20 Nisan 2024 Cumartesi

Umut Erbay yazdı | Zeki ve Özgür yoldaşların ruhuyla daha güçlü örgütlenmeye!...

Her komünistin bu çizgide, kendisini örgütlemek ve bu çizgiyi yaratmak, sınırlarına hücum edip yıkmak dışında  bir seçeneği bulunmuyor. Faşist şeflik rejiminin kanlı saldırılarını, göğüslemenin ve onun mutlak yenilgisini getirecek zaferlerin mimarı olmanın yoludur çağrısı yapılan.

Ölümsüz komünist önder Zeki Gürbüz (Ahmet Şoreş) yoldaş, kaleme aldığı son yazısında "Örgüt tüm manevi değerlerimizin toplandığı yerdir. Manevi değerler özgürlük mücadelesinde en önemli unsurlardan biridir. Manevi değerler, bireylerin tek tek iradelerini etkiler ve onunla özdeşleştirir. Düşman manevi değerlerimize saldırarak örgüt fikrini zihinlerden silmek istiyor" demektedir.

Özgür Namoğlu (Firat Newal) yoldaşla omuz omuza, en büyük manevi değerlerimiz ölümsüz yoldaşlarımızın yanı başında, yerini alarak yıldızlaştı Zeki Gürbüz yoldaş. Zeki yoldaş, büyük muhaberelere hayal gücümüzü, cüretimizi büyüterek hazırlanmaya; görkemli zaferler kazanmak için, örgüt fikrini ve örgütlülüğümüzü büyütmeye çağırıyor. Zeki yoldaş, örgüt ve örgütlülük fikrinin büyütülmesinin, dur durak bilmeden, hiç bir engele takılmadan çalışmaktan geçtiğini, kendi pratiği ile resmediyor. Ve biz ardıllarına, hangi yoldan yürümemiz gerektiğini net bir dille tarif ediyor.

Onun, duru ve önder bilincinden yansıyan "Örgüt, bir eylem birliğidir. Ancak, ortak bir amaç olmadığı sürece eylem birliği olanaksızdır. Dolayısıyla amacın doğru tartışılması, kavranması ve bu şekilde ortaklaşması gerekir. Örgüt, aynı zamanda amaçlarıyla ve inançlarıyla birleşmiş insanlar topluluğudur" analizini yaşamla buluşturmanın zamanındayız şimdi.

Her komünistin bu çizgide, kendisini örgütlemek ve bu çizgiyi yaratmak, sınırlarına hücum edip yıkmak dışında  bir seçeneği bulunmuyor. Faşist şeflik rejiminin kanlı saldırılarını, göğüslemenin ve onun mutlak yenilgisini getirecek zaferlerin mimarı olmanın yoludur çağrısı yapılan.

Zeki yoldaşın, izinden yürüme görevini başarmak için, sorularımız kadar yanıtlarımız da net, somut ve yaşamda denetlenebilir olmalı. Zeki yoldaşın, inançlı, ısrarlı ve iradi yürüyüşünün, her daim kuran ve partiye yeni bir yol açan duruşunun ardılı olmanın sorumluluğuyla adımlarımıza hız kazandırmalıyız.

Öncüyü büyütmek ve zaferlerin önderi düzeyine taşımak, anın somut göreviyse eğer; bunu başarabilecek tek güç kitlelere hücum ruhunu kuşanan örgütçüler olacaktır. Peki kitlelere hücumu nasıl somutlayacağız pratik yürüyüşümüzde.

Örgüt ve örgütlülükle buluşmayan bir hücum hali, kalıcı sonuçlar doğurabilir mi?  Kitlelere temas etmek, onlara dokunmak, dönemsel eylem ya da etkinliklerimize davet etmek, hatta öncüyü anlatmak yeterli sayılabilir mi? Ya da tüm bunların tek başına varlığı, kitleleri öncüde örgütleyebilir mi?

Bir etkinliğe sadece davetlimiz olarak katılan bir bireyle, o etkinlikte görev alarak katılan bir birey arasındaki farklılığı düşünelim örneğin. Etkinliğin sahibi olmakla, katılımcısı olmanın ortaya çıkaracağı temel farklılıktır söz konusu olan. Destek olma sınırının aşımı, aidiyet duymaktır. Parti faaliyetlerinde görev almanın, farklı cephelerin ihtiyaçlarına yanıt olmanın, kitlelerde bambaşka bir ilişkileniş düzeyi ortaya çıkardığını gözlemlemeyenimiz olmasa gerek. Çaldığımız bir kapının eşiğinde anlattığımız söz ile eşikten içeri girerek yaptığımız uzun bir sohbetin etkisindeki farklılık gibi. Ve elbette bu sohbetleri sürekli kılma yolundan, tanışmayı, kalıcı bir ilişkiye dönüştürmeyi başarmak ve nihayetinde örgütlü olmanın güç ve mutluluğuyla yeni insanları buluşturmak.

"Uzun zamandır sizleri görmüyoruz" sorusunu duyduğumuz bir emekçiye, parti dostuna ya da taraftarına "Bu ara çok yoğunduk, o yüzden gelemedik" yanıtını veriyorsak, durup düşünmemiz gerek. Kitleleri örgütleme faaliyetinden, onları "yoğunluklarımızı" da hafifletmek için görev üstlenmeye çağırmaktan, daha önemli ne meşgul edebilir bizleri. Süreğen iş ya da görevlerimiz arasında, fırsat buldukça kitlelerle temas kurmak, esas görevden fiilen kopmak değil midir? Öncüyü, devrimin zaferi için yaşatmak hedefindeki zaferi yaratacak kitleyi, kazanmak değil midir asli  görevimiz?

Herhangi bir ortamımızda tartışılan, bir işin, ihtiyacın karşılanamamış olmasına ilişkin "Zamanında bana söylenseydi ben yapardım, çözerdim"  ya da arayışı içinde olduğumuz her hangi bir şey olduğunda "Söyleseydiniz ben de vardı, şu tanıdığımda vardı" sözlerini duyuyor muyuz örneğin. Eylem ve etkinliklerimiz sonrasında "Bizim haberimiz olmadı" siteminde bulunan bir kitlemiz var mı?

Verilen bu tepkiler ve sitemlere, "Aklımıza gelmedi sormak, sen de olduğunu bilseydik söylerdik -zaten sormadan olduğunu bilemeyiz-; ama keşke sen de önce söyleseydin; etkinliği sosyal medya hesaplarımızdan duyurduk aslında -herkes sosyal medyayı takip ediyor diye düşünme ve kitle iletişim aracımızın temel biçimini sosyal medya görme yanılgısı-" yanıtlarını kolayca verebiliyor muyuz?  Kitleleri ve olanaklarını örgütlemenin birinci dereceden sorumlularının; sitem ve  gerekçeli yaklaşımlardaki rahatlığını hangi zeminde tanımlayabiliriz?

Bir pazarda binlerce bildiri dağıtarak, binlerce insana temas edebiliriz. Hatta kimi bölgelerde bu faaliyetin sürekliliğini de sağlıyoruz. Temas ettiğimiz insanlardan, yüzlercesi bildirimizi okuyor ve yazılanlara hak veriyor muhakkak. Ancak, somut ve örgütleme temelli bir ilişkiyi, o bildiriyi verdiğimiz insanlarla sürekliliği olan ilişki zeminini yarattığımız, organik bağlar kurmayı başardığımız durumda oluşturabiliriz. Bunu başardığımız oranda, temas etme halimiz bir ilişki biçimini kazanabilir. Çalışmalarımızın başarı ölçüsünü kullandığımız materyallerin oranıyla belirlemek bizler bakımından bir yanılgı olacaktır.  Bu ancak, sarf ettiğimiz emeğin ve temas ettiğimiz kitlenin ölçüsü olabilir. Esas başarı ölçümüz, materyallerimizin açtığı yol ve zeminden kaç insanı, hangi olanakları örgütlemeyi başardığımız ve kalıcılaştırdığımız olmalıdır. Kitlelerin bizleri tanıması, adımızı duyması elbette değerlidir. Ama esas olan, güven duyarak, kendi sınırlarını yıkarak, faşist şeflik rejimine ve kapitalist burjuva düzene karşı bizlerle yürümede adım atmalarıdır. Bunu istemenin ve başarmanın önündeki engel, kitlelerin korku ya da kaygılarından çok ne yazık kendimiz olabiliyoruz.

Bir yoldaş grubu içinde yürütülen bir tartışmayla durumu örneklemek gerekirse. Yerine getirilmesi gereken bir görevdir konu olan ve bunun için uygun olabilecek kişiler üzerine fikir alış verişi. Evli ve de küçük çocukları olan, parti taraftarı bir kadın söz konusu olduğunda, itiraz eden yoldaşların gerekçesi, "Çocukları var olmaz, kabul etmez" biçimindedir. Görev teklif etmede ısrarcı olan yoldaşların aldırdığı kararla, bahsi geçen kadına gidildiğinde alınan yanıt, "Çocuklarla ilgilenilecek bir ayarlama yapılırsa, neden olmasın"dır. İtiraz eden yoldaşların görevin kabulü sonrası, "Bizleri çok şaşırttı" tepkisi de oldukça ilginçtir. Oysa verilmesi gereken, kitlelere güvensizliğin, onlardan mücadeleye aktif katılmalarını istemenin zayıflığı üzerine özeleştiridir. Görev üslenen kadının, görev sonrası öncüyle kurduğu ilişki ise durumun tabiatı gereği, öznel ve aidiyet temelindedir. Kendisine duyulan güvenin oluşturduğu özgüvenle, daha fazla gelişme ve emek verme isteğini duymaktır.

"Sosyal çevrem, sosyal ilişkilerim, sıradan arkadaşlarım, sıradan aileler" tanımlamaları da sıklıkla duyulan tanımlardır. Merak edilense şu, bahsi geçen sosyal ya da sıradan kitle, faaliyetlerimizde temas kurduğumuz, örgütlemeye çalıştığımız kitleden nasıl bir farklılık taşıyor. Bizlerin politik ve devrimci olduğunu bilen bu kitle, "Beni örgütler ya da benimle politik bir ilişki kurarsan, seninle ilişkimi keserim" şartı mı koyuyor önümüze? Yoksa, yaşamın her anında ve tüm ilişkilerimizde, öncünün saflarında olduğumuz gerçeğinin bizi yönetmemesi sınırımız mı oluyor? Bahsi geçen bu kitleyle, paylaşımlarımız ya da onlarla ilişkilerimizin ortaya çıkardığı olanaklar, neden öncünün olanaklarına dönüşemiyor. Sohbetlerimizin düzeyini, düşünüşümüzü, sorunlar karşısında çözücü olma halimizi, insani özelliklerimizi beğendiği, sevdiği için bizimle ilişki kuran bu kitle, bizlerde bu değerleri yaratan öncüyle neden bağ kurmak istemesin?  Tüm bunlara uzak ve kapalılar diyorsak, merak edilen şu; öyleyse paylaşımlarımızın, birlikte zaman geçirmemizin zeminini ne oluşturuyor? Bizlere, mücadeleye bu ilişki zeminleri nasıl katkılar sunuyor? Unutmayalım ki, zıtlar bir tarafın diğer tarafa doğru bükülümü ile bir arada durabilir. Bu ilişki zeminlerinde bükülüme uğrayan taraf kim oluyor?

Kitlelerin sömürgeci, erkek egemenlikçi faşist şeflik rejimine karşı, bizim dışımızda da   kendiliğinden bir bilinci bulunuyor. Sömürü düzenini, kitleler her gün an be an yaşıyor ve tanıyor. Mesele bu durumu, anlamlandırmaları ve buna karşı harekete geçmeleri başka bir deyişle örgütlenmeleri. Bireysel umutsuzluğun girdabından çıkarak, kolektif bir güç olmanın sınırsız güvenini, mutluluğunu duyumsayanlar için, tüm engeller aşılası ve tüm sınırlar yıkılası hale gelir.

Bu da ancak ve ancak, kitleleri örgütlemenin heyecan ve coşkusunu duyan, çoğalmayı mutluluğunun kaynağı kılan, tüm aklını, yüreğini öncünün her cephede büyütülmesine adayan örgütçülerle başarılacaktır. Firat Newal yoldaşın, sınırsızlaşmada yakaladığı ve yarattığı mutluluk; Ahmet Şoreş yoldaşın, her daim büyütmeyi, yol açmayı ve ille de örgütlemeyi öğreten aklının yoldaşlığıyla daha güçlü örgütlenmeye ve her cephede öncüyü büyütmeye...