21 Kasım 2024 Perşembe

Papaz krizi büyük krizin göstergesidir

Ulusalcı-ırkçı ve milliyetçi eğilimlerin ABD karşıtlığı, antiemperyalist içerikten tümüyle yoksundur. AKP, ABD karşısında ne kadar antiemperyalistse ulusalcı faşistler de o kadar antiemperyalisttir. İçi boştur; dahası sahtedir. Çünkü emperyalizme karşı olmak, emperyalist mali sermaye egemenliğinin tüm biçimlerine karşı tutum almayı gerektirir. Emperyalizme karşı olmak, kendi ülkelerinin işbirlikçi kapitalistlerine karşı olmayı gerektirir.
AKP'nin dış politikayı rehin alma hamleleri ile yürütmeye çalışması ABD'nin yaptırım kararı ile krize dönmüş durumda. Doların yükselişi karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan "Onların Doları varsa bizim de Allah'ımız var" dese de bu söylemler kurun yükselişini engellemiyor.
 
Atılım Gazetesi'nin bu haftaki Gündem yazısı ABD ile yaşanan krizi ve bu krizin sahte antiemperyalizm söylemleri ile atlatılamayacağını yazıyor. 
 
Atılım Gazetesi'nin Gündem yazısı şöyle:
 
Şantaj, rehin alma ve tehdit, politik İslamcı faşist diktatörlüğün diplomasi faaliyetlerini tanımlayan özellikler haline geldi. Almanya vatandaşlarını rehin al, karşılığında silah anlaşmaları yap. Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırmak için Rusya ile flört ederek cihatçı çeteleri kolla. Fransız gazeteciyi tutukla, Macron'dan taviz kopart. Amerikan vatandaşı papazı rehin al, karşılığında "Papaz" iste. O da olmazsa, ABD'de tutuklu Halkbank Müdür Yardımcısı Hakan Atilla ile takas yap. Bu liste uzatılabilir. İç politikayı tehdit ve şantaj, faşist zor, komplo ve "kaos" politikası ile yönetme çizgisi dış politikada da bu şekilde yansımalarını buluyor. Bu durum, politik İslamcı faşist şefin uluslararası emperyalist güç odakları ile ilişkilerde elinin pek rahat olmadığını gösteriyor. Bizzat halklarımızın kanını döken, kan kusturan diktatörün suçlarının kabarık olması bunun temel nedenleri arasında yer alıyor. Sıkışan Erdoğan, kim olursa olsun saldırıyor. Uluslararası arenada ve içte sıkışmış, manevra kabiliyeti önemli ölçüde daralmış durumda. En küçük sorunda bile esneme yeteneği gösteremiyor.
 
ABD emperyalizmi ile Türkiye arasında yaşanan gerilim kuşkusuz yeni değil. Bu gerilimin birden çok nedeni var. 
Dünya eski dünya değil. Güç dengeleri ve ittifaklar sarsılıyor, dengeler yerinden oynamaya başladı. ABD emperyalizmi artık dünyanın tek jandarması değil, jandarma sayısı arttı. AB eskisi gibi ABD şemsiyesinde hareket etmek istemiyor. Rusya ve Çin yeni jandarmalar olarak boy veriyor. Gerilemiş olmasına karşın askeri ve mali olarak ABD emperyalizmi halen en güçlü emperyalist devlet. ABD emperyalizmi, gerileyen konumunu durdurmak, eski ve güçlü konumunu sürdürebilmek için faşist Trump yönetimi altında agresif bir politika izliyor. Trump, İran'la nükleer anlaşmadan çekildiğini açıklıyor. Rusya ile özellikle Ortadoğu ekseninde çatışma-uzlaşma çizgisi izliyor. İsrail faşistlerine sınırsız destek sunuyor. Kah İran'ı kah Çin'i tehdit ediyor. Trump, uluslararası hegemonyasını yeniden oluşturmak için saldırgan ve haydutça tutumlar geliştiriyor.
 
Yaşanan gerilime rağmen, Türkiye ile ABD emperyalizmi arasında stratejik işbirliği anlaşması halen yürürlükte. Türkiye NATO sistemine halen bağlı. Fakat politik İslamcı faşist rejim ile ABD arasındaki ilişkiler eski istikrar ve verimliliğinden çok uzak. Bu, rejimin uluslararası mali sermayenin sömürgesi olarak emperyalizmin desteği ile ayakta kaldığı gerçeğini değiştirmiyor. Fakat, Türk işbirlikçi sermaye oligarşisi, emperyalistler arasındaki rekabet çelişkilerini ve ilişkileri gözeterek kendi çıkarları ekseninde oynak diplomasi ve güç ilişkilerine giriyor. Avrasya stratejisine göz kırpması bu yüzden. ABD'den yüz bulamayınca Çin'e ve Rusya'ya koşmak, Türk burjuvazisinin işbirlikçi karakterinde var. Daha önce de benzer tutumlar sergilendi. 
 
Son gelişmelerle birlikte politik İslamcı faşist rejimin şimdiye kadar söylediği, "Bizde mahkemeler bağımsızdır" sözünün hiçbir geçerliliği olmadığını tüm dünya gördü. Hukuk ve adalet sistemi, Saray'ın emir ve görüşleri doğrultusunda işliyor. Bunun inkar edilecek bir tarafı kalmadı artık. İçte HDP eski eşbaşkanlarını, milletvekillerini, belediye eşbaşkanlarını rehin alan AKP iktidarı, rehine politikasını dış politikada da şantaj aracı olarak kullanıyor. Açık ki hukuk, Saray'ın elinde şantaj aracına dönüşmüştür.
 
Sahibine göre kişneyen bir medyanın varlığı Saray için bulunmaz nimettir. Bir anda ABD karşıtlığını emperyalizm karşıtlığı olarak gösterip kitleleri yedeklemenin aracı haline getirebiliyor. Saray, bir taşla iki kuş vurmak istiyor. Önce emperyalizm ve ABD karşıtlığını manüple ederek bu eksende kitleleri kendisine yedekliyor. İkinci olarak da, dövizin yükselmesini ve mali krizin nedenini ABD'yle yaşanan gerilime bağlayarak, kitleleri çıkarları doğrultusunda ekonomik seferberliğe katmaya çalışıyor. Yaşanan mali krizin gerçek nedenlerini gizliyor. 
 
Saray rejiminin, ABD ile yaşanan gerilimi antiemperyalizm olarak pazarlamasına ırkçı-ulusalcı faşistlerin çanak tutan yaklaşımı ve desteği görmezden gelinemez. Bir kısmının Avrasya eksenine dümen kırdığı bu kesimler, halktaki ABD karşıtlığını AKP desteğine dönüştürmede birbirleriyle yarışıyorlar. ABD'ye karşı hepsi AKP ve Saray'ın arkasında "milli çıkarlar" adına destek vererek saf tutuyorlar. ABD ile ilişkilerin kesilmesini istiyorlar. Fakat bu güçler, Türkiye'nin emperyalizmin mali-siyasi hegemonyasından çıkmasına, kapitalizmin yıkılmasına ve özgürlüğü kazanmaya karşı başı çekiyorlar. Bunlar, ABD ile ilişkiler kesilerek Rusya, Çin gibi diğer bir emperyalist ülkeye bağlanmayı istiyorlar. Antiemperyalizm konusunda tam bir ikiyüzlülükle Saray devletini ve kendi işbirlikçi burjuvalarının çıkarlarını savunduklarını gizlemeye çalışıyorlar. 
 
Bazıları görünüşte Saray'a karşılar; fakat "milli çıkar" söz konusu olduğunda Saray'a destek vermekte aralarında yarışıyorlar. Bunun en tipik örneği CHP'nin tutumudur. Kılıçdaroğlu, Saray devletinin ve çıkarlarını savunmayı ABD'ye karşı tutum olarak yansıtmakla kalmadı; aynı zamanda kitleler nezdinde Saray'a meşruiyet kazandırdı.
 
Ulusalcı-ırkçı ve milliyetçi eğilimlerin ABD karşıtlığı, antiemperyalist içerikten tümüyle yoksundur. AKP, ABD karşısında ne kadar antiemperyalistse ulusalcı faşistler de o kadar antiemperyalisttir. İçi boştur; dahası sahtedir. Çünkü emperyalizme karşı olmak, emperyalist mali sermaye egemenliğinin tüm biçimlerine karşı tutum almayı gerektirir.  Emperyalizme karşı olmak, kendi ülkelerinin işbirlikçi kapitalistlerine karşı olmayı gerektirir. Antikapitalizmi içermeyen kuru bir emperyalizm karşıtlığı kendi burjuvalarının vagonuna bağlanmaktan kurtulamaz. Bu nedenle, emperyalizme karşı tutum, siyasal özgürlük için faşizme karşı mücadeleyi içerir. Ve bu nedenle ulusalcıların tariflediği gibi "bağımsızlıkçı" değil, özgürlükçüdür.
 
Politik İslamcı faşist diktatörlüğü yıkmak için sürdürülen mücadele, aynı zamanda emperyalizme karşı mücadeledir. Türk işbirlikçi tekelci burjuvazinin ve politik İslamcı sermayenin devleti, emperyalizmin öz çocuğudur. Faşizmin destekçisi ve onu ayakta tutan da emperyalist mali sermaye ve tekellerdir. Bu nedenle emperyalizme karşı mücadele, aynı zamanda politik özgürlüklerin kazanılması mücadelesidir. Sosyalistler, mali sömürgeci hegemonyayı ortadan kaldırmak istedikleri için iç tutarlılığa sahiptirler. İşte bu yüzden gerçek antiemperyalistler, sosyalistler ve devrimcilerdir.