28 Mart 2024 Perşembe

Sokak özgürleştirir ve güzelleştirir

Geçen yılki 8 Mart'ta kadınların OHAL rejimine karşı gösterdikleri sokak iradesi yol göstericiydi. Aynı kadın iradesinin bu dönem de sergilenmesi çok önemli. Bir diğer nokta ise eylemsel birlikteliklerin yanı sıra "birleşik bir kadın gücünü" oluşturabilmek. Eylemler ve birliktelikler de bu anlamda bir manivela görevini görecektir.
AKP/Saray diktatörlüğü, içeride ve dışarıda kadınların tüm kazanımlarına göz dikmiş durumda. Adım adım uygulamaya koyduğu politikalar, yaptığı yasalar ile kadınların varlığını, yaşamını tehdit ediyor. Bir yanda cihatçı tecavüzcü çeteleri ile Efrîn'de Rojava kadın devriminin tüm kazanımlarını hedeflerken, diğer yandan da savaş ve OHAL ile faşizmi ve sömürgeciliği yeniden tahkim ettiği bir ortamda yeni bir düzenlemeyi gündeme getirme hazırlığında. Her zaman olduğu gibi önce kalemşorlarını, havuz medyasının tetikçilerini devreye soktu. Kalemşorler, havuzun köşe olmuş tetikçileri, AKP/Saray diktatörlüğünün hazırlığını yaptığı "zina ve cinsel istismar yasası"nın kadınlar ve çocuklar için ne kadar vazgeçilmez olduğu konusunda toplumu ikna etmeye çalışıyor. Yeni düzenlemenin ayrıntıları bir yana, Saray iktidarının kadınlara ve çocuklara bakarken gördüğü tek şey; köle kadın ve köle çocuktur. Bedeni, iradesi, duygusu, düşüncesi olmayan bir nesnedir. Devlet, patron, koca karşısında köleler yaratmak istiyorlar. Kadını ve çocuğu "şey"leştirmek niyetindeler.
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın defalarca "Kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum. Eşitlik kadının fıtratına aykırı" açıklaması, bu dünya görüşünün en somut dile gelmiş haliydi. Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu'nun, Ensar Vakfı'nda yaşanan çocuğa yönelik cinsel istismar karşısında "Bir kere olması karalamak için bir şey olmaz" diyerek tacizcilere sahip çıkan yaklaşımı da iktidarın kadınları sadece erkeklerin silahı ile değil kadınlarla da vurma ve teslim alma politikasına bir örnekti. Kadınların mücadelesinin merkezinde yer alan "eşitlik" yerine öne sürdükleri "eşdeğerlik" güncel politikalarının ideolojik ve teorik alandaki kavramsallaştırılmasıydı.
 
Kürtaj hakkının kısıtlanmasından müftülüklere nikah kıyma yetkisinin verilmesine kadar uygulamaya sokulan yasalarla kadınların mücadele ile elde ettikleri hakları, kazanımları iktidar tarafından gasp edildi. Sadece yasal kazanımları da değil, örgütleri OHAL kararnameleri ile kapatıldı.
 
Neredeyse yasal bir binası olan kadın örgütü kalmadı. Kürt kentlerindeki belediyelerin tamamında var olan kadın merkezlerine el konuldu ve bu merkezlerin bazıları evlendirme dairesi yapıldı. Bu kadın merkezleri, şiddet gören kadınların hemen yanıbaşlarında buldukları, dayanışma ile yeniden ayağa kalktıkları yerlerdi. Kadın özgürlük mücadelesinin merkezinde yer alan kadın siyasetçiler hapsedildi, rehin alındı. Ağır hapis cezaları ile özgür ve eşit bir yaşamı arzulamanın bedeli ödettirilmek istendi. HDP'nin eski eş genel başkanı Figen Yüksekdağ, DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, Amed Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Gültan Kışanak, ESP Genel Başkanı Çiçek Otlu, SKM Sözcüsü Fadime Çelebi, TJA aktivisti Ayla Akat Ata, Saray rejiminin rehin aldığı kadınlardan ilk akla gelenler.
 
İktidarın bu politikalarının kadınların günlük yaşamındaki bir başka karşılığı da sokakta, evde, okulda, hapiste artan şiddet oldu. Kadınlar şort giydikleri, güldükleri ya da hamile kadınlar sokakta, parkta dolaştıkları için hiç tanımadıkları erkeklerin şiddetine maruz kaldı. O erkekler, saldırılarının ardından kameralara gülümseyerek poz verdi, saldırganlığını aymaz ve pişkin bir şekilde savundu. Çünkü biliyorlardı ki, yanlarında Saray rejimi vardı. Kadınların canı, en yakınlarındaki erkekler tarafından alındı. Kadın katilleri, kadın ve çocuk tacizcileri, Saray'dan icazet alan yargı tarafından ödüllendirildi. Kadınlar ancak iğneyle kuyu kazar gibi mücadele ederek, mahkemelerin, katillere, tecavüzcülere, saldırganlara ceza vermesini sağlayabildi.
 
AKP/Saray diktatörlüğü, içeride kadınlara "makbul" kadınlık dışında başka bir yaşam alanı bırakmazken, Efrîn saldırısıyla da Rojava devriminin kazanımlarını yok etmek niyetinde. Sadece Kuzey Suriye'de yaşayan Kürt, Arap, Süryani, Keldani, Asuri, Türkmen, Çerkes ve Çeçen halkları tarafından değil Türkiye ve Kuzey Kürdistanlı devrimciler ile dünyanın bir çok yerinden gelen enternasyonalistler tarafından savunulan Rojava devrimi, erkeklerin dünyasında kadınlara ait olan tek yerdir. Rojava devrimini kadın devrimi yapan Sibel Bulut, Arîn Mîrkan, Avêsta Xabûr'un devrimi savunurken kuşandıkları cesaret ve kararlılıkları değil, ekonomiden siyasete, kültüre kadar yaşamın her alanında örgütlü ve silahlı bir güç olarak kendilerini var etmeleri, böylece tüm kazanımlarını güvence altına almalarıdır. AKP/Saray diktatörlüğü de Kuzey Suriye'deki kadınların bu gücünün, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki kadınlar için bir moral kaynağı ve yol gösterici olduğunun farkında. Bu nedenle, bir yandan Kürt halkının statüsünü, diğer yandan da kadınların eşit ve özgür birer özneler olarak yaşama pratiğini yok etmek istiyor. Ancak Kuzey Suriye'de kadınlar direnişin en çıplak haliyle, bedenleriyle Türk sömürgeciliğine direniyor, teslim olmuyor.
 
Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da kadınlar, Efrîn direnişinden aldıkları güçle 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'ne giriyor. Bu moral güç çok önemli elbette. Ancak yetersiz. Türkiye ve Kuzey Kürdistanlı kadınlar, Saray'ın "kadınları yok etme planı"nı bozabilmek için kendilerine yeni bir yol açma sorumluluğu ile karşı karşıya. Latin Amerika'da gerilla hareketi Tupac Amoru'ların, ezilenlerin mücadele tarihine kazandırdığı çok anlamlı bir söz vardır: Söz ayrıştırır, eylem birleştirir.
 
Kadınların mücadele tarihi, bu sözün pratik kazandığı sayısız örnek ile doludur. Türk devletinin sömürgeci politikalarına karşı barış mücadelesinden 8 Mart'a kadar birçok anda kadınlar sokakta, eylemde bir araya geldi. Bu tarihsel deneyimin yanı sıra AKP/Saray rejimi, saldırganlığı ile yan yana gelmenin nesnel zeminini düne göre daha çok yaratmış durumda. Bu, kadınlar için çok önemli bir avantajdır. Rejim bir yandan kadınları kadınlara karşı kullanırken, diğer yandan tüm kadınları bir nesne haline getirerek, bir arada olabilmelerinin zeminini güçlendiriyor. Bu nesnel güç, kadın özgürlük mücadelesinin özneleri tarafından örgütlü bir güce dönüştürülebilir. Bu da ancak eylem ile mümkündür. Kadınlar sokaktan vazgeçmemeli. Geçen yılki 8 Mart'ta kadınların OHAL rejimine karşı gösterdikleri sokak iradesi yol göstericiydi. Aynı kadın iradesinin bu dönem de sergilenmesi çok önemli. Bir diğer nokta ise eylemsel birlikteliklerin yanı sıra "birleşik bir kadın gücünü" oluşturabilmek. Eylemler ve birliktelikler de bu anlamda bir manivela görevini görecektir.
 
Kadınlar daha önce de varlık/yokluk savaşı ile karşı karşıya kaldı. Hayat, kadınları defalarca çeşitli sınavlara tabi tuttu. Kadınlar bu sınavları özneleşerek geçti. Örneğin, Rosa Luxemburg'un 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında dönemindeki hakim yaklaşım olan "anavatan savunması" yerine "işçilerin enternasyonal dayanışması"ndan yana tutum alması, Rosa Luxemburg'u tarihte bir özne haline getirdi. Bugüne gelelim; Figen Yüksekdağ'ın faşizmin mahkemelerinde hiç eğip bükmeden tüm siyasi faaliyetlerini savunması ve faşizmin mahkemelerini yargılaması, onu özneleştirdi. Bu özneler de kadınların gücüdür. Yanlışlardan, hatalardan ders çıkartarak, gelişmekte ya da gelişecek olanı görmek, ancak kadınlara hareket ve değiştirme gücü verebilir. Kadınların dışımızdaki ve içimizdeki erkek egemen sisteme karşı mücadele ve dayanışma günü olan 8 Mart'ı bahar günlerinin kaldıracı yapmak neden mümkün olmasın? Bunun için daha fazla cesaret, daha fazla irade, daha fazla kararlılık!
 
Unutmayalım, sokak özgürleştirir ve güzelleştirir. Öyleyse sokağa, eyleme, özgürleşmeye, güzelleşmeye!
 
*Atılım gazetesinin bu haftaki başyazısı