21 Aralık 2024 Cumartesi

Özdek: Canımızı yakan polis şiddeti değil sesimizin duyulmayışı

Trendyol'un Esenyurt deposunda sendikal faaliyet yürüttüğü için işten atılan PTT-Sen İşyeri Temsilcisi Emre Özdek, nasıl sendikal faaliyete başladıklarını, işten çıkarmaları, direniş sürecini, sendikal mücadeleye dönük baskı ve engellemeleri anlattı. Sermaye-polis-sarı sendika işbirliğine dikkat çeken Özdek, "Bizim canımızı yakan orada gördüğümüz şiddet değil, bizim canımızı yakan orada 29 gündür direnen biz direnişçilerin sesini ne sanat camiasından, ne siyasilerden, ne de toplumun ufak bir kesimi dışında hiç kimse tarafından görülmeyişi ve duyulmayışı" ifadelerini kullandı.

Esenyurt'ta bulunan Trendyol deposunda ağır çalışma koşulları, baskı, mobbing, hukuksuz iş sözleşmeleri, taciz ve hak gasplarına karşı PTT-Sen ve DGD-Sen'e üye olan ve bu nedenle işten çıkarılan işçilerin depo önündeki direnişi bir ayı tamamlamak üzere. Bir aydır depo önünü, Trendyol Genel Merkezini ve Trendyol'la anlaşma yapan pek çok yeri eylem alanına çeviren işçiler, işten atılırken kullanılan 25/2 kodunun kaldırılmasını, işe iadelerini ve tazminatlarını istiyor.

İki yıldır Trendyol'da çalışan ve işten atılan ilk işçilerden biri olan 34 yaşındaki PTT-Sen İşyeri Temsilcisi Emre Özdek'le çalışma koşullarını, sendikal örgütlenme sürecini, direnişin önüne çıkarılmak istenen engelleri, sendikalaşma hakkına nasıl sahip çıkılabileceğini konuştuk.

'BASKI VE MOBBİNG BAŞLADIĞI ANDA İŞÇİLERLE YAN YANA GELMEYE BAŞLADIK'

Merhabalar. Öncelikle bize işyerindeki çalışma koşullarını ve sendikalaşma sürecinin nasıl geliştiğini anlatabilir misiniz?
İsmim Emre Özdek, 34 yaşındayım. 2 yıldır da Trendyol'da çalışan ve 25/2'den atılan ilk işçilerden biri benim. Ben 2 yıl önce ilk işe girdiğimde çok güzel bir çalışma ortamı vardı. Güzelliği şuradan geliyordu: Yabancı sermaye Türkiye piyasasına daha yeni yeni girmiş ve piyasada tutunabilmek için çalışanlarına çok güzel haklar tanıyan, piyasaya göre de piyasanın bir tık üstünde maaş veren, işçisinin düşüncelerine değer veren bir firmaydı. Ama bütün Türkiye'ye gelen yabancı sermayelerin yaptığı gibi bu insanlara sunulan fırsat göz boyamaydı. Bu süreç bitip içeride parayla, haklarla sağladığı hiyerarşiyi artık baskıyla, mobbingle sağlamaya başladığı anda, haklarımızın gasp edilişini görmeye başladığımız anda çalışma hayatımızı, içerideki haklarımızı garanti altına almak için işçilerle bir araya gelerek bu konuyla ilgili toplantılar yapmaya başladık. Toplantının amacı haklarımızı nasıl garanti altına alırız, kendimizi içerideki mobbinge, baskıya karşı nasıl garantiye alır, bunların karşısında nasıl bir dik duruş, ortak duruş sergileyebiliriz bunun üzerineydi.

'İLK İŞTEN ÇIKARILAN SENDİKA TEMSİLCİSİ BEN OLDUM'
Bu süreç içerisinde PTT-Sen ve DGD-Sen'le tanıştık. Bu tanışma da bizi içeride sendikal örgütlenmeye kadar götürdü. Ben depo içerisinde PTT-Sen'in sendika temsilcisiydim. İçeride keyfi tutanaklarla insanların paraları, çalışmaları, işleri tehlike altına girmeye başlayınca biz içerideki sendikal örgütlenmeye hız vermeye başladık. Tabi içerideki bu mücadelenin ister istemez bir yerde yöneticiler tarafından duyulması kaçınılmaz. Bundan sonra bizim içerideki çalışmalarımıza tutulan tutanak, mobbing had safhaya çıkmaya başladı. Keyfi tutanaklarla paralarımız kesilmeye başladı, işten çıkarılan arkadaşlarımız oldu. Biz bu süreçte artık PTT-Sen'le sendikal faaliyeti hızlandırdığımızda ilk olarak beni 25/2'den çıkardılar, farklı bahanelerle, yalanlarla, keyfi tutanaklarla işten ilk çıkarılan sendika temsilcisi ben oldum.

'SENDİKADAN ÖYLE KORKUYORLAR Kİ BİZE SELAM VERENLER İŞTEN ÇIKARILIYOR'
İşten çıkarıldıktan hemen sonra kapı önünde bir uyarı eylemi yapmaya geldik. Bir basın açıklaması yaptık ve bu basın açıklamasından sonra bizim sosyal medyada kullandığımız görüntüleri beğenen içerideki arkadaşlarımız, benimle arkadaşlığı olan 54 kişi benim işten çıkarılmamdan sonraki hafta cuma günü, bir günde işten çıkarıldı, tazminatsız olarak. Arkadaşlara bir teklif sunuldu: "Size isterseniz tazminatlarınızı verelim çıkın gidin, isterseniz sizi Tuzla'da karşıdaki depoya gönderelim." Burada çalıştığı şartların daha aşağısında çalışmak için mecburi olarak işten çıkmaya ikna etmek amacıyla böyle bir anlaşma sunuldu. Kabul eden arkadaşlar oldu tazminatlarını alıp gittiler, kabul etmeyen arkadaşlarla zaten şu an deponun önünde eylemimize devam ediyoruz. Süreç aslında böyle başladı, bu şekilde devam ediyor. İçeriden bize destekler aynı şekilde devam ediyor ama sendikadan o kadar korkuyorlar ki içeride bize selam dahi veren arkadaşlar ertesi gün işten çıkarılıyor. Bizimle sohbeti, muhabbeti olan arkadaşlar işten çıkarılıyor. İşten çıkarılma aynı hızıyla devam ediyor. Bugün 20 kişiyi çıkartıyor ertesi gün 50 kişiyi alıyor, Trendyol'daki çalışma şartları bu.

'HAKKINI ARAYANLARA REVA GÖRÜLEN HER YERDE AYNI'

Geçtiğimiz günlerde Trendyol Genel Merkezi önünde yoğun bir polis saldırısıyla karşı karşıya kaldınız. Son dönemde pek çok kentte direnen işçilerin patron ve polis işbirliğiyle saldırıya uğradığına, engellenmek istendiğine tanıklık ediyoruz, Agrobay işçilerinin direnişi de bu duruma örneklerden birisi. Yaşananları ve direnen işçilere dönük artan polis saldırısını ve uygulanan şiddeti nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye'de haklarını aramak isteyen, buna cesaret eden insanlara reva görülen sistem her yerde aynı. Bize uygulanan şiddet sadece Trendyol işçilerine özel bir şey değil, Türkiye'nin her tarafında kim kafasını kaldırıp hakkını aramak istiyorsa buna maruz kalıyor. Agrobay'daki annelerimiz, yani 50 yaşında, 60 yaşında insanların 18 sene boyunca 40-50 derece sıcakta çalıştırılarak 25/2'den işten atıldıktan sonra haklarını aramak istediklerinde bize uygulanan şiddetin aynısı, belki daha fazlası onlara uygulandı. Kadınlara ilişkin sürekli Türkiye'de bir gündem var, kadınlara şiddeti, kadınlara reva görülen uygulamaları anlatan birçok haber izliyoruz. Her gün kadın cinayetlerini izliyoruz. Her gün sanat camiasından siyasilere kadar herkes sözde bu konuyu ele almış, desteklerini sunuyorlar. Ama biz daha Agrobay'daki kadınlara uygulanan şiddetin hesabını soran, onlara destek açıklaması yapan ne bir sanatçı, ne bir siyasetçi gördük.

'HAK ARAYAN İNSANLARDAN NE KADAR KORKTUKLARINI BİR KEZ DAHA GÖRDÜK'
Bizim Trendyol merkezi önündeki eylemimiz de, 24 gün depo önündeydik. Sadece 5 dakika derdimizi, taleplerimizi dinleyebilecek bir sorumlu aradık. İşin komik yanı koskoca Trendyol'da bizimle diyalog kurabilecek bir tane yetkili olmadığını söylediler. Artık diyalog yollarımız tıkanınca, bizi duymamakta ısrar edilince dedik ki heralde genel merkezde bizimle 5 dakika konuşabilecek yetkili birisini bulabiliriz, sesimizi duyurabiliriz. Genel merkez önüne gittik, genel merkez önüne giderken zaten aramızda 18 yaşında arkadaşlarımız var, uzun süredir çalışmak zorunda olan, evine bakmak zorunda olan arkadaşlarımız var. Bizim zaten direniş ekibindeki arkadaşlarımızın yaş ortalaması 18-27, en yaşlısı 34 yaşında benim. Arkadaşlarımızın talepleri makul talepler, bu talepleri dinleyebilecek, karşılayabilecek bir sorumlu aramak için genel merkez önüne gittik ve oradaki güvenliğe gidip gayet sakin bir şekilde talebimizi dile getirdik. Güvenlik bizim ne amaçla geldiğimizi duyar duymaz bir korkuya kapıldı, saldırıya geçmeye çalıştı. Kameralar kapattırıldı, bizi hemen merkezin girişinin kapısının önüne koydular ve kapıları kilitleyip içeriye giriş çıkışı tamamen kapattılar. Resmen vebalı, virüslü muamelesi görerek kapıları üzerimize kapatıp girişleri iptal ettiler, kendi çalışanlarının bile girişlerini iptal ettiler. Sendikadan, hak isteyen insanlardan ne derece korktuklarını biz orada tekrar görmüş olduk. Biz de bir muhatap bulana, taleplerimizi dile getirene kadar kapı önünde oturup oradan kalkmayacağımızı söyledik. Bunun üzerine yarım saat bile geçmeden 4 otobüs çevik kuvvet geldi, bütün şubelerden kimi buldularsa çağırmışlar. Heralde bizim orayı havaya uçuracağımızı, yakacağımızı yıkacağımızı sanmışlar ama 14 işçi, gayet anayasal hakları olan sendikal haklarını, tazminatlarını aramak için makul bir şekilde gidip görüşmek istediklerinde karşılaştığımız tablo 200'ün üzerinde polis.

'BİZİ MUHATAP ALMAYAN TRENDYOL BİZDEN ŞİKAYETÇİ OLACAĞINI SÖYLEDİ'
Aslında sermayenin sahiplerinin güçlerini göstermek için "Ne kadar çok polis getirirsek gözlerini o kadar korkuturuz" mantığıyla getirebildikleri kadar polis getirdiler ve biz orada sürekli olarak söyledik, dedik ki: "Biz burayı işgal etmeye gelmedik, biz buraya herkesin uymak zorunda olduğu anayasaya uygun taleplerimizi dile getirmek amacıyla geldik ve bu talepleri bir muhataba anlatmak istiyoruz."

Polis her yerde olduğu gibi bırakın bizi dinlemeyi, sermayenin polisleri oldukları için, sermayeye hizmet ettikleri için bize oradaki oturma eylemimizi hemen sonlandırmazsak gözaltına almakla tehdit edilmeye başlandık. Bu da yetmedi, bizi 5 dakika dinlemeyen, hiçbir yetkili olmadığı söylenen Trendyol'un bizim kapının önünde oturuşumuzun 20'nci dakikasında eğer oradan kalkmazsak şikayetçi olacağı yönünde bir tehditle karşılaştık ve bu bizi o kadar çok sinirlendirdi ki. 24 gün boyunca bize hiçbir şekilde geri dönüş yapmayan Trendyol kapısının önünde 20 dakika oturmamız üzerine bizden şikayetçi olacağını söyledi. Hakları gasp edilen biziz, 25/2'den işten atılan biziz, darp edilen biziz, polisle kafa kafaya getirilen biziz. Yasada bizim sendika üyeliğimizin hak olduğu söyleniyor, hatta ve hatta bizi sendikaya üye olduğumuz için işten çıkaran patronun şu anda tabi olduğumuz anayasaya göre 6 ayla 2 yıl arasında hapis cezası alması gerekiyor. Ama Türkiye'de bunun bir emsal örneği var mı, tabii ki yok.

'KATİL, VİRÜSLÜ MUAMELESİ GÖRDÜK'
Burada işçilere reva görülen, siz hakkınızı arayamazsınız, yasada size bir hak tanınmış olsa da bu tamamen göstermelik denmeye çalışıldı ve öyle de. Trendyol'un bizden şikayetçi olacağını duyduğumuzda garip bir hal oldu. Orada tepkimizi dile getirdik ve oradan kalkmayacağımızı söylediğimizde o 200'ün üzerinde polis bir anda üzerimize hücum etmeye başladı, kalkanlarla bizi duvar arasına sıkıştırıp darp ederek bir katilmiş gibi, virüslüymüşüz gibi bizi yaka paça ters kelepçeyle gözaltına alındık. Basına da hiçbir şekilde görüntü vermemek için basının da dövülüp uzaklaştırıldığını biliyoruz. Arkadaşımız Cihan basındandı, oradaki her anı kayıt altına alması gereken bir arkadaştı ama biz alınana kadar bir arabanın içerisinde hem dövülmüş, hem de görüntü alması engellenmişti. Buna rağmen kısa görüntüler alabilen başka basından bir arkadaşımızın da görüntülerde de görebileceğiniz gibi hemen kalkan koyulup görüntü alması engellenmişti. Polis şiddetini göstermemek, medyaya yansımasını önlemek amacıyla çok geniş çaplı bir önlem alınmıştı.

'CANIMIZI ASIL YAKAN SESİMİZİN DUYULMAYIŞI'
18 yaşındaki arkadaşımız darp edilerek, dövülerek gözaltına alındı. Sendika başkanımızın kolu çatlak. Umut arkadaşımızın boynu, kulağının dibi morarmış. Daha nice arkadaşımızın elinde, ayağında gözaltına alınırken darp edilmenin fotoğrafları net bir şekilde görülüyor. Dediğimiz gibi hakkını aramak isteyen herkese Türkiye'de reva görülen şiddet bu. Hakkını aramak isteyenlerin de önünü kesmek amacıyla, insanları korkutmak amacıyla şiddetin dozu her geçen gün arttırılarak devam ediyor. Ama bizim canımızı yakan orada gördüğümüz şiddet değil, bizim canımızı yakan orada 29 gündür direnen biz direnişçilerin sesini ne sanat camiasından, ne siyasilerden, ne de toplumun ufak bir kesimi dışında hiç kimse tarafından görülmeyişi ve duyulmayışı. Biz ısrarla sanat camiasından siyasilere kadar herkese seslendik ve seslenmeye devam ediyoruz ama hala ısrarla bizi duymamakta ısrar eden sanatçılar ve siyasiler var. Onların korkularını biliyoruz, aslında kimisi koltuk korkusundan kimisi de Trendyol'la yapmış olduğu o dev reklam anlaşmalarından korktukları için sponsorlarının bize uyguladığı şiddete sağır, kör ve dilsizi oynamaya, yani 3 maymunu oynamaya devam ediyorlar. Bunda da çok başarılılar. Dediğimiz gibi, sesimizi duyurana kadar devam edeceğiz, bugün çok güzel haberler aldık Bağımsız Maden İş sendikasının kazanımını duyduk. Çeşitli kazanım haberleri geliyor, biz de direnişimizi kazanana kadar sürdüreceğimizi kararlı bir şekilde buradan söylemiş olalım. Bizim için herhangi bir korku yok, daha kararlı, daha güçlü bir şekilde merkezin önüne gideceğimizi, kaldığımız yerden devam edeceğimizi, kazanana kadar devam edeceğimizi buradan herkese bildirmiş olalım.

'PATRONLAR İSTEDİKLERİ GİBİ AT KOŞTURABİLİYORLAR'

Son dönemde sendikalaşma hakkına dönük baskılar, işten çıkarma ve engellemeler derinleşerek hız kazandı. Sendikalaşma hakkına sahip çıkmak için nasıl bir mücadele hattı izlemek gerekiyor?
Türkiye'de sendikanın tarihi zaten çok eskilere dayanmıyor. Ülkemizde her zaman, her konuda olduğu gibi bazı konularda önlem almak yerine önce toplumun çok ciddi bir şekilde canının yanması gerekiyor. Sonra siyasiler buna göstermelik önlemler alıyor, haklar tanıyor ama bunlar tamamen göstermelik. Az önce söylediğim gibi, anayasaya bakarsanız sendika faaliyetleri, sendika üyeliği işçinin anayasal hakkı. Ama biz sendika faaliyetimizden dolayı bir patronun oturduğu ofiste bir tuşa basarak, keyfi bir sebeple, herhangi bir delil göstermeksizin 25/2'den işçileri atabiliyor, bunun önü açık. Siyasiler çok ciddi bir alan tanımışlar patronlara, istedikleri gibi at koşturabiliyorlar, işçiyi istedikleri gibi cezalandırabiliyorlar. İşçinin anayasal haklarından ziyade, çünkü bunlar hep göstermelik, elinde tek şey direnmek kalıyor. Yani işçinin direnmekten başka hiçbir çıkar yolu yok, anayasal haklarını talep etmek için direnmek zorunda kalıyor. Bağımsız Maden-İş sendikasında bir babanın çatıya çıkıp "Hakkımı istiyorum" diye bağırdığı bir memlekette insanların hakkını alabilmesi için neler yapmak zorunda kaldığının çok iyi örneklerini gördük.

'DİRENMEK İNSANIN EN ONURLU DURUŞUDUR'
Buradan bütün işçi arkadaşlara, emekçi arkadaşlara sesleniyoruz: Patronlar çok çabuk bir araya gelebiliyorlar, toplanabiliyorlar, kararlar aldırabiliyorlar ama biz işçi arkadaşlarla bir araya gelebilmek için çok ciddi emek vermek zorunda kalıyoruz. Haklarımız zaten çalınmış, gasp edilmiş. Bu haklarımızı alabilmek için bütün işçi arkadaşlarımıza sesleniyoruz. Sendika anayasal hakkımız. Direnmek zorunda olsak da bana göre bu bir insanın en onurlu, en gururlu duruşudur. Direnmek gerekiyor haklarımızı alabilmek için. Tarihte de bize şu anda tanınmış hakları alabilmek için direnen insanlar canlarıyla bunu ödemişler. Şimdi bize canlarıyla bedel ödeyip bu hakları tanıyan insanlara olan borcumuzu işçilerin bir araya gelerek, mücadele ederek ödemesinden başka bir çıkar yol yok.

'İŞÇİNİN MÜCADELESİ ZORLU AMA KAZANIMLARI DA BİR O KADAR TATLI'
Sendikal anlamda da bazı patronların sendikaları var, sarı sendikalar deniyor. Bu süreçte bize kesinlikle hiçbir şekilde destek olmamış, yanımızda durmamış, sesimizi duyurmamış ama sözde işçinin sesi olduğunu söyleyen sendikalara çağrımız: Artık işçilerin sesini duyun. İşçiler için anlaşma yaptığınızda, oturduğunuz masalarda benim adıma anlaşma yaparken, benim verdiğim mücadelede yanımda durmayan sendika benim adıma anlaşma yapamaz, yapmamalı. Hiçbir şekilde destek olmamış, sözde işçinin yanında olan sendika patronları en azından aldıkları o güzel maaşların hakkını versinler. Ama dediğimiz gibi, Türkiye'de insanlara tanınan haklar ya da böyle verilen paralar tatlı geldiği için herkes yanlışa ortak oluyor, bu yanlışa dur demek yine işçiye kalıyor. İşçinin mücadelesi zorlu ve çetin ama kazanımları da bir o kadar tatlı. O yüzden sendikaya üye olurken arkadaşlarımız araştırsınlar, sendika üyeliğinden korkmasınlar, mücadele etmekten vazgeçmesinler.