21 Kasım 2024 Perşembe

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Kendimize bakmak

Devrimci için gelişmek bir zorunluluktur. Gelişmenin özü değişmek ve değiştirmektir. Geçmişten kopmak bir başlangıçtır. Ancak onu arkada bırakmak çok daha zordur. Tüm insani ilişkilerimizde ikiyüzlü bir bölünme yaşama tehlikesi her daim mevcuttur, insanı bozan, çürüten ve tüketen bir sistemde ona muhalif olan, karşı duran insanların kendileriyle ve diğer insanlarla hesaplaşmaları zorlu bir süreçtir. İdeolojik, teorik ve politik anlamda donanımlı olmayı, örgütlü yaşamayı dayatır. Tıpkı her devrim gibi kendi içimizde gerçekleştirmek zorunda olduğumuz devrim de bir birikimin ürünüdür. Ve her birikim biriktiği ortamın izlerini taşır. Kendi devrimimiz bu izleri ne ölçüde kazıyabileceğimize bağlıdır. Kazıma bir şiddet işidir. Şiddet eleştirinin niteliğindedir.

Devrimci olmak, kendimize bakmayı bilmek olarak tanımlanabilir mi? Kendimize bakmayı bilmek eleştirel olmak demektir. Bireysel anlamda da kolektif anlamda da böyledir bu. Yüreklilik ve yiğitlik kendimizi eleştirirken sergilediğimiz duruşta aranmalıdır. Eleştirmek içinse önce anlamak gerekmektedir. Anlamadan eleştirmek yüzeyselliktir. Bir devrimci açısından yüzeysellik tehlikelerin en büyüğüdür. Devrimci iş, kuşkusuz dünyayı değiştirme ve dönüştürme işidir. Ancak, anlamadan ve açıklamayı bilmeden değiştirmek mümkün değildir. Bu yüzden devrimci yaşamak için hayatımızın her alanına, öğrenme sevincini, inadı ve eleştiriyi yerleştirmek zorundayız. İnat ve ısrar devrimci şiddetin en önemli unsurlarıdır. Şiddeti, yalnızca güç uygulamak olarak düşünmemek gerekir. Şiddet, ilgide sürekliliktedir. İnat ve ısrardadır.

Eleştiri derine bakmayı gerektirir. Kendimize bakışımız ise daima öznelliğimizle sınırlıdır. Öznelliğe karşı dayanağımız, gelişme arzumuzdur. Gelişmeyi istemekse, var olanla yetinmemek demektir. Yeni bir dünya, yeni bir toplum, yeni bir insan hedefi tüm eylemlerimizin turnusol kağıdıdır. Hep daha iyiyi, daha mükemmeli istemeden önümüze çıkan zorlu sorunları aşmanın, engelleri alt etmenin olanağı yoktur. Devrimci için gelişmek bir zorunluluktur. Gelişmenin özü değişmek ve değiştirmektir. Devrimci açısından sorunların kaynağı alınan yenilgilerde değildir. Yenilgi bilinçle kullanıldığında, hastalıklardan ve zararlılardan arınmanın önünü açar. Asıl tehlike, kısırlıkta ve hareketsizliktedir. Değiştirmek için gelişmek gereğini duymamadadır. Devrimci bir isyancıdır. Geçmişten kopmayı bilen bir eylemcidir. Kopmak reddetmektir. Reddi bilmeyenin isyanı olamaz. Devrimci insanımız açısından sorunun can alıcı noktasıdır bu.

Yaratamamak ve üretememek devrimciyi havasız ve hareketsiz bırakır. Kuşkusuz böyle bir ortam coşku ve güven değil, yılgınlık ve çaresizlik kaynağıdır. Yılgın ve çaresiz devrimci hiçbir şey istemez. Gelişimi durmuştur artık. Tüm çirkinliklerin başlangıç noktası burasıdır işte. Politik akımlar nasıl toplumdan kopup, içine kapandıklarında her türlü rezilliğin ve ahlaki çürümenin yatağı haline gelirlerse kendine dönen devrimci de böyle olur. Böylesi kişilerde yalancılık, ikiyüzlülük, dedikoduculuk, cinsel zaaflar ve vurdumduymazlık bir kişilik özelliği halini alır. Düzenin insanlarıyla arasında hiç fark olmayan, erdemsizliği erdem, ahlaksızlığı ahlak haline getirmiş, kaypak, rüzgarı görünce her yöne eğilen, sıcak yatak ve aş arayan, kolaycılığı, içeriksiz eleştiriyi yöntem haline getiren, derinliksiz, içinde fırtınalar esmeyen ve içinde esen fırtınaları denetlemesini bilmeyen insancıklardan devrimci olmaz.

Bu tür insancıklar çevrelerindekileri de çürütür. Böyle kişiler devrimden, devrimin aydınlığından, devrim için çalışmaktan söz ediyorsa yalandır. Çünkü onların içleri kurumuştur. Umutlarını, öfkelerini, hülyalarını tüketmişlerdir. Ve bu yüzden gözleri hep eski dünyanın kokuşmuş nimetlerindedir. Büroları dolaşıp, masa başlarında laf üretmeyi, çevresindekiler hakkında hükümler vermeyi devrimcilik sayanlar, kendi seslerinden devrimin yıkmaya ve yeniden yaratmaya çağıran şarkısını duyamazlar. Acıları, yoksunlukları karşısında sessiz kalamazlar. Yüzeylerinde bütünlüklü görünseler bile derinliklerinde kocaman bir boşluk vardır. Birikimsizdirler. Ya da derinliği olmayan birikimlerini entelektüel gelişmişlik olarak satmaya çalışırlar. Dipsiz birikintiyi karıştırmak çok kolaydır. Çoğu kez kendi yarattıkları dalgalar onları alır götürür. Ama geride mutlaka bir tortu ve kir bırakırlar. Kirlilik bulaşıcıdır. Yayılma eğilimi taşır. Bu oyunu oynanmadan bozmak devrimci iştir. Bunun için gözlemeyi bilmek, ancak ille de teorik bakışa sahip olmak ve en çok kendi benliğimize karşı şiddet uygulayabilmek gereklidir.

Nasıl bir dünyada yaşadığımız üstüne laf etme konusunda fena sayılmayız devrimciler olarak. Biliriz ki, "elde etmek" üstüne dönen bir dünyadır bu. Böyle bir dünyada insanın tüm olumlu bilinen duyguları ve erdemleri mülk sahipliğiyle zedelenmiştir. Özel mülkiyetle sakatlanmış insan kişiliğinin değişimi ve doğasının dönüşümü öncelikle maddi ve fakat iradi yanı da olan bir iştir. İnsanı iradesi kırılmış bir nesneye dönüştürmek için onlarca yöntem deneyen kapitalizmin günümüzdeki tercihi, insanı tekdüzeleştirmek ve ayrımları ortadan kaldırmaktır. İletişim teknolojilerinin asıl kullanım amacı, insanlararası yakınlaşmanın önünü açmak, onları bilgilendirmek değil, aklın işleyişini en aza indirmektir. Tekeller dünyasının Amerikan rengine boyanmış yaşam tarzları paketlenerek sunulur önümüze. Yaşamımızın her alanını biz farkına bile varmadan zapt eden ve böylece beyinlerimize işleyen, giyinmekten yemeye içmeye hatta kitap okumaya kadar neleri ne zaman değiştireceğimize de işaret eden bir mekanizmayla karşı karşıyayız. Olan-bitenin temellerinden ve dinamiklerinden az çok haberdar olduğumuz doğrudur. Ancak sistemin uyumsuz bireyleri ve karşı çıkanları düzen ile buluşturma yollarını döşediğini bilmemizin hastalık karşısında bağışıklık yaratacağını ummak sakıncalıdır. Ayrıca uyanıklık ve ideolojik karşı donanım ister.

Bir insan; kadın ya da erkek uzun yıllar düzen içi yaşıyor ve sonra birdenbire devrimci oluyor! Böyle bir durum akla aykırıdır. Devrimcilik, sosyalist olmak zahmetli bir inşa sürecidir. Geçmişten kopmak bir başlangıçtır. Ancak onu arkada bırakmak çok daha zordur. Tüm insani ilişkilerimizde ikiyüzlü bir bölünme yaşama tehlikesi her daim mevcuttur, insanı bozan, çürüten ve tüketen bir sistemde ona muhalif olan, karşı duran insanların kendileriyle ve diğer insanlarla hesaplaşmaları zorlu bir süreçtir. İdeolojik, teorik ve politik anlamda donanımlı olmayı, örgütlü yaşamayı dayatır. İnsanın salt arınmış olması diyalektik mantığa uymaz. Doğada saflık yoktur. Kendi çelişkileri içinde sürekli ileriye yürürken gelişebilmektir asıl olan. Bunun için, küçük sıradan ama kararlı adımları küçümsemeden birikime sahip çıkmak, eylemin ateşini eksik etmemek, nitel değişikliklerin ancak böyle ortaya çıkacağını unutmamaktır işimiz. Tıpkı her devrim gibi kendi içimizde gerçekleştirmek zorunda olduğumuz devrim de bir birikimin ürünüdür. Ve her birikim biriktiği ortamın izlerini taşır. Kendi devrimimiz bu izleri ne ölçüde kazıyabileceğimize bağlıdır. Kazıma bir şiddet işidir. Şiddet eleştirinin niteliğindedir.

İçinden çıktığımız ortamın izlerini taşıyacağımız olgusu bizi asla rahatlatmamalıdır. Üstelik baskısı bol, hareketi görece sınırlı dönemlerin kendilerini kolayca reddedebilen insanlar yarattığı bilinmelidir. Böyle dönemler insanların rahatça düzeni ret etme düzleminden, kendini reddetme düzlemine geçmesini sağlayabilir. Burada, tehlike hem kendisi hem başkası olabilen iki kişilikli insan tiplerinin var olabilmesindedir. Böyle kişiler çok uzun süre kendilerini kendilerinden bile saklayabilir. Bu yüzden zaman zaman karşılaştığımız somut tükeniş örnekleri bizi şaşkınlığa düşürür. Devrimcilik yalnız düzen değişikliği istemeyi değil insanı gelişmişliğe açmayı da öngören bir olgudur. Gelişmenin baz alınması şaşkınlığımızı azaltmanın yollarından biri olarak görülmelidir. Yerinde sayanlar, gelişemeyenler karşısında uyanık olunmalıdır. Sonuç olarak sistemle devrimciler arasında süren savaş, hayatın her alanını içermektedir. Her yol irademizi teslim almak ve bizi silahsızlandırmak içindir.

Devrimcinin silahı ise eleştiri ve örgüttür. Eleştiri, kendine yeni sorular sorabilmekle ve kendine bakışta önyargısız olabilmekle başlar. Görev duygusu ile dolu olanlar bunu başarabilme yetisine sahiptir. Severek yapmak bir yoldur. Çünkü sevmek, şiddetle istemenin adıdır. Şiddetle istemek bir birikim işidir. Ve ancak birikim gelişmeye yol açabilir. Değişim patlaması böyle gerçekleşir. Devrimci insanı ileriye doğru aralıksız yürümek arındırır. Yürüyüş durduğunda, yozlaşma kaçınılmazdır. Hep daha öteleri, kendini aşmayı hedeflemek, gelecek günlerin yeni yüklerini sırtlamaya hazır olmak, topluma açılmak, değiştirirken değişmek, bütün yapıp etmelerimizin temeline kolektif yaşama, kolektifle var olmayı yerleştirmek gerekir. Bu durumda ideolojik donanımın sağlamlığı önemli bir göstergedir. Ancak teorik birikim ve ideolojik donanım örgütle anlam kazanır.

Örgüt ve aynı anlamda parti, bilinçli ortak iradenin somut ifadesidir. Bu anlamda güzelliklerin ve umudun kaynağıdır. Bilinçli müdahale unsuru eklenmeden, değişim söz konusu olamaz. Değişip dönüşebilmek için ileriye, geleceğe yürüyen her insanın örgüte ihtiyacı vardır. Ancak örgütün yaratıcılığı, onu oluşturan bireylerin niteliğine bağlıdır. Örgüt, gücünü ideolojik-teorik sağlamlığına ve üyelerini bu sağlamlıkla donatabilmesine borçludur. Bireyle örgütün bütünleşmesi bu sayede mümkün olur. Güçlü üyeler güçlü kolektif, güçlü kolektif güçlü üyeler demektir. Kendine bakabilmek bu yönüyle kolektife bakabilmektir. Devrimci birey bize duruşuyla daima; yeteneği, öğrenme sevinci, reddi bilen aklı, kültürel birikimi, yalansızlığı, çalışkanlığı, sözüne bağlı olmayı, gelişmiş ahlakı, mertliği ve yiğitliği anımsatmıyorsa üstüne yürümemiz gereken büyük bir sorunumuz vardır. Yoldaşlık birlikte yürüme sevincidir. Dayanışma bilinci, güven veren sevgi, farklılıklarımızı üretici kılarak ve paylaşarak çoğalmaktır. Arayışımız ve kavgamız bu yönde olmalıdır.