8 Mayıs 2024 Çarşamba

Tersanelerde ilk değil, kaza, kader de değil, işçi cinayeti!

Çalışırken ölmek istemeyen, yaşamak için çalışmak isteyen işçilerin kaderi değil bu ölümler, bu kara düzen. Değişmeli, değiştirilmesi gerekiyor insanca, hakça. Kısa çöp uzun çöpten hakkını almalı elbette. En başta örgütlenerek, bilinçlenerek, dayanışarak ve de mücadele ederek. Gecelerinde aç yatılmayan, gündüzlerinde sömürülmeyen, çalışırken ölünmeyen, çalışmanın köleleştirmediği, çalışmanın zevke dönüştüğü bir yaşam için örgütlenmekten ve mücadele etmekten başka çaresi yok işçi ve emekçilerin.
Günlerden 28 Ocak, tersanede patlama ve yangın var. İki işçi yaşamını yitirdi. 11 işçi yaralı. İki işçi daha kayıp diyor işçiler. Adı kayıtlarda yok, adı bilinmiyor, 4 kişiydiler diyorlar ısrarla, ikisinin ölü bedeni çıktı, ikisinden haber yok.
 
29 Ocak. Bir gün önce işçiler öldü, işçiler yandı diri diri, yaralandı bir işçi katliamında. Üretime devam dedi tersane patronu. Çünkü onlar için bir işçinin değeri sudan ucuz. Bir "zayiat" onlara göre, hepsi bu.
 
30 Ocak. DİSK/Limter-İş Sendikası işçi katliamını kınamak, ölen ve yaralanan işçilerin "zayiat" değil, insan olduğunu bir kez daha haykırmak için tersane kapısında basın açıklaması yapacağını açıkladı. Tersane patronu bunu haber alır almaz 30 Ocak günü üretimi paydos etti, işçileri izine çıkarttı. Üzüntüsünden değil, işçilerin acısını paylaşmaktan değil elbette, korkusundan. Korku üretimi durdurdu. "Korku dağları bekletir" der halkımız, korktukları için üretimi iki gün sonra paydos ettirdi patronlara. İşçilerin birliğinden ve öfkesinden, bu öfkeyle basın açıklamasına katılmasından korktular. Demek ki, işçilerin DİSK/Limter-İş Sendikası'nda birleşmesinden ve öfkesini örgütlemesinden korkuyorlar.
 
Tuzla Gemi Tersanesi'nde bu ilk işçi cinayeti değil. Daha önce de 12 işçi bu tersanede yaşamını yitirmiş. "Fıtratında var" bunların. Künyelerine kazınmış, sicili kirli. O kadar kirli ki, Tamer Şeyhun adlı işçinin tersanede öldüğüne dair tanıklık yapan bir işçiyi işten atanlardır bunlar. "Doğru söyleyeni dokuz köyden" kovmuyorlar sadece işten de atıyorlar. Bu çark tersanelerde ilk değil, kaza, kader de değil, işçi cinayeti!
 
28 Ocak, tersanede patlama ve yangın var. İki işçi yaşamını yitirdi. 11 işçi yaralı. İki işçi daha kayıp diyor işçiler. Adı kayıtlarda yok, adı bilinmiyor, 4 kişiydiler diyorlar ısrarla, ikisinin ölü bedeni çıktı, ikisinden haber yok.
 
29 Ocak. Bir gün önce işçiler öldü, işçiler yandı diri diri, yaralandı bir işçi katliamında. Üretime devam dedi tersane patronu. Çünkü sudan ucuz bir işçinin değeri onlar için. Bir zayiat onlara göre, hepsi bu. Tıpkı Antalya'da göz göre göre gelen hortum karşısında 13 yaşındaki tarım işçisi Berivan Karakeçili'yi "Taş da yağsa çalışacaksınız" diyerek tarlaya götüren patron gibi.
 
30 Ocak. DİSK/Limter-İş Sendikası işçi katliamını kınamak, ölen ve yaralanan işçilerin "zayiat" değil, insan olduğunu bir kez daha haykırmak için Tersane kapısında basın açıklaması yapacağını açıkladı. Tersane patronu bunu haber alır almaz 30 Ocak günü üretimi paydos etti, işçileri izine çıkarttı. Üzüntüsünden değil, işçilerin acısını paylaşmaktan değil, korkusundan. Korku üretimi durdurdu. "Korku dağları bekletir" der halkımız, korktukları için üretimi iki gün sonra paydos ettirdi patronlara. İşçilerin birliğinden ve öfkesinden, bu öfkeyle basın açıklamasına katılmasından korktular. Demek ki, işçilerin DİSK/Limter-İş Sendikası'nda birleşmesinden ve öfkesini örgütlemesinden korkuyorlar.
 
Tuzla Gemi Tersanesi'nde bu ilk işçi cinayeti değil. Daha önce de 12 işçi bu tersanede yaşamını yitirmiş. "Fıtratında var" bunların. Künyelerine kazınmış, sicili kirli. O kadar kirli ki, Tamer Şeyhun adlı işçinin Tersanede öldüğüne dair tanıklık yapan bir işçiyi işten atanlardır bunlar. Doğru Söyleyeni dokuz köyden kovmuyorlar sadece, işten de atıyorlar çarkı bozuk bu sistemde. Tuzla Gemi Tersanesi'nde doğru söyleyeni, vicdanının sesine kulak vereni işten attılar da DİSK/Limter-İş Sendikası'nın önderliğinde tersanenin kapısında direniş çadırı açarak 30 günlük direnişle haklarını aldı bu işçi.
 
İşte en son 28 Ocak günü yine bu Tuzla Gemi'de gaz basıncı ile patlamayla kimyasal atıkların çıkarttığı yangında şu ana kadar tesbit edilen verilere göre 2 işçi kardeşimiz yaşamını yitirdi, ikisi ağır olmak üzere 11 işçi kardeşimiz de yaralandı.
 
Güne ölümün ağırlığı düştü, tersanelere gölgesi. Çalışırken ölmek istemeyen, yaşamak için çalışmak isteyen işçilerin  evlerine ateş düştü, yüreklerine acı. Tersane patronlarının payına da ölümden bile kar sağlamak, kazandıkları karlarla yağlı ballı yaşamak düştü. Bu düzende adalet denilen mahşere kaldı yine.
 
30 Ocak günü Tuzla Gemi Tersanesi'nde yaşanan işçi cinayetlerini protesto etmek için DİSK/Limter-İş Sendikası'nın çağrısıyla Tuzla Gemi Tersanesi önünde sabah saat : 07.30 basın açıklaması düzenlendi. Önemliydi, anlamlı bir katılım oldu her şeye rağmen. Ellerinde Pankartları, dövizler, önlükleri ve bayrakları ile saf tuttu Emek ve demokrasi güçleri. Bir de işçiler. Ölenlerin listesi vardı ellerinde, resimleri vardı. Ve birde gece vardiyasından çıkanlar ile sabah vardiyasına gidenler vardı servislere binerek, ya da yürüyerek gidenler. Yürekleri buruk, durup dinleyip sırasını savar gibi servislere binip gittiler. Ve bir de eyleme katılmayıp da açıklamalar, yapılan konuşmalar boyunca açıklamaya katılanların etrafını hilal ay gibi sarıp dinleyen işçiler vardı her yaştan. Gözlerinde ölüm yorgunluğu vardı her birinin, yüreklerinde ölüm ağırlığı, yüzlerinde gelecek kaygısının derin çizgileri vardı. Kendisi olamayanın başkası olmasının sancısı vardı, yoksulluğun, sefaletin, işsizliğin, ve de örgütsüzlüğün girdabında kendi haklarının bilincinde olmamanın sessizliği vardı. Ürettiğine yabancılaştırılan, kendisine yabancılaşan, kendisi için sınıf olma gerçeğinin farkında olmayan mazlum halleri vardı. Bir de öncüsüz ve önderliksizliğin yalnızlaştırdığı çaresizliği vardı her hallerinde. Oysa Nazım ustanın dediği gibi toprakta karınca kadar çoktular. Ve tarihte hep onların maceraları vardı. Dinlerken konuşulanları sarsıldılar biraz, beyinlerinde şimşekler çakar gibi olup, fırtınalar kopar gibiydiler yüreklerinde. Hayatı üreten ve yaratan onlardı. Ekmek ve özgürlük uğruna ölen de keza.
 
Çalışırken ölmek istemeyen, yaşamak için çalışmak isteyen işçilerin kaderi değil bu ölümler, bu kara düzen. Değişmeli, değiştirilmesi gerekiyor insanca, hakça. Kısa çöp uzun çöpten hakkını almalı elbette. En başta örgütlenerek, bilinçlenerek, dayanışarak ve de mücadele ederek. Gecelerinde aç yatılmayan, gündüzlerinde sömürülmeyen, çalışırken ölünmeyen, çalışmanın köleleştirmediği, çalışmanın zevke dönüştüğü bir yaşam için örgütlenmekten ve mücadele etmekten başka çaresi yok işçi ve emekçilerin.
 
Şairlerimizden Nihat Behram'ın şiirinde dediği gibi, "Haykır acını ey halk, baş eğme haykır. / Bir yol kavşağındasın ve ancak, / Yaraların, haykırışlarla onarılır. / Bir yol kavşağındasın / ve senin / Değişmek için çırpınıyor kaderin. ... Haykır acını ey halk, / Baş eğme haykır da / Bu kara dumanı dağıt.