29 Mart 2024 Cuma

Savaş partisinin gelişiminin diyalektiği

Her muharebeden sonra öncü kendisini yeni tarzda ve yeni sahalarda örgütleyerek bu tasfiyeci saldırıları kırmış, güçlenerek çıkmıştır. Elbette tüm bu dönemlerde değişik türden tahribatlar yaşanmış, kimi mücadele alanları kaybedilmiş, umutsuzluğa ve yılgınlığa kapılanlar safları terk etmiştir. Bunlar asla göz ardı edilemez ve küçümsenemez. Bu da gelişimin, mücadelenin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Yanı sıra her dönemin değişen kendine özgü sorun ve ihtiyaçları da söz konusudur. Ancak tek bir şey değişmemiştir: Sömürgeci faşist diktatörlüğü devirmek yoluyla halklarımıza özgür ve sosyalist bir coğrafyayı armağan etme amacı! Aslolan ve öncünün gelişimini yöneten esas unsur daima işte bu amaca bağlılık olmuştur.

Öncünün kuruluş tarihi olan 10 Eylül için bu kez tersten bir okuma yapalım ve bu tarihin karşı devrim için ne anlama geldiğine bakalım.

Emekçi sol hareketin bir tür çocukluk hastalığı da denilebilecek egosantrizm ve yanı sıra dar grupçuluk, bu topraklarda köhnemiş rejimin ayakta kalmasının objektif güç kaynaklarından biri olageldi. Dağınıklık ve parçalılıktan güç alan karşı devrim dolayısıyla birlik ve birleşik hareketi daima stratejik bir tehdit olarak gördü. 10 Eylül ve Birlik Devrimi ise tam da bu stratejik tehdidin öznesi olarak tarih sahnesine çıktı. Bir yandan komünistlerin birliği cisimleşti, batıda emekçi sol hareketin odağı oldu, diğer yandan Türkiye ve Kürdistan halklarının birleşik mücadelesi somut bir program ve strateji haline geldi. Öncünün politik mücadele sekansı, birleşik devrimi "uzak bir hayal" olmaktan çıkardı, uygulanabilir bir stratejinin ve taktik planların konusu haline getirdi. Tam olarak bundan dolayıdır ki, 10 Eylül, özgün tanımıyla Birlik Devrimi, karşı devrim cephesinin ağır bir travmasıdır.

Hangi sebeple gelişirse gelişsin, nasıl bir dayanak bulunursa bulunsun, öncüye dönük tüm saldırılar, işte bu travmadan çıkmanın, tarihsel korkusunu bastırmanın çaba ve arayışıdır. Birlik Devrimi ve açığa çıkan devrim stratejisi, karşı devrimin bilincine öyle kazınmıştır ki, öncüyle mücadeleyi adeta bir tür hesaplaşmaya çevirmiş ve bunu her Eylül'de öncüye saldırmanın gerekçesi haline getirmiştir. Çeyrek asırlık tarihin ağırlıklı bir kısmında bu travmatik hesaplaşma gayesinin izleklerini bulmak mümkün. 2020 yılında da bu tablo değişmedi.

Güncel olarak tanık olduğumuz son saldırı dalgasını da bu perspektiften ele almak gerekiyor. Karşı devrim, şu ya da bu gerekçeye dayanarak devrimin öncü güçlerini ezmeyi, esaret yoluyla yıldırmayı, güvensizliğe, umutsuzluğa ve karamsarlığa sevk ederek dağılmayı, bu yolla Türkiye ve Kürdistan birleşik devriminin önde gelen öznelerinden birini tasfiye etmeyi arzulamaktadır. Başlatılan bu saldırı dalgası da aynı tarihsel hesaplaşmanın yansımasıdır.

Ne var ki, hem Türkiye ve Kürdistan'daki devrimci mücadelenin deneyimleri bakımından hem de öncünün 26 yıllık tarihi bakımından ele alındığında yeni saldırı dalgası öncü için bir orijinallik taşımamaktadır. Saldırı nasıl ve nereden gelirse gelsin, sınıf mücadelesinin diyalektik gelişiminin bilinciyle, nihai amaca olan bağlılıkla, öncünün mevcut ve potansiyel gücüne olan güvenle, politik-örgütsel önderlik tarzıyla, yoldaşlıkla, politik çalışmada ısrarla ve devrimci dayanışmayla karşılandı, karşılanacaktır. Saldırıya karşı daha ilk anda boy veren ve birleşiklikle karakterize olan devrimci tutum, fiziksel kayıplara rağmen politik-ideolojik bir kazanım olarak kayda geçmiştir. Şimdi hem bu kazanımı büyütmek hem de bu yolla olası yeni saldırı dalgalarına hazırlanmak komünist militanların görevidir. Durum yeterince anlaşılır ve açıktır. Süreci öncünün lehine çevirmek ve saldırı dalgasını kırmak için öncünün tarihsel deneyimlerini analiz etmek ve buradan hareketle politik-örgütsel görevler çıkarmak gerekiyor.

Peki, deneyimler bize neyi anlatıyor?

Öncünün tarihinin tüm gelişim yolu, her türlü zorluğa ve karşı devrimin saldırılarına rağmen kendisine yeniden ve önceki dönemi daha ileri düzeyde aşan bir hareket alanı açmasıyla belirlenmiştir. Bu gelişmenin diyalektiği olduğu kadar öncünün kendi gelişimini yönetmedeki iradi tutumudur. Bizatihi Birlik Devrimi bunun ilk büyük örneğidir. Öncü, uluslararası tasfiyeci dalgaya karşı kendisine yeni ve daha büyük bir mücadele alanı açmıştır. ‘94-‘96 atılım sürecini yaratan iş de bu iradi tutumdur. Burjuvazinin saldırganlığına karşı Gazi ayaklanması, kayıplar kampanyası, üniversiteli gençlik mücadelesi ve ‘96 1 Mayıs'ı dönemin açılan ve öncüyü geniş kitlelerle buluşturan hareket alanları olmuştur.

1998-2001 döneminin tasfiyeci saldırı dalgasına karşı da tutum aynıdır. Birlik Devrimi'yle ortaya konulan amaçlarına sıkı sıkıya bağlılıkla, bölgesel devrim stratejisi ve enternasyonal alan mücadelesiyle, belirli bir andan itibaren milyonlara ulaşan geniş politik ajitasyon çalışmasının ve kampanyaların örgütlenmesiyle, mücadelenin her türlü özgün araç ve biçimini kullanma kabiliyeti kazanmasıyla öncü, kendisine yeni bir hareket sahası açmış ve yeni düzeyde örgütlenmeyi başarmıştır.

2006 Eylül'ünün saldırı dalgası ise karşı devrimin öncüyle hesaplaşmasının en kritik anıdır. Bu saldırıyı da sokakta karşılayan öncü, kendi güçlerini yeniden derleyip toparlamış, süreç içinde örgütsel düzenlemesini ve savaş düzeyini tarihinin en ileri aşamasına taşımıştır. Hiç şüphesiz, 2006 tasfiyeci saldırılarına karşı bütün zorluklar içerisinde yeni ve daha ileri düzeyde hareket alanı yaratmanın cisimleştiği süreç ise bölgesel devrimimizin odak noktası olan Rojava devrimidir. Öncü, Rojava devrimini karşı devrimle hesaplaşmanın yeni bir mücadele alanına dönüştürmüş, devrimin gelişimi içerisinde etki alanlarını büyütmüş, yeni cepheler açmış, Rojava devrimini Gezi başkaldırısıyla buluşturmuş, birleşik cephenin yeni tipteki siyasal örgütlerinin inşa edilmesinde özneleşmiş ve elde edilen siyasal kazanımlarda önemli bir güç olmuştur.

Suruç katliamı, 2017-2018'e yayılan faşist OHAL terörü ve bugünkü saldırı dalgası da işte öncünün ulaştığı bu eşikten gerilere düşürülmesi ve tasfiyeciliğin kuyusuna itilmesi çabasıdır.

Dikkat edilirse her muharebeden sonra öncü kendisini yeni tarzda ve yeni sahalarda örgütleyerek bu tasfiyeci saldırıları kırmış, güçlenerek çıkmıştır. Elbette tüm bu dönemlerde değişik türden tahribatlar yaşanmış, kimi mücadele alanları kaybedilmiş, umutsuzluğa ve yılgınlığa kapılanlar safları terk etmiştir. Bunlar asla göz ardı edilemez ve küçümsenemez. Bu da gelişimin, mücadelenin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Yanı sıra her dönemin değişen kendine özgü sorun ve ihtiyaçları da söz konusudur. Ancak tek bir şey değişmemiştir: Sömürgeci faşist diktatörlüğü devirmek yoluyla halklarımıza özgür ve sosyalist bir coğrafyayı armağan etme amacı! Aslolan ve öncünün gelişimini yöneten esas unsur daima işte bu amaca bağlılık olmuştur.

Devrimimizin öncü kadro ve güçleri işte bu deneyime yaslanarak karşı devrimin yeni saldırı dalgalarını kırmayı başaracaklardır. Her şeyden önce bu tip süreçlerde boy veren yılgınlığı aşılayan, mücadeleden uzaklaşmayı, öncünün taktik ve stratejisini olumsuzlamayı hedefleyen, kararsızlık ve karamsarlığı öğütleyen posası çıkmış fikirlerle cepheden mücadele edilmelidir. Saldırılarla umut kırımı yaratılmak istenmektedir. Ancak öncünün ulaştığı düzey bu türden bir umut kırımının önünü alacak düzeye çoktan ulaşmıştır. Bu özgüvene sahibiz.

Her bir komünist militan, savaş partisi gerçeğinden bakarak saldırıları, saldırıya kaynaklık eden durumu analiz etmelidir. Bu bir savaş halidir ve bu olgu içerisinde sayısız olayı, başarı ve başarısızlıkları, yengi ve yenilgileri barındırır. Savaş zamanında olduğunu bilmek ve buna uygun davranmak, düşünsel ve duygusal dünyayı bu gerçeğe ayarlamak, nerede olunursa olsun günlük mücadele tarzını savaş partisi gerçeğine göre uyarlamak, hata ve eksikleri hızla telafi etmek komünist militan için günün vazgeçilmez ideolojik görevidir. Keza, savaş zamanında boşalan yerleri hızla doldurmak, deneyimsiz güçleri doğrudan çarpışma anları içinde eğitmek, yeni güçleri yeni görevlerle buluşturmak, yanı sıra bütün kuvvetleri saldırının kendisine değil, tam tersine devrimci gelişimin örgütsel hedeflerine odaklanmak ve bu hedeflere yöneltmek faşist saldırı dalgasını kırmanın yegâne yoludur. Bunun ilk adımı ise planlanmış politik kampanya ve faaliyetlerin yeni türden zorluklara rağmen yürütülmesi, politik ajitasyonun geliştirilmesi, hem kendi güçlerine hem de birleşik güce yaslanarak faaliyetlerin sürekliliğinin sağlanmasıdır.

Açıktır ki, izlenecek hat sömürü düzeni ve faşist rejim var oldukça önümüzde duran ve bilinen görevlere sıkı sıkıya sarılmaktır. İlk anda bu yönelime girmek öncüye dönük saldırılara karşı başlı başına ilk barikatı kurmaktır.

Şüphesiz bu türden tasfiyeci saldırıların aynı zamanda hem birleşik mücadelenin öznelerine hem de toplumsal hareketin farklı türden dinamiklerine de mesaj verdiğini bilmeliyiz. Saldırı komünist öncüye olduğu kadar onun dost devrimci, demokratik ittifak güçlerinedir de. En başta söylediğimiz olgudan hareketle, birleşik devrimi hedefleyen öncüye dönük saldırı doğası gereği birleşik mücadeleyedir. Faşist saldırı dalgasının başladığı ilk andan itibaren emekçi sol hareketin hemen tüm bölükleri ve birleşik güçlerin saldırıya karşı öncü etrafındaki konumlanışları, dayanışmaya ve teşhire dönük açıklamaları ilerici, devrimci tüm öznelerin de saldırıyı bu pencereden gördüğünü ortaya koyuyor. Bu hat büyütülmeli, yeni saldırı dalgalarına karşı faşizme karşı birleşik temelde mücadelenin biçimleri bulunmalıdır. Yanı sıra toplumsal hareketin farklı türden güçlerini görmek ve bu hareketlerle temas noktalarını çoğaltmak da aynı görüş açısıyla başarılmalıdır. 

Eylül, komünist öncü için de karşı devrim için de tarihsel bir anlam taşımaktadır. Her Eylül’de yaptığı gibi bizi yeni bir savaşıma davet etmektedir diktatörlük. Hay hay! Travma ve korkularından kurtulamayacaklar. Geride kalan yıllarda olduğu gibi bir kez daha kahrolacaklar! Bu uğurda ölümsüzlüğe yürüyenlerimize ve zindanlardaki baş eğmez tutsaklara verdiğimiz sözdür bu.

* Atılım Gazetesi’nin 18 Mayıs 2020 tarihli 444. sayı başyazısıdır.