23 Kasım 2024 Cumartesi

Seçimden Sonra

Demektir ki, sandıktaki sonuç Erdoğan'ın yenilmezliğine değil, Erdoğan'ı yenmek için emekçilerin ve ezilenlerin daha güçlü örgütlenmesinin ve daha güçlü mücadelesinin şart olduğuna işaret ediyor.

Tayyip Erdoğan diktatörlüğünden kurtulma umutlarının bağlandığı 14-28 Mayıs seçimleri geride kaldı.

Faşist saray rejiminin devlet terörünü alabildiğine tırmandırması, hizbulkontraya kadar en katliamcı güçlerle resmen işbirliğine girmesi, yalan ve demagoji çarkını son sürat döndürmesi, devletin bütün iktisadi-mali imkanlarını seferber etmesi, gerektiğinde devreye sokmak üzere her türlü komplo planını da cebinde tutması eşliğinde yapılan oylamada, faşist şef Erdoğan başkanlığa devam sonucunu aldı.

Halklarımızın saray faşizminden kurtuluş umudu ve özgürlük arzusu burjuva muhalefet bloku ve Kemal Kılıçdaroğlu eliyle tamamen bu sandığa bağlanmıştı. Kılıçdaroğlu'nun seçimi kazanacağı adeta mukadder ilan edilmiş, emekçiler ve ezilenler müstakbel başkana oy vermekle yetinmeye çağrılmıştı. Umut tacirliğiyle şişirilen balon çabuk söndü. Sömürgeci faşist devlet aygıtını eski parlamenter biçimiyle restore etmenin ötesinde bir amaç taşımayan, siyaseten faşist iktidar blokuna öykünüp onunla milliyetçilik yarışına giren, nihayetinde göçmen düşmanlığını açıkça kışkırtır ve faşist kayyum politikasını sürdürmeyi taahhüt eder bir rezilliğe demir atan burjuva muhalefet bloku ve Kılıçdaroğlu ardında yalnızca hayal kırıklığı bıraktı.

Emekçi sol hareket içinse, Erdoğan iktidarına son vermek adına ve ne pahasına olursa olsun Kılıçdaroğlu'nu destekleme siyaseti, ezilenlerin faşizme karşı örgütlenmesini ve mücadelesini büyütmeye hizmet etmediği gibi, halkçı demokratik ittifakın oy sayısını koruyup yükseltme başarısı da sağlamadı. Politik dikkati faşizme karşı üçüncü cephede birleşmeye ve antifaşist birleşik direnişi geliştirmeye odaklamak yerine Kılıçdaroğlu'nun sandıktan önde çıkmasını sağlamaya odaklamak, hele de Kılıçdaroğlu'nun faşist kayyum politikasını sürdürme taahhütnamesine attığı imzayı bile "bu seçim diktatörlük ile demokrasi arasında bir referandumdur" gerekçesiyle sineye çekmek üçüncü cephenin silikleşmesinden, ezilenlerin potansiyel direniş enerjisinin boşa harcanmasından başka bir işe yaramadı.

Peki şimdi, seçimden sonra ne olacak?

Halklarımızın özgürlük mücadelesinin önünde şimdi daha zorlu bir dönemin uzandığına şüphe yok. Balkon konuşmasında Erdoğan'ın Selahattin Demirtaş için idam sloganları attırması bu gerçeği en berrak şekilde ortaya koydu.

Faşist şef Erdoğan söz, basın, toplantı, gösteri ve örgütlenme haklarını gasp etmeye, inkarcı sömürgeci zulmü artırmaya, işgalci saldırganlığı yaymaya, ataerkil tahakkümü derinleştirmeye, politik İslamcı zorlamayı hızlandırmaya, iş gücünün yağmalanmasını boyutlandırmaya devam edecek. Burjuva muhalefet yine umut tacirliği yapmanın, emekçilerin ve ezilenlerin faşist saray rejiminden kurtulma arzusunu sömürmenin yoluna bakacak. Emekçi sol hareketin parlamentarizm ve legalizm çerçevesini aşmamaya yeminli bölümü artık iyice budanan faşist yasallığa, burjuva meclis ile sandık arasındaki o dar alana sıkışmakta yine beis görmeyecek.

Fakat hepsi bu değil!

Faşist şeflik rejimine karşı kararlıca ve fedakarca mücadele eden, Erdoğan diktatörlüğünden kurtulmanın hakiki yolunu gösterip döşeyen devrimciler var. Onca faşist teröre, tehdide, şantaja, esarete ve katliama rağmen halkçı demokratik cephenin arkasında durmakta ısrar eden milyonlar var. Erdoğan'a toplumsal desteğin henüz çözülmemiş olsa bile ciddi ölçüde aşınmasında, toplumun yarısının Erdoğan'ın başkanlığını meşru kabul etmemesinde, Türkiye'nin politik mücadele merkezleri olan büyük sanayi kentlerinde çoğunluğun Erdoğan'ı desteklememesinde, Kuzey Kürdistan'da halkın düpedüz "Erdoğan defol!" demesinde ifadesini bulan potansiyel mücadele imkanları var. Zengin-yoksul, sömüren-sömürülen, ezen-ezilen, faşizm-özgürlük çelişkilerinin hükmünü icra etmeyi sürdüreceği, emekçi mahallelerinde, işçi havzalarında, okullarda, sokaklarda, meydanlarda yeni mücadelelerin yeşermesini kaçınılmaz kılacağı bir güncel siyasal ve toplumsal gerçeklik var.

Demektir ki, sandıktaki sonuç Erdoğan'ın yenilmezliğine değil, Erdoğan'ı yenmek için emekçilerin ve ezilenlerin daha güçlü örgütlenmesinin ve daha güçlü mücadelesinin şart olduğuna işaret ediyor.

Bugün Gezi-Haziran ayaklanmasının patlak verişinin 10. yıl dönümündeyiz. Tam 10 yıl önceki o büyük halk isyanı Erdoğan'ın pekala yenilgiye uğratılabileceğini, bunu başaracak antifaşist kuvvetin ve kudretin bu topraklarda mevcut olduğunu göstermişti, hem de en elle tutulur biçimleriyle.

Faşist şeflik rejimini alaşağı edecek olan, tıpkı 2013'ün Haziran günlerinde gördüğümüz gibi, emekçilerin ve ezilenlerin yeniden ayağa kalkışıdır. Buna öncülük etmenin tek yoluysa, halklarımızın özgürlük arayışını biçare seçim sandığına kilitlemenin ve restorasyoncu burjuva muhalefetten beklentiye sokmanın aksine, faşizme karşı direniş ateşlerini çoğaltmak, emekçilerin ve ezilenlerin devrimci-demokratik örgütlenmesini büyütmek, antifaşist özsavunma pratiklerine girişmek, üçüncü cepheyi siyaseten misliyle iradeleştirmektir.

*Baran Günebakan'ın Birleşik Mücadele Güçleri sitesinde yer alan yazısına buradan ulaşabilirsiniz.