23 Kasım 2024 Cumartesi

Toprak Akarsu yazdı | Cumhurbaşkanlığı seçiminde taktik sorunlar

Seçim mücadelesi boyunca devrimci taktik, özellikle antifaşist halk örgütlenmelerinin ortaya çıkartılmasına, halk inisiyatifinin, halkın öz savunma örgütlenmeleri ve iradesinin geliştirilmesi çalışmalarına öncelik vermekle yükümlüdür. Antifaşist halk inisiyatifleri, halk direniş ve özsavunma örgütlenmeleri seçim döneminde de en kararlı antifaşist güçlerin birleşik mücadelelerinin, birleşik devrimi örgütleme çalışmalarının en sağlam buluşma alanıdır.

Uzayıp giden bir grev çarpışmasında karşılaştıkları ve boğuştukları sayısız zorluklar grevcilerin duygu ve düşüncelerini kötü bir anlaşmayı, uzlaşmayı kabullenme çizgisine doğru geriletebilir. Bu durumda öncü işçilerin sorumluluğu bu eğilime karşı direnmek, bu geri eğilimle mücadele ederek, grevin amacına ulaşması için işçileri ikna etmeye, işçilere direniş gücü kazandırmaya çalışmaktan ibarettir. Kuşkusuz gerileme eğilimi öncülere rağmen egemen hale gelebilir, grev yenilgi anlamına gelen kötü bir uzlaşma ile de sonuçlanabilir. Asıl olan grev-direniş saflarında gelişen geri eğilime, cereyana karşı devrimci öncülerin direnebilmesidir. Kitle eğilimine teslim olmak, devrimci öncülerin rol ve misyon kaybıdır, öncülerin varoluşsal temellerini aşındırır. 

Cumhurbaşkanı seçiminde geniş halk yığınları bakımından yukarıdaki örneğe benzer bir durumun oluştuğunu söyleyebiliriz. Halklarımız Erdoğan-AKP faşist saray iktidarından kurtulma ve değişim isteğini daha 2015 yılındaki 7 Haziran seçimlerinde ortaya koydu. AKP-MHP-Ergenekoncular politik İslamcı/ırkçı ittifakı tam olarak "çöktürme planı"nın yürürlüğe sokulduğu bu aynı eşikte kuruldu. Eski rejimin hegemonik gücü MGK yapılanmasının tasfiyesiyle temizlenen sahada MHP ve Ergenekoncuların destek ve takviyesiyle faşist şeflik rejimi inşa edildi. Diyebiliriz ki nüfusun yarısı faşist şeflik rejimine rıza vermedi, biat etmedi, ama yeni ittifaklar ve yeni rejim biçimiyle Erdoğan-AKP iktidarının ömrü uzatılmış oldu.

Halklarımız son 7-8 yıllık dönemde Erdoğan-AKP-MHP faşist diktatörlüğünden yoruldu, hatta bıktı. En geniş halk yığınları içerisinde bir çeşit "kitle ittifakı" biçimini alan ve büyümekte olan "gitsin artık" eğiliminin temelinde bu gerçeklik var. Faşist şeflik rejiminin bütün bir kuruluş süreci ve sonrasında aktif ya da pasif, siyasi ideolojik eğilimi, sosyal yapısı farklı toplumsal kesimler arasında AKP-MHP faşist ittifakı ve faşist şef Erdoğan yönetiminden bıkmışlık, "yeter artık gitsin" eğilimi, yani seçimlerle bunlardan kurtulma isteği güçlü bir "toplumsal ittifak" biçiminde ortaya çıktı. Bu eğilimin haklı ve meşru temeli var. Sosyalizm iddialı yapıların en geniş kitlesinin de bu toplumsal eğilime kapılmış olması, eğilimin manyetik çekim gücünü yansıtıyor. 

Diğer yandan faşist şef ve AKP-MHP iktidarına seçimlerde bir darbe indirmek, siyasi yenilgisi için çalışmak, süreci devrimci bir yönde ilerletmek devrimcilerin ve komünistlerin görevi olduğu kadar kuşkusuz geliştirdikleri antifaşist direniş çizgisinin de gereğidir. Faşist şeflik rejiminin kurucu terörünü ve yıllardır süren tasfiye saldırılarına karşı direniş ve mücadelenin en kararlı ve öncü bölüğü devrimciler, komünistler ve yurtsever devrimcilerdir. 2015 sonrası en büyük bedelleri de onlar omuzladılar, gerilladan fiili meşru mücadeleye envai çeşit biçimleriyle sürdürülen bu büyük direniş olmasa, faşist diktatörlük restorasyoncu burjuva muhalefeti bile tasfiye edecek, gözünü kırpmadan ezip geçecekti. 

Faşist şeflik rejimine karşı yıllara yayılan direniş çizgisinden bakıldığında "bu büyük direniş ve mücadelenin siyasi etki ve kazanımları hangi kanala, nereye yönlendirilecek veya yöneltilecektir" sorusu taktik bakımından da büyük bir önem taşımaktadır. 

Keza devrimci stratejik bakış da dikkati faşist şeflik rejimine karşı mücadelenin olası gelişme seyri üzerinde odaklamak, gelişmeleri devrimci stratejinin sınıf ilişkilerinde karşılık bulması yönünde itecek taktik planlara yol göstermekle yükümlüdür. 

"Faşizm henüz kurumsallaşmamıştır. Kurumsallaşmasını, kalıcılaşmasını önlemek için Millet İttifakı'nın adayı desteklenmelidir" diyen taktik görüş açısına devrimci bir stratejinin önderlik etmediği apaçıktır; onlar için faşizmin alternatifi ucu burjuva demokrasisine açılma ihtimali olan bir restorasyon adayının desteklenmesinden ibarettir, haliyle strateji de burjuva parlamentoda sol kanat oluşturma iddiasından öteye gitmez. Ya da şimdiki verili durumda yakın daha katı ve şeriatçı bir faşist diktatörlük tehlikesinden sakınmak, bunu önlemek için kayıtsız şartsız Millet İttifakı'nın adayını desteklemek üzerine taktik geliştirme yaklaşımlarının faşist şeflik rejimine karşı süre gelen direnişin ve kazanımlarının farkında bile olmayan aymaz bir yenilgicilikten kaynaklandığı kaydedilebilir. 

Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerine yapılan taktik tartışma ve "ayrışma"nın birinci sorunu, izlenecek taktiğin hangi stratejiye bağlı olacağı, hangi stratejiye hizmet edeceğidir. Erdoğan, AKP-MHP faşist şeflik rejimine karşı mücadelenin iki olası iki gelişme seyrinden ve bunlara denk düşen iki stratejiden söz edilebilir.

İlki, faşist şeflik rejimiyle-faşist diktatörlükle uzlaşama stratejisidir. Bu strateji, faşist diktatörlüğün halkçı bir devrimle yıkılmasını önlemek, uzlaşmalar yoluyla faşist diktatörlüğün (çok genel biçimde ifade etmek gerekirse ve oraya kadar varıp varmayacağından ayrı olarak!) dönüşümünü, parlamenter restorasyonu kapsar. Millet İttifakı'nın güçlendirilmiş parlamentarizm temelinde geliştirdiği restorasyon programı böyle bir strateji üzerine kuruludur. Bu orta ve üst sınıfların  faşizmden "kurtulma" stratejisidir, ayırıcı özelliği ise bu dönüşümün herhangi bir şekilde dünya emperyalist ilişkiler sistemine, işbirlikçi kapitalizme ve burjuva devlete zarar vermemesi, faşizmden hesap sormayı, tabii faşizmin ekonomik ve toplumsal köklerini tasfiye etmeyi asla gündemine almamasıdır. Zaten bu son nedenledir ki, kitlelerin faşizme karşı fiili meşru mücadelesinin, halk inisiyatifinin gelişmesini önlemek bu stratejiye karakterini veren temel niteliklerin başında gelir.

Oysa alt sınıfların, gençlerin, kadınların ve ezilen toplumsal kesimlerin, ulusal, inançsal toplulukların, sömürgeci boyunduruk altında tutulan Kürt ulusunun faşizmle uzlaşma stratejisinden çıkarları yoktur. Faşist şeflik rejiminden en kısa yoldan köklü bir altüst oluşla kurtulmak ezilen sınıf ve tabakaların toplumsal kesimlerin en acil en yaşamsal taleplerinin karşılanmasının bütün temel sorunların halkçı bir iktidarın köklü çözümü yoludur. Eğer demokratik bir yoldan bahsedilecekse yegane demokratik yol da budur. Nüfusun ezici çoğunluğunun özlem, talep ve çıkarlarına uygundur. Devrimci güçlerin de içerisinde yer aldığı üçüncü cephe, bugünkü biçimi (ve iç zayıflıklarıyla) Emek ve Özgürlük İttifakı böyle bir stratejik yönelimi temsil etmektedir. 

Faşist şeflik rejimine karşı büyük direnişin en ağır yüklerini omuzlayan ve direnişi sürükleyen kuvvetlerin nefeslenme ihtiyacı gerçekliği taktik amaçların en az sınırına çekilmesini koşullandırmıştır.

Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayının kazanmasıyla ve tabii Cumhur İttifakı'nın da bunu kabul etmesiyle "devir teslim" sürecinde kısa bir zamanla sınırlı da kalsa "bir nefeslenme" fırsatının doğması olanaklıdır. Nefeslenme ihtiyacı meşrudur ve taktiği şekillendiren etkenlerden birisidir. Ne var ki yine de daha baştan üçüncü cephenin cumhurbaşkanı adayı çıkartmaktan imtina etme şeklindeki bir taktik biçimini alması hiç de doğru değildir, nefeslenme ihtiyacının meşruiyeti de bunu haklı çıkartmaya yetmemektedir. Sorun "cumhurbaşkanı seçiminde aday çıkartmak" değildir, bu vesileyle üçüncü cephenin siyasi ve toplumsal bakımdan gelişen, büyüyen, egemen burjuvazinin iki ittifaklı sistemine çomak sokan, ezilenlerin halkçı demokratik seçeneğini yükselten alternatif güç olarak kendisini ortaya koyabilmesi, bütün bir sömürülenler, ezilenler kitlesine, halklarımıza gelecek seçeneği olarak sunabilmesidir.

"Bu büyük direniş ve mücadelenin siyasi etki ve kazanımları hangi kanala, nereye yönlendirilecektir?" sorusu "üçüncü cephenin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi" taktiğinde, yani üçüncü cephenin kendi cumhurbaşkanı adayını çıkartmasında, bu yoldan halkçı devrimci seçeneğin yükseltilmesinde karşılık bulabilirdi. Fakat üçüncü cepheyi oluşturan politik özneler büyük çoğunluğuyla az çok sistematik biçimde bundan kaçındılar. Seçimlerin ikinci tura kalması durumunda Erdoğan’ın kaybetmesinin daha zor olacağı görüş açısı ve kaygısı, üçüncü cephenin kendi adayını çıkartmaktan kaçınmasının temel sebebi olmuştur. Üçüncü cephenin aday çıkartmamasıyla faşist şeflik rejimine karşı büyük direnişin siyasi kazanımları Millet İttifakı’nın adayına ve restorasyon programının etkisinin toplumda güçlenmesine terk edilmiştir. 

AKP-MHP faşist politik İslamcı ittifakının şefi Erdoğan seçimlerle gitsin (bunun faşist şeflik rejiminin yıkılması ya da son bulması anlamına gelmediğinin altını çizerek), tamam da ya sonrası!? Erdoğan seçimlerle gider mi, o da ayrı bir soru ama "ya sonrası" tabii ki sahici bir soru, haftalar ile sayılan yakın bir gelecek bu! "An"ı düşünme ve yaşama eğilimindeki geniş halk kesimleri “gitsin de”nin sonrasını önemsemeyebilir ve görünen o ki önemsemiyor da, ama devrimci öncüler, devrimci öncülük iddiası sahici olanlar halka karşı sorumlu oldukları için bunu atlayamazlar, öteleyemezler, yok sayamazlar! 

"Gitsin"den sonrasının açığa çıkarttığı politik denklem "faşizmin yenilgisi mi faşizmle uzlaşma mı" şeklindedir. Faşizmle uzlaşma değil de faşizmin yenilgisini hazırlamak isteyenlerin cumhurbaşkanlığı seçiminden bu amaçla olanaklı olduğu ölçüde yararlanmak için hesap yapmasında bir terslik olabilir mi! Daha ilk turda aday çıkarmaktan imtina eden taktikle bahse konu imkanları değerlendirmeyi daha baştan reddetmek gibi bir pozisyona düşülmüştür. Halklarımızın dikkatini Millet İttifakı'ndan üçüncü cepheye çevirecek, halklarımızın nezdinde onu etkisizleştirecek, üçüncü cepheyi, halkçı demokratik seçeneği yükseltecek, böylece AKP-MHP faşist şeflik rejimine karşı mücadeleyi daha da güçlendirecek, yalnızca bir seçim yenilgisini değil faşizmi mezara göndermeyi hazırlayacak bir taktik geliştirilebilirdi. Yukarıda üzerinde durduğumuz toplumsal ittifak eğilimi Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı üzerinde "gitsin"le yetinmenin koşulu olduğu için uzlaşmış bulunuyor. Dolayısıyla aslında "gitsin" eğilimi restorasyon programının adayına "gelsin"den başka bir anlama da gelmiyor. "Millet İttifakı'nın ve restorasyon programının adayı gelsin" eğiliminin desteklenmesi halk ittifakı içerisindeki çelişki, sürtünme ve mücadelenin ana konusudur. Zaten cumhurbaşkanı seçiminde devrimci öncülerin geniş halk ittifakıyla ayrıştıkları "nokta" da burasıdır. Burada öncülerin halkı uyarma ihmal edilemez görev ve sorumluluğu vardır. Emekçi sol harekette, üçüncü cephe içerisinde taktik dağılmanın yatağı da burasıdır. Bu denklem açıkçası cumhurbaşkanlığı seçiminde restorasyon programı ve Millet İttifakı ile birlikte hizalanıp hizalanmama, Millet İttifakı'na yedeklenip yedeklenmeme sorunudur. Diğer bir anlatımla da bu, üçüncü cephenin bugünkü biçimi olarak Emek ve Özgürlük İttifakı'nın cumhurbaşkanlığı seçim mücadelesinin imkanlarından "halkçı demokratik seçeneği" geliştirmek amacıyla yararlanmanın gereklerini yerine getirme yönelim ve kararlılığını kuşanması sorunudur. 

"Gitsin" eğilimi kuşkusuz halkın yayılan "değişim isteği"nin de bir yansıması. Verili değişim isteğine devrimci öncülerin dikkatli bakmasında, ciddi bir şekilde analiz etmesinde sayısız yarar vardır. "Gitsin" eğilimi ve onun gerçekleşmesi koşulu olarak Millet İttifakı'nın adayının desteklenmesi esasen değişim isteğinin sınırlı niteliğinin yansımasıdır. Eğer "gitsin" eğiliminin dayandığı "halk ittifakı" toplumsal bakımdan daha  derin ve kapsamlı bir değişim isteğine dayansaydı böyle bir durumda Millet İttifakı'nın adayına da restorasyon programına da kuşkuyla bakan, soru soran, sorgulayıcı bir eğilim görünür biçimde yansırdı. Yansımaması "değişim isteğinin" kapsam ve derinliğinin sınırlı niteliğini gösteriyor. Devrimci öncülerin buradan "halk ittifakı"nın değişim isteğinin sınırlılığını gören, bu isteği derinleştirici ve kapsamlılaştırıcı, devrimcileştirici bir çizgiyi geliştirmeleri görevinin olduğu sonucu çıkar.

Üçüncü cephenin halkçı demokratik programıyla ve kendi cumhurbaşkanı adayı ile cumhurbaşkanı seçimlerine katılması kuşkusuz değişim isteğinin derinleştirilmesi ve kapsamlılaştırılması bakımından da önemli bir siyasi hamle olurdu.  

Ya sonrası!?.. 

Millet İttifakı'nın ve restorasyon programının kitlelerin en acil taleplerini karşılamak gibi bir derdi, bir tasası, böyle bir sorunu yok. Sosyalist basında restorasyon programı yeterince eleştirildi, sergilendi; burada üzerinde tekrardan genişçe durmak gerekmiyor. Ancak restorasyon programının kendisini emperyalist küreselleşme düzenine karşı, eklemlenerek onunla bütünleşmiş işbirlikçi tekelci kapitalizme ve egemen işbirlikçi tekelci burjuvaziye karşı sorumlu gördüğünü vurgulayalım. Faşist şeflik rejiminin devam etmesi de Millet İttifakı'nın restorasyon programı da işbirlikçi tekelci burjuvazinin egemenliğine ve sınıf çıkarlarına hizmet ediyor, her ikisi de sınıf çıkarları için kabul edilebilir programlar ve rejimler, seçenekler!.. Bunlar emperyalistler için de böyle, aynen geçerli!

Restorasyon programının ve Millet İttifakı'nın dayanaklarına, kurucu kolonlarına bakmak, bu "Nasıl bir ittifak?" sorusunu açık etmek halen de önemli:

Cumhur İttifakı'nda AKP'nin toplumsal gericilik karakterini saymazsak bile Hüda Par yani Hizbul-Kontra gerçekliği var. İdeolojisi, programı belli, işbirlikçi tekelci Türk burjuva devletiyle keza KDP ile ilişkileri ve sicili sabit... Ama Millet İttifakı'nın kurucularından başında Temel Karamollaoğlu bulunan Saadet Partisi'nin de Hüda Par ile aynı ideolojik soy ağacından geldiği, aynı toplumsal gericilik zemininde durduğu kimse için sır değil. Evet siyasi olarak bir ve aynı değiller ama örneğin kadın özgürlük mücadelesinde aradaki nüansa karşın aynı referanslara dayanıyorlar, aynı ideolojik zemindeler. Kaldı ki onun da sicili biliniyor, Sivas Katliamı unutulmuş değil. Özetle toplumsal gericiliğin nüanslı öncü güçleri Millet İttifakı'nda da Cumhur İttifakı'nda da konumlanmış, yuvalanmış bulunuyorlar. Restorasyon koalisyonu içinde bu açıdan nasıl bir rol oynayacaklarını tahmin etmek güç değil.

MHP ve Devlet Bahçeli, Cumhur İttifakı'nın ırkçı faşist kanadı. Millet İttifakı'nda ise onun muadili, aynı soydan İYİP var. Başındaki Meral Akşener'in ırkçı faşist sicili bütün siyasi varoluş süreçlerinden biliniyor. MHP ve Devlet Bahçeli'nin Cumhur İttifakı'daki rolü neyse İYİP'in Millet İttifakı'ndaki rolü odur. 

DEVA partisi, başındaki Ali Babacan ve keza Gelecek Partisi başındaki Ahmet Davutoğlu, Erdoğan ve AKP iktidarının ve hatta faşist şeflik rejiminin kurucu süreçlerinin suç ortakları. Bunlar Millet İttifakı içerisindeki bir nevi AKP kalıntı ve "uzantıları”, aynı soydan geliyorlar.  

Sıralanan temel gerçeklerin görüş açısından bakınca Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı ne kadar da birbirine benziyor diye sormadan edemiyor insan!?  Milet İttifakı’nın restorasyon programının işçi sınıfı ve emekçilerin, halklarımızın en yaşamsal taleplerini karşılama yeteneğinin, derdinin olmadığı ortaklarının niteliğinden, tarihinden, sicilinden belli değil mi? Bu gerçekler Millet İttifakının halkın sınırlı değişim talebini bile yanıtlama yeteneğinden yoksun olduğunu yansıtıyor.

Bir kaç on yıldır sürekli kendi sağına doğru yol alan CHP’nin faşist şeflik rejiminin kurucu terör politikalarını destekleyerek kuruluşuna çanak tutmanın yanı sıra en kritik zamanlarda faşist şeflik rejiminin imdadına koşmaktan geri kalmadığı da biliniyor. Faşist şeflik rejimine karşı CHP ve  Kılıçdaroğlu’nun en önemli işlevlerinin başında ise kitlelerin hareketsiz kalmasını sağlamak, sokağa çıkmasının önünde barikat oluşturmak, yani faşizme karşı mücadelenin halkçı devrimci doğrultuda gelişmesini önlemek vardır. Kitleler asla inisiyatif almamalıdır, önemli olan Ankara’da düzenin hüküm sürmesidir, diğer her şey son tahlilde teferruattır!..

Evet halklarımızın umuda ihtiyacı var, ama halklarımızın havasına kapıldığı restorasyon programı ve faşist, gerici, sosyal demokrat alaşımlı Millet İttifakı’nın halklarımız için umut vadetmediğini açıklayarak, yarın hayal kırıklığına uğramasını önleyici öncü bir devrimci duruşun sergilenmesinden  imtina edilemez. Devrimci öncülük iddiasının olduğu kadar halklarımıza karşı sorumluluğun da gereğidir bu. 

Devrimci öncüler "hakikat adına", işçi sınıfı ve emekçilerin, gençliğin, kadınların, tüm ezilenlerin, halklarımızın özgür ve onurlu bir yaşam özlemleri adına bütün bu siyasi gerçekleri açıklamak ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bunun gereği olarak adaylara oy vermeme çağrısı yapmakla sorumlu ve mükelleftirler.  

Cumhurbaşkanı seçiminin üzerinde muhakkak durulması gereken çok önemli bir başka boyutu daha var. Egemen işbirlikçi tekelci burjuvazinin hemen bütün siyasi partileri, iki partili, iki ittifaklı veya iki partili/iki ittifaklı bir seçim düzeni üzerinde konsensüs sağlamış bulunuyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bugünküne benzer bir durumu, burjuvazinin iki seçeneğinden birisini tercih etmeyi, rıza vermeyi halklarımıza dayatan, demokrasi görüntüsü altında burjuvazinin sistem içerisinde yürütmenin iplerini hep sıkı sıkıya elinde tutacağı, ezilen sınıfların ve toplumsal kesimlerin aşağıdan gelişen mücadele ve muhalefetini barajlayarak, absorbe edecek antidemokratik bir sistemdir bu.  Bu sistemi zorlayacak ve teşhir edecek, çarkına çomak sokacak bir siyasi taktik elbette ki cumhurbaşkanı seçiminde aday çıkarmayı gerektiriyordu. 

Üçüncü cephenin seçimler sürecinde aldığı biçim Emek ve Özgürlük İttifakı’dır, Yeşil Sol Parti adı altında yürüyen seçim mücadelesidir. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday çıkartmaması, kuşkusuz üçüncü cephe stratejisini zayıf düşüren bir taktiktir. Cumhurbaşkanlığı seçim sahası böylece faşist şeflik rejimi ile restorasyon programı ekseninde iki egemen sınıf fraksiyonu arasındaki, egemen sınıfın iç iktidar mücadelesi derekesine indirgenmiştir. Bunun restorasyon cephesine verilmiş hatta onun seçim mücadelesini kazanmasını getirecek büyük bir siyasi destek olduğunu, kitleler üzerinde Millet İttifakı’nın hegemonyasını beslediğini kaydetmek gerekir. 

Üçüncü cephenin bugünkü biçimi olan Emek ve Özgürlük İttifakı’nın oluşturulması sürecinde ortaya çıkan sorunları, zaaflı yaklaşımları, burada ayrıca ele almak gerekmiyor. Şu an asıl olan Yeşil Sol Parti etrafında seçim mücadelesine tutuşan üçüncü cephenin olanaklı en iyi sonucu elde etmesi için üçüncü cephenin halklarımızla ilişkilerinin yenilenerek güçlenmesi, kitle örgütlenmeleri ve inisiyatifini geliştirmek için çalışmak kitlelerin yükselen siyasal duyarlılığını en iyi şekilde değerlendirmektir. Bir yandan fiili meşru mücadelenin ısrarla geliştirilmesi diğer yandan üçüncü cephenin parlamentoda güçlü biçimde temsili, restorasyon program ve ittifakının faşizmle uzlaşma çizgisini sürekli ateş altında tutarak faşizmin yıkılması ve tasfiyesi çizgisinin gelişimine itilim sağlayabilir.  

Seçim mücadelesi boyunca devrimci taktik, özellikle antifaşist halk örgütlenmelerinin ortaya çıkartılmasına, halk inisiyatifinin, halkın öz savunma örgütlenmeleri ve iradesinin geliştirilmesi çalışmalarına öncelik vermekle yükümlüdür. Antifaşist halk inisiyatifleri, halk direniş ve özsavunma örgütlenmeleri seçim döneminde de en kararlı antifaşist güçlerin birleşik mücadelelerinin, birleşik devrimi örgütleme çalışmalarının en sağlam buluşma alanıdır. Alan tutmak ve seçimlerden sonraki sürecin çok değişik olasılıklarına devrimci hazırlığın temel boyutudur. Buradan bakınca seçim mücadelesi "oy hesabı" ve "seçimlerden" daha büyük bir devrimci gerçeklik, birleşik devrimi ilerletmek için etkin bir hazırlık biçimidir.  

*Bu yazı Marksist Teori Dergisi'nin Mart-Nisan tarihli 10. sayısı için kaleme alınmıştır.