24 Kasım 2024 Pazar

'Sokağa çıkarsak işgal politikasını durdurabiliriz'

Türk devletinin işgal tehditleri ve dönemsel gelişmeleri değerlendiren MLKP Rojava Temsilcisi Ahmet Şoreş, işgal saldırılarının kesintisiz sürdüğüne dikkat çekti. Faşist şeflik rejiminin işgal politikalarına en çok Türkiye ve Bakurê Kürdistan halklarının karşı çıkması gerektiğini belirten Şoreş, "Bu tehditler ve işgal politikasını çok güçlü biçimde sokağa çıkarsak durdurabiliriz" dedi.

Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) Rojava Temsilcisi Ahmet Şoreş, Özgür Tv'de konuk olduğu programda Ortadoğu ve Kürdistan'daki son gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Şoreş, Nisan ve Mayıs aylarında ölümsüzleşen MLKP savaşçısı Welat Yıldız (Serfiraz Nîdal) ve MLKP/KKÖ savaşçısı Okan Altunöz'ü (Îsyan Tolhildana Pirsusê) andı.

Türk devletinin işgal tehditlerini hatırlatan Şoreş, Rojava halklarının ve özsavunma güçlerinin eskisinden daha güçlü olduğuna işaret etti, savaş politikalarının yenilgiye uğrayacağını dile getirdi. ABD ve Rusya gibi emperyalist güçlerin dönemsel adımlarını da değerlendiren Şoreş, savaş politikalarına en çok Türkiye ve Bakurê Kürdistanı emekçilerinin karşı durması gerektiğini dile getirdi.

MLKP temsilcilerinden Şoreş'in, Özgür Rojava programında Dicle Awaz'ın sorularına verdiği yanıtlar şu şekilde:

'TÜRK DEVLETİNİN SALDIRILARI HİÇ BİTMEDİ Kİ'

Ortadoğu, emperyalist güçler ve bölge devletlerinin çıkar savaşları içinde. Türk devleti, Rojava toprakları ve Medya Savunma Alanlarında işgal saldırılarını sürdürüyor. Şimdi yeni işgal tehdidinde de bulunuyor. Süreci nasıl okuyorsunuz?
Rojava Özerk Yönetim ülkesi, antisömürgeci, kadın özgürlükçü, demokratik halk devrimiyle Ortadoğu'da, dünyada ve özellikle Türk sömürgeci devletinin gündeminde ciddi yer işgal ediyor.

Dolayısıyla ister küresel güçler arasındaki çelişki ve çatışmaların geldiği düzey olsun, ister toplumsal hareketlerin ortaya çıkardığı devrimci dinamikler olsun bunların bölgemize hızla yansıdıklarını görebiliyoruz.

İşte sömürgeci Türk devletinin Cumhurbaşkanı ya da saray diktatörü dediğimiz Tayyip Erdoğan ve şürekası son dönemlerde bu gelişmelerden hareketle yeniden Özerk Yönetim ülkemize yönelik açıklamalarda bulundu, tehditler savurdu. Türk devleti, Özerk Yönetim ülkemizi çok açık şekilde tehdit ediyor. Yeni bir işgal saldırısı başlatmak için hem hazırlıklarını hem küresel güçlerin onayını hem de diğer konjonktürel şeyleri hazırlamaya çalışıyor.

Konu böyle ele alınıyor fakat Türk devletinin saldırıları hiçbir zaman bitmedi ki. Bir bakıma yeni bir şey değil. Sadece yeni unsurlar katmak istiyorlar. Ukrayna ile birlikte aslında yeni bir süreç başlamış oluyor. Sonraki süreçlere yansımaları da olacak. Yoksulluk, ölümler, işgaller, göçler, gıda krizleri, açlık, tecavüz, çocuk ve kadın bedeninin en çok zarar göreceği süreçleri yaşayacağız. Enerji sıkıntıları, bolluğun içinde bir nevi yoksulluk yaşanmış olacak.

Bunların temel nedeni, küresel güçler arasındaki rekabetin savaş düzlemine doğru gitmesidir. Sömürgeci Türk devleti bunu fırsata çevirmek, yeni alanlar işgal etmek istiyor. Bu bağlamda bazı hazırlıklar yaptı. Göçmenlerin dönüşü üzerinden bir giriş yapmaya çalıştılar. Bu göçmenler, başta ABD ve Türkiye'nin işbirliği içinde Suriye'ye yönelik başlayan işgal savaşının bir sonucuydu. Bu göçmenleri, Suriye'de işgal edilen ve işgal edilecek yerlere, özellikle Rojava Kürdistanı'na yerleştirerek aslında yeni devletçikler oluşturmaya çalışacaklar. "Tampon Bölge" dedikleri şey ile formu-şekli belli olmayan, adı konulmayan, yeni devlet formları inşa etmeye çalışıyorlar. İhtiyaçları doğrultusunda toplumsal yaşamı yeniden dizayn etmek istiyorlar.

Bilindiği gibi Libya'dalar, Medya Savunma Alanlarında gerillaya karşı savaştalar, Ukrayna'dalar, Kafkasya'da Azerbaycan'ın yanında savaştalar yani dolayısıyla savaşan paralı askeri kuvvet oluşturuyorlar.

Sömürgeci faşist saray diktatörlüğü, Kürdistan'a karşı başlattığı savaşı Rojava'da o 30-40 km dedikleri bölgede bir yönüyle tamamlamak istiyor. Ukrayna bağlamında kartların yeniden karıştırıldığı bir süreci fırsata çevirmek istiyor.

'FAŞİST İŞGALE KARŞI HER EYLEM MEŞRU VE HAKLIDIR'
Bizim her hareketimiz bir özgürlük hareketidir. Özgürlüğü çoğaltma, büyütme ve savunma hareketidir. İster askeri olsun ister politik, ekonomik, kültürel her bakımdan bu böyledir. Egemen sınıfların, küresel emperyalist güçlerin her saldırısı ise faşist, işgalci terördür. Buna karşı yapılan her mücadele, her eylem, her örgütlenme meşru ve haklıdır.

Buradan çıkarılması gereken Türk devleti ve onlarla işbirliği içindeki çetelerdir. Türk devletinin "ben orayı kurtaracağım" demesi ikiyüzlülüğün ifadesidir.

Erdoğan'ın iktidardaki tarihsel gelişimine bakıldığında nasıl ikiyüzlü olduğunu, yalanı çok rahat ve insanların yüzüne bakarak söylediği görülüyor.

SAHADAKİ DURUM NASIL?
Durum biraz şöyle. Ukrayna ile birlikte Rusya'nın pozisyon değişikliğine gitme ihtiyacı duyduğunu görüyoruz. Deneyimli askeri kuvvetlerde görev değişiklikleri yapıyorlar. O'nun karşısında NATO'nun, Avrupa Birliği'nin, ABD'nin işleri çok iyi gitmiyor. Bu savaşta küresel güçlerin hızla üstünlük sağlama, birbirlerini yenme durumları görünmüyor.

Ortadoğu'nun bir bölümünde, Suriye ve Özerk Yönetim alanlarında Rusya'nın varlık biçimini bir çatışma ile birlikte zayıflatmak isteyeceklerdir. Rusya'ya karşı yeni bir cephe açma gibi de okunabilir. En çok dillendirilen alanlarından biri Fırat'ın batısı dedikleri özellikle Til Rıfat, Minbic hatları mesela. Rusya'nın da etkin olduğu, Suriye ve İran'ın da doğrudan sahada olduğu bir alan. 

Tüm bunlara baktığımızda ABD dahil NATO ve diğer küresel güçler yeni bir askeri hareketi belli noktalara kadar tercih ederler. "Ilımlı İslam" adı altında, Ortadoğu halk isyanlarını hem bastırmak hem küresel güçlerin çıkarları doğrultusunda Ortadoğu'ya yeni bir dizayn vermek bakımından Türkiye'ye kapsamlı bir rol biçilmişti. Şimdi bu adım devam ediyor.

Diğer taraftan İran'ın buradaki etki alanı genişliyor, bu işlerine gelmiyor. Suriye'nin yeniden etki alanları genişlemişti, işlerine gelmiyor. Dolayısıyla, Ukrayna'daki durum mevcut ve küresel güçler arasındaki kutuplaşmanın düzeyi burada Türkiye'yi yeniden sahada rol çalmaya itiyor. Yani bu da savaştır. Çok açık şekilde bir savaş rolü üstlenmeye itmiş oldu.

En temel şeylerinden biri de sömürgeci Türk devletinin Kürt düşmanlığıdır. Kürdistan diye bir şey istemiyor. Olacaksa kendi himayesi altında sömürgesi olacak bir Kürdistan istiyor. Başûrê Kürdistan'da özellikle KDP ile kurduğu ilişki buna benzer. Ama Rojava bölümüne dair asla istemiyor. Buraya yönelik temel politikasında 30-40 km'yi sık sık dillendirmesinin temel nedeni bu, haritadan silmek. Burada Kürtleri katlederek, sürgün ederek, Efrin'de işte bunu yapıyorlar. Yerine çeşitli yerlerden getirilen ister Arap olsun, ister Türkmen olsun, ister Kafkaslardan, isterse Afgan olsun her nereden geliyorsa yani bunları yerleştirerek, burada yeni bir tampon devlet oluşturmak istiyorlar. Bu, Türkiye'nin Kürt düşmanlığında geldiği düzeyi gösteriyor. Bu politik konjonktürü bir fırsata çevirmek istiyor. Rojava Kürdistanı'nı tasfiye etmek, burada Özerk Yönetim ülkesinin varlık biçimine son verip yeni bir çete devlet kurarak, hem Ortadoğu'da hem Kafkaslardan Orta Asya'ya doğru, NATO'nun, küresel güçlerin ihtiyaçları doğrultusunda bir hareket örgütlemek istiyor.

UCUZ İŞ GÜCÜ VE PARALI ASKERLER İÇİN SÖMÜRGE EVLERİ

Suriye'nin kuzeyinde işgal kalıcılaştırılıyor ve bölgenin demografik yapısı değiştiriliyor. Bu kapsamda Türk devletinin sömürge evleri projesine ilişkin neler söyleyeceksiniz?
Bilindiği gibi savaştan dolayı Suriye ve Özerk Yönetim alanlarından zorla göç ettirilmiş insanların tekrar gönderilmesi gündemde. Bu topraklar eski topraklar değil, her şeyden önce bir bölümü çeteler ve Türk devletinin işgali altında. Diğer bölümleri Esad diktatörlüğünün egemenliği altındadır. Özerk Yönetim altındaki özgür topraklar ise zaten çok da geri döndürülmesini istemedikleri alanlardır.

Sömürge evlerinin mimari yapısına baktığımızda yarı açık cezaevleri gibi. Askeri kışlalar ya da fabrikaların etrafındaki eski prefabrik evler gibi. Yani ucuz iş gücü ve paralı askere göre dizayn edilmiş bir yapı. Üretimden, özgürlükten, bağımsızlıktan, kendi toprakları üzerinde rahat hareket etmekten yoksun bir proje bu. Asıl olarak da Türkiye'nin dolayısıyla NATO'nun, Avrupa Birliği'nin yani Suriye'de savaşın içinde yer alan kesimlerin sahaya yeniden dönüşünü bir biçimde hazırlama olarak da okunabilir.

'HALKIMIZ DİRENMEK DIŞINDA BİR SEÇENEĞİN OLMADIĞINI BİLİYOR'

İşgale karşı mücadele Türkiye, Kürdistan ve Avrupa kentlerinde sürüyor. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz özgürlük için mücadele eden, özgür bir ülkede yaşamak isteyen, devrimci sosyalist bir toplumu inşa etmek isteyen kesimleriz. Türk devletinin ve küresel güçlerin tehditlerini herhangi bir korku, panik şeklinde karşılamıyoruz. Bunların neden yaşandığını da biliyoruz. Daha çok özgürlük için mücadele etmek gerektiğini, örgütlenmek, bilinçlenmek ve savaşmak gerektiğini biliyoruz. Hazırlıklar ve çalışmalar da buna göre örgütleniyor. Komünist bir dünya, savaşın tüm araçları da dahil farklı bir dünya için savaşıyoruz. Oraya kadar biliyoruz ki, sert bir sınıf savaşı, cins ve özgürlük savaşı devam edecek.

Kuşkusuz bu tehditler önceki yıllarda olsaydı halkta biraz tedirginlik oluşurdu. Şimdi normal karşılanıyor. Savaşmak, direnmek ve mücadele etmek, özgürlüğümüzü ve onurumuzu savunmak dışında bir başka seçeneğin olmadığı biliniyor. Bu daha çok bilinç düzeyiyle ilgili bir durum. Çaresizliğin getirdiği bir direnme hali değil. Kadın özgürlükçü antisömürgeci devrimin ortaya çıkardığı, Arap, Süryani, Ermeni halklarıyla birlikte özgür bir yaşamı, birlikteliği inşa etmenin getirdiği bir bilinç. Bunun ortaya çıkardığı pozitif şeylerle birlikte direniş umudu ve isteği büyüyor. Eskisi gibi bir korku, panik hali hemen oluşmuyor.

Halk Efrîn ve Serêkaniyê savaşlarında ortaya çıkan tablo ve sonuçlar bakımdan, bunu da görüyor, bunun da bilincindedir. Direnişi, mücadeleyi büyütme temelinde duruyor. Bu tehditler karşısında halkımız ordusuyla birlikte güçlü bir direniş yanıtı verecektir. Zaten tepkilerini ve reflekslerini bir biçimde ortaya koydular.

Biz topraklarımızı savunuyoruz, onlar özgür yaşamı tehdit ediyorlar. Bu yönüyle bizim hazırlıklarımız sürekli var. Türk devletinin Rojava'ya yönelik yeni bir işgal saldırısı asıl olarak Bakurê Kürdistanı bakımından daha ciddi sorunlara yol açacaktır. Dolayısıyla Türk işçi ve emekçiler, Türkiye'deki ezilen kesimler, toplumsal dinamikler, Bakurê Kürdistanı ilk tepki göstermesi gereken güçlerdir. Bu bizden çok, yani Özerk Yönetim ülkesinden çok Türkiye'yi etkileyen bir durumdur. O zaman Türkiye'de emekçiler bunu kabul etmemeli. Her şeyden önce, öncü kesim bunu kabul etmemeli. Tepkisini, refleksini göstermeli.

Kobanê deneyimi var. Oradaki halk isyanı bildiğimiz gibi, hem DAİŞ'in hem de Erdoğan'ın "düştü düşecek" sözlerini boşa çıkaran temel hareketlerdi. Daha öncesinde Gezi bunun bir verisiydi. Toplumsal hareketin Türkiye ve Bakurê Kürdistanı'nda yakın tarihlerde epey tecrübesi var. Dönüp bakarsak bunlardan güç alırsak, bu tehditlere ve işgal politikasına karşı çok güçlü biçimde sokağa çıkabiliriz. Bunu durdurabiliriz.

Türk devletinin Rojava'ya yönelik, hatta Suriye'ye yönelik politikası savaş konseptinin açık ifadesidir. Buna karşı çok net bir duruş ortaya konulmalıdır. Bunun olanakları da vardır.

'İSYAN EDEN MİLYONLARLA BİRLEŞECEK ÖNCÜ DURUŞ GEREK'
8 Mart'ta kadınlar, meydanlarda hem kitlesellikleriyle hem kararlılıklarıyla zaten mesajlarını verdiler. Newroz'da Kürt halkı tüm baskı, tehdit, engellemelere karşı bunu ortaya koydu. 1 Mayıs'ta işçiler grev, direniş örgütleme arayışlarını yansıttılar. Toplumsal dinamikler zaten hareket halinde. Bir kitle olarak sömürgeci devletten koptuklarını yansıttılar. O zaman neye ihtiyaç var? Bunların birleşik hareketlerini örgütleyecek, devrimci öznenin güçlü çalışmasına ihtiyaç var. Özneleşme biçimimizi daha güçlü biçimde değiştireceğiz. Nasıl ki Gezi adım adım örülerek milyonları kapsadıysa, bugün meydanlara çıkan ve isyan eden milyonlarla birleşecek ve onlarla birlikte bir savaşımı örgütleyecek olan öncü duruş gerek.

Türkiye'nin işgal politikasını, Türkiye işçi emekçilerine, Bakurê Kürdistan'da yürüttüğü sömürgeci politikayı boşa çıkaracak, saray diktatörlüğünü yıkacak ve onun yerine bir halk iktidarını kuracak olanaklarla doluyuz. Daha çok buradan bakmalıyız. Savaş, işgal, çelişkiler, çatışma, faşizm, diktatörlük dendiği zaman sanki devrimci unsurların azaldığı gibi algılanabiliyor. Tam tersi bunların doruğa yükseldiği bir yerde devrimci dinamiklerin yıkıcı yönü de daha hızlı yükseliyor. Bugün bunun koşulları oldukça çoktur. Bunu pratikte görüyoruz. Elimizi daha sıkı ve hızlı tutmamız gerek. Umutla daha güçlü bakmamız gerek.

'GEZİ TUTSAKLARINI SAHİPLENMELİYİZ'

Faşist şeflik rejimi, tüm kesimlere yönelik düşmanca bir tutum takınıyor. Eylem ve etkinlik yasakları OHAL dönemini aratmıyor. Gezi davasında ağır hapis cezaları verildi. Yaşanan bu siyasi tabloyu nasıl okuyorsunuz?
Türkiye'deki mevcut iktidar, bir savaş iktidarıdır. Kürt halkına karşı sömürge statülerini korumak, diğer Kürdistan parçalarını himaye altına almak için, bugün Başûrê Kürdistanı'nda ve Rojava Kürdistanı'nda olduğu gibi uzun yıllardır bir savaşım veriyor.

Türk devletinin iktidar yapısı, kadro dinamiği, mevcut devlet kurumları bir savaşı yönetir şekilde işliyor. Şu an uygulanmakta olan yasaların hepsi bu savaş hukukuna göredir.

Gezi, Türkiye işçi ve emekçilerinin ve diğer halkların birleşik hareketi olarak çok güçlü bir halk hareketiydi. Bir meydanda özgür demokratik bir sistem inşa edilmeye çalışıldı. Türk devleti buna karşı çok güçlü bir saldırı örgütledi. Verilen cezalar; gözaltılar ve toplumda umudu yayacak olan şarkılar, türküler, içinde Kürtçenin, devrimciliğin, özgürlükçülüğün, kadın özgürlükçü fikirlerin geçtiği hiçbir şeye müsaade etmeyeceklerini göstermiş oldular. Bu onların ne kadar çok korktuklarını gösteriyor. Örgütlenen komün tipi yaşam ve özsavunma oluşturan bir Gezi deneyimine karşı Türk devleti çok sert önlem alıyor. Ve unutmuyorlar da bunu. Tabi biz de unutmayacağız. Gezi tutsaklarını sahiplenmeliyiz. Cezaların kaldırılması için ne gerekiyorsa yapmalıyız. O dönemde şehit düşenlerin ideallerini sürdürmek için bugün daha çok çalışmalıyız. Bu konuda eksiklikler, zayıflıklar var. Bunu çok güçlü şekilde karşı saldırıya dönüştürmemenin apolitikliği de var. Gezi'yi yaratanlar, o düzeye getirenler ve savunanlar bugün Gezi'ye yönelik saldırıyı ilk göğüslemesi ve karşı hareketi örgütlemesi gerekenlerdir.

'TAYYİP'İN YENİLGİYE UĞRAYACAĞI ÇOK NET'
Bakurê Kürdistan'da Kürt halkının AKP-MHP diktatörlüğünü sahiplenmediği, destek sunmadığı çok net. Umudunu kesen Erdoğan ve MHP, savaş düzeyini yükseltmekte çare buluyor. CHP buradan nemalanmaya çalışıyor. Dönem itibariyle sömürgeci Türk devletinin, hem Medya Savunma Alanlarında yürüttüğü savaş, Kuzey ve Doğu Suriye'ye yönelik işgal tehditleri hem de Türkiye'nin her alanında uyguladığı teröre karşı mücadele ve örgütlülük düzeyini yükseltmek dışında seçenek yoktur. Toplumsal dinamikler devrimci örgütlenme ve politika, sokağa çıkma ve savaşı yürütecek düzeyde hareket ettiklerinde Tayyip'in bu politikasının yenilgiye uğrayacağı çok net.

Bu dönem çok keskin şeyleri içinde taşıyor. Dün, bugün ve gelecek bütünselliği içinde baktığımızda bunu çok rahat söyleyebiliriz. Tıpkı Gezi'de olduğu gibi. Tıpkı Kürdistan'daki serhildanlarda olduğu gibi bu dönem de böyle aşılacaktır. Karamsarlığa kapılmaya gerek yok.

Ukrayna'da yürüyen savaş kapitalist-emperyalist sistemi daha zor durumda bırakıyor. Onların çaresizliğini çoğaltıyor. Ortadoğu'da yürütülen savaş, yine emperyalist ve sömürgeci kuvvetleri zor durumda bırakıyor. Onları çaresizliğe itiyor. Toplumda artık onlara inanmak ve peşlerinden gitmek değil de kendi özgürlükleri için savaşmak ve mücadele etmek seçeneği daha berrak biçimde ortaya çıkıyor. Bu bilinci, bu örgütlülüğü, bu kavgayı örgütlersek, sıçramalı biçimde yeni isyanlarla, yeni devrimlerle, yeni toplumsal hareketlerin büyümesiyle, bu sistem eninde sonunda yıkılacak. Çok uzakta değil ama çok kolay da değil.

'HER SAVAŞ KARŞISINDA YENİ TOPLUMSAL DEVRİMLER ÇIKARIR'

Son olarak, işçi ve emekçilere, kadınlara, gençlere çağrınız nedir?
Tarihsel bir süreçten geçiyoruz. Yeni tarih yapmak gerekiyor. Tarihin ve sürecin devrimci çağrısı budur. Bu bağlamda Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) ve Kadınların Birleşik Devrim Hareketi (KBDH) milislerinin metropollerde yaptıkları eylemler umut vericidir. Çoğaltmak ve büyütmek gerekiyor. Yeni bir savaşı öne sürerek, ezilenleri esir almak isteyen AKP-MHP diktatörlüğüne, saray faşizmine karşı sokakları, meydanları, fabrikaları, havzaları, evleri bir direniş odağına çevirmek gerekir. Onların yaşam alanlarını başlarına yıkmak gerekir. Savaşı onların bulunduğu yerlere taşımak gerekir. Çalışamaz, yapamaz, hareket edemez duruma getirmek gerekir. Bunun için de çok kararlı, umutlu ve cesaretli şekilde özneleşmek gerekir. Tarihte bunlar çokça yaşanmıştır. Dönemin çağrısı, dönemin mücadele isteği bunu gerektiriyor.

Zap'ta, Metîna'da, Avaşîn'de bir ayı aşkındır can feda direnen, orayı sömürgeci Türk ordusuna zindan eden gerillanın direnişini selamlıyoruz. Selamlamak tabi ki yetmiyor. Ona katılmak, büyütmek gerekiyor. Bakurê Kürdistan ve Türkiye metropollerine savaşı yayarak, düşmanın yaşam ve yönetim alanlarına yönelik eylemlerimizi yükselterek, bunları yerlerinden çıkamaz hale getirecek tarzda mücadeleyi yükseltmek gerekir.

Böyle yaptığımız koşullarda, yeni toplumsal devrimler, yeni kadın özgürlükçü devrimler çok daha yakın olacak. Ve bunlar başarıyla ortaya çıkacaklardır. Her savaş, karşısında yeni toplumsal devrimler de çıkarır. 2010'larda Rojava ile başlayıp sonra genişleyen devrim 2020'lerde yeni özgürlükçü devrimlerle buluşacaktır. Yeter ki biz bu umutla çalışalım, savaşalım, mücadele edelim.