarlanmaya çalışılması da bundan bağımsız değil.
Ancak bir hesap hatası var. Durum dindarla ile laikler arasında bir toplumsal bölünme ve saflaşma değil. Hatta AKP iktidarında belki de ilk kez toplum, yoksulluk ekseni üzerinde saflaşıyor. Ne İdlib ne Libya halkın asıl gündemi. Tahminlerin ötesinde açlık ve yoksulluk sarmalı öyle ki, bir AKP'li belediye başkanı, neredeyse tamamı AKP'li seçmenden oluşan kalabalığın yuhalamasına maruz kalıyor, hakir gören bir üslupla bunu dile getirdiğinde yuhalamalar daha da şiddetleniyor; hırsızlıkla, yiyicilikle itham edilebiliyor.
AKP'nin yol açtığı hayal kırıklığının ilk muhatabı AKP'ye oy vermiş yurttaş toplulukları. Diğer bütün faktörleri bir yana koyduğumuzda bile, bu karşı karşıya gelme hali ve duygusal kırılma iktidar açısından yolun sonunu işaret ediyor. Sıcak para akışı kalmadı, kent rantının yandaşa dağıtımında eski rahatlık yok, pek çok bakımdan teşhir olmuşluk had safhaya çıkmış durumda. Paraya tapan iktidar algısı bizzat mütedeyyin kitledeki hissiyatın tam ifadesi haline geldi. Bundan sonrasını toparlamak pek mümkün görünmüyor. AKP'nin 'devlet adamlığı' klişesine sarılmasıysa bundan sonraki istikametin, kendi taraftarları arasında olup da sorgulamaya varan eleştirelliğin nelerle yanıtlanacağını anlatmaya yeter.
Bu şartlar altında AKP'yi kendi kitlesine affettirebilecek yegane alternatif, yaşam ve inanç eksenli saflaşmayı diriltmek. Diyelim ki başarılı oldu, o durumda bile eski toplamı aşmaları mümkün değil. Gençlerin AKP'den kaçışı, din yorumlarında selefilere yakınlığa varan Anadolu'nun kendi otantikliğini redde dayanan tekdüzelik, şaşaa, Diyanet'in yoksullara 'akşam pazarına çıkın ucuz oluyor' diye ezik çürük gıda tasfiyesi, bu arada iktidarın devasa müsrifliği AKP karşıtı kitlelerde değil, bizzat AKP tabanında infiale yol açıyor.
Darbe haberlerine bir de böyle bir zaviyeden baktığımızda siyaset mühendisliği kurnazlığına varabiliriz. Ancak TV kanallarına çıkarılan yandaşların düşünce ve davranış kapasitesindeki feci sığlığa baktığımızda bunların esaslı tek bir fikir ve öneri geliştiremeyeceklerini de anlıyoruz. Hala üst akıl, hala büyük fotoğraf, hala komplo; kafa kireçlenmiş, öyle bir kurulmuşlar ki başka tek bir laf çıkmıyor ağızlarından. İktidar öncesi dönemde belli bir entelektüel kadroya sahip olan ve tümünü zamanla kaybeden AKP, şimdi paraya bunca hakimken büyük bir düşünsel yoksulluk yaşıyor. Bu da sona ve finale işaret.
İstikrarlı bir yönetim darbe haberlerinin bunca köpürtülmesini istemez. Çünkü ve nihayet bu haberler en başta onun sunmaya çalıştığı sükunet ve hakimiyet görüntüsünü darbeler. Dolayısıyla bu haberlerin uzun süre dolaşımda tutulmasını AKP de istemeyecektir. Nitekim istenmediği de bizzat Erdoğan tarafından dillendirildi.
Osman Kavala ismi etrafındaki gelişmelere bakıldığında, değil devlet sathının, AKP'nin kendi iç saflaşmalarını dahi derinleştiğini, merkezkaç eğilimlerin oluştuğunu görebiliriz. Devlet Bakanı ve medyadaki Turkuvaz-Sabah grubu birebir örtüşen bir yönelimle ilerlerken kimi isimler bundan rahatsızlıklarını belli eden örtük açıklamalara girişiyor. Yeni bir Davutoğlu-Babacan çıkışından daha önemli olan bu kaynamanın varlığıdır.
Şöyle düşünülebilir: Bu genel eğilim devam ederse AKP seçimleri zaten kaybedecek, darbeye ne gerek var. CHP'nin pek seveceği yaklaşım tam da budur. Hem parlamenter hayal yayıyor hem CHP'yi işaret ediyor. Mis... Yazık ki 'AKP gitsin de kim gelirse gelsin' usanmışlığı bu gibi yaklaşım sahiplerinin sayısını artırıyor. Orta vadeli bu tehlikeye işaret etmek gerekir.
Bir askeri darbe nasıl halkın yararına değilse herhangi bir seçimde CHP ve bağlaşıklarının iktidarı ele geçirmesi de halkın kurtuluşu değildir, olmayacaktır. Hükümet ortaklığı dönemlerinde CHP geleneğinin yapıp ettiklerini şöyle bir düşünmek bunu anlamaya yeter. Kaldı ki rejim öyle sıkı bir yazısız anayasa ile çerçevelenmiştir ki Türkiye'de taş yiyen baş hemen akıllanmaktadır. AKP'nin serencamı bu açıdan da ibretliktir. Korkuları kışkırtan siyasetin kendisini güçlendirdiğini bilen ve buna oynayan CHP'nin AKP'den daha dirayetli olacağını kimse söyleyemez. Ne parlamenter hayaller yaymalı ne CHP gibi adreslerde umut arayan siyaset mühendisliğine kalkışmalı. Zira bu tür yönelimlerin tamamı, ezilenlerin özgürlük mücadelesinin aleyhinde sonuçlanmıştır.