Sibel Arîn yazdı | Çöktürme planı çöktü!
Kürt sorunu ve devrimci çözümünün politik özgürlüğün kazanılmasındaki kilit rolü konusunda Türkiye işçi ve emekçileri arasında yaygın bir aydınlatma faaliyeti örgütlenmelidir. Öte yandan sürecin faşist Türk devleti tarafından bir tasfiye süreci olarak ilerletilmek istendiği unutulmamalı, Türk devletinin masada kendi kendini demokratikleştirebileceği hayaline kapılınmamalıdır. Her alanda örgütlülüğün, eylem gücünün yükseltilmesine odaklanılmalıdır.
Çöktürme planının somutlandığı tarih 2014'tü.
2014'e doğru gelirken Kürt ulusal özgürlük mücadelesi, Kürdistan'ın Rojava parçasında demokratik özerklik ilan eder düzeye gelmişti. Dağlarında gerilla, şehirlerinde ordu yapılanması ve toplumsal örgütlenme düzeyiyle bu hem Kürdistan hem de Ortadoğu için yeni bir durumdu. Ortadoğu'da farklı direniş odakları vardı. Ama hiçbiri devrimci ve kadın özgürlükçü değildi. Böylece sınıf ve cins çelişkisinin kendisini en şiddetli dayattığı zamanın bu kesitinde, kadınların ve halkların nefes alabileceği devrimci bir pencere açılmıştı. Aynı dönemde Türkiye'de İstanbul'da başlayan ama Bayburt hariç tüm Türkiye ve Kürdistan kentlerini etkisi altına alan Haziran ayaklanması gerçekleşmişti.
Türkiye ve Kürdistan'ın antifaşist, antisömürgeci, sosyalist, yurtsever, devrimci, demokratik cepheleşmesinin en dinamik kuvveti olarak HDP politik mücadele alanının güçlü bir merkezi haline gelmişti. İlk kez Türkiye ve Kürdistan işçi ve emekçileri, gençleri, kadınları, yoksul köylüleri, aydınları birleşik mücadelede dolaysız biçimde yan yana dizilmişti. Ağustos 2014'te Şengal'e yönelik başlayan ve oradan Rojava'nın güneyinden Kobanê'ye uzanan, Kobanê'yi işgal etmeye yönelen DAİŞ'e karşı, Rojava devrimini savunma mücadelesinde Türkiye ve Kürdistan halklarının aynı siperlerde dövüşmesi, 6-8 Ekim Kobanê direnişini inşa etmiş olmaları paha biçilmez bir devrimci işbirliğiydi.
Politik özgürlük mücadele çizgisinde ısrarlı, kararlı ve halka güven veren mücadele 7 Haziran seçimlerinde özgüveni yükselmiş, itirazı örgütlü hale gelmiş yeni halk ve birleşik önderlik gerçeği olarak somutlandı. Başta Türk ve Kürt halkı olmak üzere halklar birbirine kulak vermiş, gönül kapılarını açmıştı.
Sömürgeci Türk devletinin çöktürme planı mekaniği bu koşullarda harekete geçti. 20 Temmuz Pirsus (Suruç) katliamı, 24 Temmuz'da Medya Savunma Alanlarına (MSA) yönelik hava bombardımanı, 10 Ekim Ankara Gar katliamı, HDP'ye yönelik tutuklama saldırısı, 7 Haziran seçimlerinin lağvedilmesi olarak devam etti. Efrîn, Girê Spî, Serêkaniyê işgal edildi.
Geride kalan yıllarda sömürgeci faşist Türk devleti bütün gücüyle silahlı devrimci kuvvetleri, devrimci-demokratik halk hareketini tasfiye etmek için ideolojik, politik, mali, istihbarat ve askeri, bütün imkanlarını seferber etti. Bölge devletleriyle türlü işbirliklerine girdi. Totalde ABD ve Rusya'nın desteğini aldı. Hem kendi gücü hem de emperyalistlerin desteğine ve belli oranda yol vermesine rağmen amacına ulaşamadı. Özel hedef haline getirilmiş olan başta PKK ve MLKP olmak üzere devrimci hareket diz çökmedi, biat etmedi. Devrimci çizgide ısrar ve kararlılık sürdürüldü. Türkiye ve Bakurê Kürdistan'da "terörist" etiketi kitleselleşti. Gözaltına alınmak ve tutuklanmak sıradanlaştı. Devletin korku araçları elinden alınmış oldu.
F-16 uçakları, sürekli geliştirilen İHA ve SİHA'ları, taktik nükleer silahları, lojistik ve ikmal yollarının denetim altına alınma çabalarına rağmen gerillanın hareket kabiliyetini sınırlandıramadıkları gibi vuruş gücünü de geriletemediler. Zap, Metîna, Xakurkê'de belli oranda mevzilenmiş olsalar da buralarda kontrolü ele geçirebilmiş değiller. Pençelerini attıkları doğrudur, ama kilit vuramadıkları da bir başka doğrudur. Faşist Türk ordusu ve devşirmeleri yerleştikleri mevzilerde gerillanın hedefindedirler. Hareketleri gerillanın baskısı ve kuşatması altındadır.
Rojava Devriminin çizgisinin yamulması için yürütülen askeri, mali, diplomatik faaliyetler, özgürlük gerillası ile ideolojik, siyasi, askeri bağını kesmesi için uygulanan baskı ve kuşatmadan sonuç alınamadı. Rojava direndi ve alanını genişletti.
Velhasılıkelam bütün zor aygıtlarının devreye sokulduğu çöktürme mekaniğiyle murat edilen hedefe ulaşılamadı. Türkiye meclisinde faşist parti MHP başkanının DEM Parti milletvekillerinin elini sıkması ve "iç cepheyi sağlama almalıyız" söylemi, Abdullah Öcalan'ın gelip mecliste konuşması çağrısı çöktürme planının çöktüğünün ifadesidir. Ama sömürgeci Türk devleti de pes etmemektedir. Şimdilerde çöktürme stratejisine bağlı yeni bir adımla karşı karşıyayız. Açık ki faşist sömürgeci Türk burjuva devleti, AKP-MHP faşist diktatörlüğü Kürt ulusal hareketini sayın Öcalan eliyle tasfiye etmek istemektedir. Ama ne Öcalan buna gelir, ne de PKK. Bu net. Peki bu bilinemeyecek bir gerçek mi? Değil! O zaman bu adımla başka bir şey yapmak istiyorlar: Kürt halkını bölmek. Geride kalan yıllarda Kürt ulusunda sınıfsal farklılaşma derinleşti. KDP de PKK de Kürt ulusunun sınıfsal ayrışmasının en belirgin iki çizgisi olarak sahada aktif. Şimdilerde teröre karşı mücadele ve "Türkleri sevmeyen Kürt ve Kürtleri sevmeyen Türk'ün Türk olmayacağı" retoriği ile Kürtler içinde bölünme ve PKK karşısında saflaştırma hedeflendiği görülüyor. Hem Kürt sorunu hala terör bandında tutuluyor, hem de Kürtler içinde işbirlikçi KDP çizgisi egemen kılınmak isteniyor.
Tam bu dönemde TUSAŞ'a yönelik feda eylemi, devletin bu söylemlerini sınamadan geçirdi. Faşist Türk devleti aynı gece Rojava ve MSA'yı bombaladı. Rojava İç Güvenlik Güçleri yaptıkları açıklamada, dört günde binin üzerinde saldırı gerçekleştiği bilgisini verdi. Bagok kırsalına yönelik de saldırı dalgası başlatıldı. Arkalarında saklama gereği bile duymadıkları baltalarıyla barbarca saldırıları devam ediyorlar. Sözün sözde heybeti, durumun gerçeği karşısında cüceleşti.
IRKÇI, MİLLİYETÇİ FAŞİST BAHÇELİ'Yİ ÖCALAN'A GÖTÜREN BÖLGESEL KOŞULLAR
Ortadoğu, emperyalist hegemonya mücadelesinin en keskin yaşandığı bölgelerin başında gelmektedir. Ortadoğu'da üstünlük, hammadde geçiş güzergahlarına karadan ve denizden hakimiyet kurmaktan geçmektedir. ABD'den İngiltere'ye, Rusya'dan Çin'e emperyalist devletlerin amacı bu yolların denetimini ele geçirmektir.
İsrail siyonizmine karşı 7 Ekim El Aksa tufanı hamlesiyle birlikte Ortadoğu'daki tüm cepheler harekete geçti. ABD, Avrupa ve bölgede Suudi Arabistan'ın açık desteğine sahip İsrail, Gazze'de büyük bir yıkım ve soykırım gerçekleştirdi ve süreç devam ediyor.
Önce çağrı cihazlarının patlatılmasıyla binlerce Hizbullah militanının yaralanması ve Hizbullah önderi Hasan Nasrallah'ın ve komuta kademesinin öldürülmesinin ardından havadan ve karadan Lübnan'a yönelik yeni bir işgal saldırısı başlatıldı. ABD ve İsrail halkları soykırımla eze eze İran'ı kuşatmaya ve İran'ı savaşa dahil etmeye çalışıyor.
Sömürgeci karakteri ve politik özgürlükler karşısına idam sehpasıyla çıkan, mali olarak kriz içinde olan İran faşist molla rejimi, biliyor ki böyle bir savaşa girerse, bu, onun da parçalanması demek. Onun için doğrudan savaşa girmiyor.
Hizbullah'ın Suriye rejimi bakımından rolü biliniyor. Hizbullah, savaş ve taktik kabiliyeti, deneyimiyle Suriye rejiminin korunması için önemli bir rol oynadı. Suriye sahasında esas olarak ideolojik olarak İhvan çizgisinde hareket eden örgüt ve hareketlere karşı savaştı. Bugün de kritik noktalarda mevzilenmeye devam ediyor. Ama İsrail'in Lübnan'ı işgal saldırıları ile birlikte Hizbullah bir kısım kuvvetini çekmek zorunda kaldı. Bu durumdan faydalanmak isteyen başta İdlib ve Azez'deki HTŞ ve diğer örgütler harekete geçti. Halep'i kuşatmak için Halep yoluna yerleşme stratejisine bağlı olarak Til Rifat'a, Minbic'e yönelik saldırılar yerleşme planına bağlı olarak yoğunlaştı.
Bu örgütler aynı zamanda kendi içlerinde de bir çatışmaya girdi. Türkiye ise bu süreçte himaye ettiği bu kuvvetleri tahkim etme çabasında. Duruma hakim olmak istiyor.
Zayıflayan İran, Esad rejiminin bekası için de yeni bir durum. Keza İsrail Şam'ı da vuruyor. Şimdilik hedefi Esad rejimi değil, ama Esad da koltuğunda hiç rahat değil. Kısacası Ortadoğu bir kez daha tam bir kaos içinde.
Zayıflayan İran ve Şam Türk devleti için bir imkan olabilirdi, ama olamıyor. Çünkü Türk devleti sömürgeci ve faşist bir devlet. O, şimdi emperyalistlerin bölgede yeni bir dizayn peşinde olduklarını görüyor ve burada kendisine Kürtlerin himayesi rolünü biçmek istiyor. İşbirlikçi Kürdün peşine düşmüş durumda.
Nasıl ki Arap halk hareketleri koşullarında Rojava kendi devrimini yaptı ve bölge halklarına ilham kaynağı olduysa, bugünkü koşullarda da yeni devrimci direniş odakları olacaktır. Türkiye'de Haziran ayaklanması ve Kobanê direnişi ve İran'da "Jin, jiyan azadî" hareketi deneyiminden geçmiş bir halk gerçekliği var. Bakur, Rojhilat, Başûrê Kürdistan, Türkiye, İran halklarının devrimci-komünist öncüleri bu koşulları elbette devrim ve devrime hazırlık bakımından değerlendirecektir.
Bu dönemde Kürtlerin kolektif haklarının ve Rojava'nın statüsünün tanınması, Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talepleri yükseltilmelidir. Kürt sorunu ve devrimci çözümünün politik özgürlüğün kazanılmasındaki kilit rolü konusunda Türkiye işçi ve emekçileri arasında yaygın bir aydınlatma faaliyeti örgütlenmelidir. Öte yandan sürecin faşist Türk devleti tarafından bir tasfiye süreci olarak ilerletilmek istendiği unutulmamalı, Türk devletinin masada kendi kendini demokratikleştirebileceği hayaline kapılınmamalıdır. Her alanda örgütlülüğün, eylem gücünün yükseltilmesine odaklanılmalıdır.
Örgütlenmek, örgütlenme disiplinini yükseltmek, hiçbir enerji kaçağına izin vermemek, "o muydu, şu muydu, acaba altında ne var" gibi bilinci bulandıracak laf kalabalığına mahal vermeden durumun devrimci gerçeğine odaklanıp devrimci hazırlıklarımızı yükseltmeliyiz.