4 Aralık 2024 Çarşamba

Veli Saçılık: Evet siz çok güçlüsünüz, ama biz çok haklıyız

Yüksel Caddesi'nde "işimi geri istiyorum" diyerek direnişi sürdüren kamu emekçilerinden Veli Saçılık, her gün yaşanan polis saldırısına ilişkin "Sürekli kendilerinin çok büyük ve çok güçlü olduklarını kanıtlamaya çalışıyorlar. Biz de onlara diyoruz ki, evet siz çok büyüksünüz, evet siz çok güçlüsünüz ama biz çok haklıyız" dedi.
 
KHK ile ihraç edilen kamu emekçilerinin "işimi geri istiyorum" talebiyle Ankara Yüksel Caddesi'nde başlattığı direniş sürüyor. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça açlık grevlerinin 104. gününde. Yüksel Caddesi'ndeki direniş ise 224. gününe girdi. Nuriye ve Semih'in tutuklanmasının ardından direnişi Acun Karadağ, Veli Saçılık ve Nazife Onay sürdürüyor. Yüksel Caddesi direnişçilerinden Veli Saçılık ile bir programa katılmak için geldiği İstanbul'da direniş üzerine konuştuk.
 
Veli Saçılık'ın ETHA'nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
 
İhraç edilmeyi bekliyor muydun?
 
Darbe iddiasının ortaya atıldığı gece ablamla konuşmuştum, ablam "Bunun sonucu ne olur, sence darbe yapabilirler mi" dediğinde; "Olur ya da olmaz ama sonucu bize dokunur, her durumda beni işten atarlar" dedim. O günden belliydi, bunun bir muhalifleri silme süpürme hareketi olduğu. Diğer taraf da -eğer varsa- iktidara gelseydi, aynı şekilde yine bizden hesabı soracaklardı.
 
İhraç etmek çok ağır bir "cezalandırma" aslında. Sen nasıl tanımlıyorsun?
 
Aslında benim tanımlamama gerek yok, hükümetin söylediği cümleler şuydu: 'Ağaç kökü yesinler', 'biz onları sosyal ölüler haline getirdik.' KHK ve OHAL ile planladıkları şey OHAL'i olağan hale getirmek ve KHK'lerle de tüm emekçilerin tek partili olmasını sağlamak. Kimsenin onlara itiraz etmeyeceğini düşünüyorlardı. "FETÖ diyerek, 15 Temmuz şehitleri edebiyatı yaparak herkesi sustururuz" diye düşündüler ama biz onun öyle olmadığını kitlelere anlatmak için bir karar aldık ve bir direniş başlattık.
 
Sen direnişe katılmaya nasıl karar verdin?
 
Yüksel'deki direnişi ilk Nuriye başlattı, "işimi geri istiyorum" yazılı bir dövizle Yüksel'de oturmaya başladı. Daha sonra yanına Semih geldi, Acun hocamız da ihraç edilmiş ve okulun önünde "öğrencilerimi geri istiyorum" demişti. Ben Acun hoca gelmeden önce 22 Kasım'da ihraç edildim ve 24 Kasım'da destek vermek üzere Nuriye ve Semih'in yanına gittim. Oradaki planım orada uzun süre kalmak değildi, ama o gün öyle bir saldırdılar ki, işkence yaptılar. Diğer gün de, öbür gün de işkence yapıyorlardı, artık oradan ayrılmazdım. Arkadaşlarım orada direniyorken, bu işkenceye maruz kalıyorken, talepleri de benim taleplerimken, -işimi geri istiyorum, emekçiyiz haklıyız kazanacağız diyorlardı- siyasal farklılıklarımız da vardı ama OHAL, AKP'li olmayan herkese ilan edilmişti. AKP'li olmayan herkes de belli talepler etrafında birleşmeliydi. Direnenin yanına oturup korkma diyoruz. Hep "Nuriye'nin paltosundan çıktık biz" derim. Nuriye başlattı, biz devam ettirdik.
 
Her gün saldırılar yaşanıyor? Devlet ne yapmaya çalışıyor ve sizin bu kadar yoğun saldırılara rağmen orada olmaktaki ısrarınızın sebebi nedir?
 
Ben hükümetin tutumunu gerçeküstü faşizm diye tanımlıyorum. O kadar gerçeküstü ki, gerçeklikten kopmuş, bizi yok etmek istiyor ama İnsan Hakları Anıtı'nı utanç duvarı içerisine alan, anıtın hemen ötesine 'insan hakları karakolu' adını verdiğimiz bir karakol kuran... Bunlar insanı hem güldüren hem de içini acıtan şeyler. Her seferinde mesela bugün Acun hocamızın gözüne gaz sıktılar, darp ettiler. Gözaltına aldıklarında kendilerinin büyük olduklarını hissediyorlar ama çok küçük olduklarını kitleler görüyor. Acun hocam kalbinde pil olan bir öğretmen ve onlara sadece öğrencilerini istediğini söylüyor. Kitleler bana baktığında tek kolum olduğunu görüyorlar ama tek kol olmanın bir esprisi yok, neticede direnç her şekilde devam ediyor. Polis benim üzerime çullanıyor, bileğimi kırmaya çalışıyor ve günde iki kere tekrarlanan bir şey. Sürekli kendilerinin çok büyük ve çok güçlü olduklarını kanıtlamaya çalışıyorlar. Biz de onlara diyoruz ki evet siz çok büyüksünüz, evet siz çok güçlüsünüz ama biz çok haklıyız. Sizin o büyüklüğünüz aslında sizin o küçüklüğünüzdür. Siz bu barbarlığınızla gideceksiniz, biz kazanacağız diyoruz. Biz kazanacağımızı irademizden biliyoruz. Buyurun öldürecekseniz öldürün, tutuklayacaksanız tutuklayın ama sizin bu kumpasınızın içine biz girmeyeceğiz. Sizin matematik olarak ömrünüz doldu, biz insan hakları, özgürlükler tarafında olduğumuz için ömrümüz sonsuz, siz bizi yok edemezsiniz diyoruz. Onlar da buna çok öfkeleniyor, çok kızıyorlar. Ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar, yapmaya da devam etsinler.
 
Nuriye ve Semih tutuklanınca direniş biter diye mi düşündüler?
 
Kitleyi terörize ettiler. Yüksel Caddesi'ni bir hafta boyunca tamamen TOMA'larla kapattılar, İnsan Hakları Anıtı'nı esir aldılar, kitleye büyük bir basınç uyguladılar. Ama biz dedik ki, barikat neredeyse direniş orasıdır. Barikatı nereye kurmuşlarsa gittik barikatın oraya çıktık. Bazen bir kişi, iki kişi çıktık. İnsanlar korkmuştu gelmiyordu ama biz dedik ki "Korku topluma bulaşmış ama cesaret daha bulaşıcı bir şeydir" ve Yüksel'de olmaya devam ettik. Bunun kitlenin yüreğinde, gönlünde bir karşılığı oldu. Zulme direnen bir kişi bile olsa direniyor demek ki diyerek... Sonrasında kitle giderek artmaya başladı. OHAL'in zulmü neredeyse herkes durduğu yerden kendi gücünde bir direniş sergileyebilir. Onlar bizim sembollerimize, özgürlüklerimize saldırıyorlar. Bizi işsiz bırakarak toplamda bütün kamu emekçilerini ve toplumu teslim almayı amaçladılar. Bugün öyle bir noktaya geldiler ki Nuriye ve Semih'i işe döndürürsek KHK'lerimizde bir delik açılır ve bu delikten çok kişi geçer ve tamamen büyür, biz zora düşeriz diye düşünüyorlar. Haklılar. Biz de zaten şahsen işe dönmek için bir mücadele vermiyoruz. Anayasaya, kanunlara, insan haklarına aykırı olan OHAL ve KHK'ye karşı direniyoruz ama sadece kendi işimizi istemiyoruz, sizin OHAL'inizi ve KHK'lerinizi de çöpe atacağız diyoruz. (Polislerler) Emir çok yukarıdan diyorlar. Emir çok yukarıdan geldiğine göre çok yukarıdakini rahatsız edebilmişiz.
 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir başvuruda OHAL komisyonuna havale etti. AİHM'in bu kararını nasıl değerlendiriyorsun?
 
AİHM geçmişte iyi kararlar verdi. İnsan hakları alanında içtihatlar oluşturmayı da başardı. Ama AİHM neticede Avrupa emperyalist devletlerin bütünlüğünde oluşan, hukuk ve insan haklarını değil, ticari ve diplomatik ilişkileri esas alan bir yapılanma. AİHM kararını çok vahim görüyorum ve AİHM'e derim ki, adınızı VAHİM olarak değiştirin. Bu kararla hem OHAL'i, KHK'yi aklamış oldular, hem de AKP'ye kredi vermiş oldular. AİHM, OHAL Komisyonu'na gidin diyor. Bu komisyon nasıl bir komisyon, kimin nasıl işe alınacağının bir kriteri yok. Herhangi bir şekilde çalışma prensipleri yok, anayasada kanunlarda bir karşılığı yok. Ben 657'ye tabi bir kamu emekçisiyim. 657'de savunmasını almadan herhangi bir ceza veremezsin diyor. Benim savunmamı aldın mı? Hayır. Ben dünyanın en suçlu insanı olabilirim. Yargılanmadan suçlu olduğum nereden bilinebilir. Masumiyet karinesi diye bir şey var. Komisyon kim oluyor da benim hakkımda karar veriyor. Hangi sıfatla, mahkeme midir, nedir? Mahkemenin vermediği kararı komisyon nasıl verebilir? Anayasada kişiye özel kanun çıkarılamaz deniliyor. KHK yazıp altına Veli Saçılık dediğiniz zaman bu anayasaya aykırı değil mi? Anayasaya aykırı. Dolayısıyla komisyonun kendisi de anayasaya, kanunlara aykırı. AİHM'in bunu tescil ediyor olması insan hakları çalışması yapmadığını ticaret yaptığını gösterir. Biz de diyoruz ki AİHM'e, "sizin ticaretiniz bizi ilgilendirmez biz insanız, haklarımız var." Kaderimizi sizin ellerinize teslim etmedik. AİHM, Yüksel Caddesi'ni işaret etti. İşaret ettiği şu, "bana bulaşmayın, gidin Yüksel Caddesi'nde direnin, kendi işinizi kendiniz halledin." Biz de o zaman direnişe devam ederiz.
 
AİHM'den beklentisi olan çok kişi vardı....
 
Onlar hakkında pozitif fikirlerim yok. 3 bin 500 kişi KESK'ten ihraç edilen var, toplamda 102 bin. Ciddi bir karşı koyuş beklerdim ben ama çıkmadı. En azından sivil itaatsizlik anlamında bir şeyler beklerdim, çıkmadı. Şimdi insanlar sürekli mahkemeden bir şey olur, OHAL kalkar. Öyle olur böyle olur diye hayaller içerisinde. Mücadele etmeyenler hayal görüyorlar. Halbuki AKP, OHAL'i ilan ederken sürekliliği olan ve sonsuz bir sistem olarak ortaya koymuştu. Sadece AKP militanı olanları kamuda memur olarak görmek istiyordu. Biz bunu reddettiğimiz için, ondan olmadığımız için ihraç edildik. Bu mahkeme meselesi de değildir, komisyon meselesi de değildir. Bu mesele yürek meselesidir, karşı çıkma meselesidir. Ve ben hep kendime diyorum ki, sonuçta sosyalistim, beni Fethullahçı torbasına koyarak ihraç ettiler ve bugün yandaş basında bizim devrimci olduğumuzu anlatıyorlar. Biz bunu saklamıyoruz ki bizim devrimciliğimiz sır değildi, sorsaydınız söylerdik, arşivlerinizde de var. Bugün Yüksel Caddesi'nin kazandığı belki en büyük zafer budur; bu KHK'lerin Fethullahçı, helikopterden ateş edenlerle alakası olmadığı, muhalefeti tasfiye operasyonu olduğunu gösterdik, kanıtladık. Ve insanlar şimdi ne alakası var Nuriye'nin, Veli'nin, Semih'in, Acun'un diyerek bir karşı koyuş gösteriyorlar. Ve anlıyorlar durumun bir tasfiye olduğunu. Hükümeti en çok zorlayan şey de bu oldu. Biz bir şekilde gerçeklerin görünmesini sağlamış olduk.
 
KESK'e dair eleştirilerin var. KESK nasıl bir direniş hattı örebilirdi?
 
Ben ilk ihraç olduğumda umudumu kesmemiştim KESK'ten. Sonuçta fiili meşru mücadele tarihi olan, devrimci bir geçmişi olan bir konfederasyon. Ve ben onun üyesiyim. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası üyesiyim. Sokakta mücadele ile kurulmuş, yasayla, hukukla kurulmuş bir örgüt değil. Yıllarca sendika olarak kabul edilmediği halde, memurun sendikası mı olur denilen zamanda kurulmuş bir konfederasyon. Özellikle Eğitim-Sen daha suçlu burada. Bürokratik görüşmelerle meseleyi çözeceğini, dolayısıyla işi ucuz atlatacağını planladı. Lami Özgen (KESK Eşbaşkanı) bir kongrede "Bu tarihsel bir saldırıdır bize karşı" diyor. Biz devrimciyiz, sosyalistiz, sözlerimizin bir karşılığı vardır. Tarihsel bir saldırı cümlesini kurduktan sonra tarihsel bir direniş sergilemelisiniz. Birkaç basın açıklaması ile birkaç evrakla bu işi geçiştiremezsiniz. Şu anda ben açıkça şunu söylüyorum, sert söylüyorum, eskiden bu kadar sert ve net değildim, KESK şu an ölü taklidi yapıyor. Ben hareket etmezsen bana daha fazla ateş etmezler diye düşünüyor. Halbuki OHAL'in ilan edildiği anda KESK'in altındaki halıyı çekmişlerdi. Amaçları KESK'i yok etmekti, Veli'yi yok etmek değil. Yani kamu emekçilerinin direngen gücünü yok etmekti. Bu sadece Fethullahçılara yönelmiş bir şey değildi, esasen devrimcilere ve AKP'ye karşı duracak olanlara yönelmiş bir şeydi. Madem biz kitle eylemleri yapamıyoruz, madem grevler örgütleyemiyoruz, "idari tasarrufla attık" diyor ya Adalet Bakanlığı, o zaman neden iradi tasarruf uygulayarak bir direniş sergileyemedik. Benim yanıma neden Lami, Şaziye Hanım oturmadı.
 
Ziyarete de gelmediler değil mi?
 
Ziyarete de gelmediler, doğru düzgün açıklama da yapmadılar. Tamam olabilir aramızda problemler olabilir, Yüksel Caddesi'ne gelmeyebilir ama Sakarya Caddesi'nde kendi örgütünün yaptığı eyleme de gitmeyen bir yapılanma var karşımızda. Düne kadar ben eleştirilerimi sürekli geri tutarken, bugün artık bu kadar olmaz diyorum. Kılıçdaroğlu'nun söylemiyle, böyle bir şey olabilir mi? (Gülüyor) Nuriye'nin, Semih'in, benim, Acun'un, Esra'nın, Nazife'nin gösterdiği duruşu Yüksel'de göstermek değil, Lami Özgen başka bir yerde yapsaydı. Eğer KESK başkanı olarak direnmeyi ve gözaltına alınmayı göze alsaydı, bence bizim sendikamızda o kadar büyük istifalar gelmeyecekti. Yüksel Caddesi'nden bir şey öğrenmesi lazım diye düşünüyorum.
 
Nuriye ve Semih'in sağlık durumu kritik aşamada. Yüksel'de direniş sürüyor. Peki süreç nereye varır?
 
Hükümetin planı şu; Nuriye ve Semih'i öldürmek, biz direnişçileri de cezaevine atmak. Bu planı iyi görüyoruz ve bundan korkmuyoruz. Nuriye ve Semih direnişi bitirmeyecektik, biz de direnişi bitirmeyeceğiz. Sağlık durumları çok kritik aşamada. B1 alıyorlar. Bunun üzerinden de hükümet yiyorlar diyor, ama 2000 ölüm oruçlarını yaşayanlar bilir, B1 alımının açlık grevini ne kadar uzattığını. Şu an hocalarımızın sağlık durumu kötü ama moralleri iyi ve direngenler. Biz orada işimizi geri istiyoruz dediğimizde bize sempati ile bakmayacaklarını, biz bir talep dile getirdik, onların da "evet bir hata olmuş olabilir bir bakalım" demeyeceğini biliyorduk. Hatta Nuriye ve Semih'e kaç kişi "bunlar zaten sizi öldürmek istiyor, neden açlık grevine giriyorsunuz" dediklerinde, onlar da şunu söyledi: Bizim açlığımız adalete olan açlıktır, ekmeğe aşa olan açlık değildir. Biz hükümetten bir şey beklemiyoruz, halktan bir şey bekliyoruz. Yani şu anda Nuriye ve Semih'i yaşatacak olan toplumun desteğidir, toplumsal mücadelenin önünün açılmasıdır ve her alanda direnişin gerçekleştirilmesidir. Hükümetin planını bozacak olan şey de budur. Biz diyoruz ki işe geri döneceğiz ve hükümet bunun bedelini ağır ödemek zorunda kalır. Ağaç kökü yesin diyerek ihraç ettiği iki öğretmenin açlık grevinde yaşamını yitirmesi demek bu hükümetin boynuna asılmış büyük bir vebal olur ve bu yüzden de mutlaka yargılanırlar. Bu işi umarım iki hocamızın hayatını kurtararak, bizim de direnişimizi zaferle taçlandırarak bir yere bağlayacağız. Yapabildiğimiz her şeyi yaptık, ulaşabildiğimiz her yere ulaştık. Amerikalı yönetmenlerden, Avrupalı bilim insanlarından, Türkiye'deki aydın sanatçılardan birçok yerden destek aldık. Topluma soruyorum, hükümete sormuyorum; daha ne yapabiliriz? Sopamızı yedik, mücadelemizi ettik, duyurabileceğimiz en sağır kulaklara duyurduk. Ne yapmamız gerekiyor?
 
Toplumdan somut olarak beklentiniz nedir?
 
Bizim mücadelemiz sosyalistlerin mücadelesi değil. Sizden devrim sosyalizm istemiyoruz, şimdilik, şimdilik- sizden işimizi istiyoruz dedik. Toplum da bu sesi duymalı, duyuyor da yüreklerde bir karşılığı olduğunu görüyoruz ama bunun örgütlü bir sese dönüşmesi gerekiyor. OHAL'de sokağa çıkılmaz saçmalığını bir yana bırakıp herkesin OHAL'de direniş demesi gerekiyor. Ayrıca Gezi eylemlerinde nasıl her yer Taksim her yer direniş sloganı varsa bugün de her yer Yüksel sloganı olmalıdır.
 
220'den günden fazla süren direnişte pek çok anı biriktirmişsindir. Bizlerle paylaşmak istediğin anıların var mı?
 
Referandum dönemiydi. Bize yaşlı amcalar, teyzeler çok ilgi gösteriyordu. Bir amca yanımıza geldi. Biz slogan atıyoruz, "Emekçiyiz haklıyız kazacağız" sloganı atıyoruz. Amca bizi "Evetçiyiz haklıyız kazanacağız" diye anlamış. Bize çok kızdı. "Lanet olsun size ben sizin yanınıza geldim siz evetçiyiz diyorsunuz" dedi. "Yok amca biz evetçi değil, emekçiyiz" diyerek anlatmaya çalıştık. Halkın orada hayıra yönelik ilgisi de yüksekti.
 
Polislerden de şöyle bir şey var. İşkence yapıp arabaya tıktıktan sonra birisi gelip kapıyı açıp sonra "kusura bakmayın" diye kapattığını gördük.
 
Bir tane daha söyleyeyim. Geçen gözümün içine gaz sıktılar, göremiyorum. Bir taraftan Özgürlükçü Demokrasi gazetesinden muhabir arkadaş "Veli abi ne yapabilirim" diye etrafımda dolanıyor. Diğer yandan birisi "ben doktorum çekilin" derken, birisi de "Ben de Türk Solu dergisinde yazarım" diye geldi. Aslında Gezi'yi yakaladık. Nuriye ve Semih'in evinde de Gezi aramışlardı, aslında o Gezi ruhunu orada yakalamış olduk.
 
Eklemek istediklerin var mı?
 
İki arkadaşımızın, iki öğretmenimizin hayatı söz konusu. Herkes bunu iyi görsün. Arkadaşlarımızın bedenleri hafif ama yükü sırtımızda çok fazla. Bu yükü artık herkes omuzlasın.