24 Kasım 2024 Pazar

Ozan Horoz yazdı | Sömürünün yüzleri: Ücret paylarındaki çöküş ve emek mücadelesinin yol haritası

Ücretleri düşüren ve zam taleplerine ukalaca, burjuva kibriyle cevap veren hükümet, "Enflasyonla mücadelemiz devam ediyor, kemer sıkmaya devam edeceğiz" diyor. Peki bu sıkılan kemer kimin boynuna dolanacak? Asıl sorulması gereken soru bu! Burjuvazinin mi, işçi sınıfı ve ezilenlerin mi?

Açlık ordusu yürüyor;/ yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için,/ hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için/ açlık ordusu yürüyor,/ yürüyor ayakları kan içinde.
Dünya şairi komünist Nazım Hikmet'in sözleriyle başlamak istedim yazıma. Mehmet Şimşek'in dayattığı sömürü programı ve açlığın şiirini, sanırım Nazım usta gibi ifade eden şair sayısı çok azdır.

Ülkenin dört bir tarafında patlayan irili ufaklı fiili grevler, direnişler ve fiili meşru mücadele bilinci, sınıftan umut etmek için birçok neden veriyor önümüzdeki mücadele günleri için. Sendikal ağalık düzenine, açlığa, sefalete ve sömürüye karşı ajitasyon ve propaganda kanallarını ustaca kullanma başarısı gösteren direnişteki tüm sınıf kardeşlerimize selam olsun! Onlardan öğrenmeye devam ediyoruz.

Mehmet Şimşek programının, ortodoks iktisat politikalarının ilk ve öncelikli hedefinin talep yönlü enflasyonu baskılamak ve bu yolla emek ücretlerinin reel alım gücünü düşürmek olduğunu belirtmiştik. Bu cümle daha anlaşılır ve günlük ajitasyonun berrak diliyle bir kez daha nasıl ifade edilmiş hep beraber bakalım: "Çocuğumuza bez alamadık diye zam istedik, işimizden atıldık. Mutfağımıza yağ alamadık diye zam istedik, işimizden atıldık. 300 personelin günahına girmeyin. CarrefourSA'dan alışveriş yapmayın, suça ortak olmayın" diye sesleniyor bir öncü işçi.

Çelişki tam da burada başlıyor işte: Öncü işçinin dilinde, ücretleri düşüren ve zam taleplerini en ukalaca ve burjuva kibriyle cevaplayan hükümet, "Enflasyonla mücadelemiz devam ediyor, kemer sıkmaya devam edeceğiz" diyor. Peki bu sıkılan kemer kimin boynuna dolanacak? Asıl sorulması gereken soru bu! Burjuvazinin mi, işçi sınıfı ve ezilenlerin mi? Bu sorunun cevabı bizler açısından nettir; önder sınıfın ve onun öncülerinin pozisyon alışları ve hamleleri kazananı belirleyecek. Keza burjuvazi cephesinde bir ekonomik krizden bahsetmek şimdilik mümkün değil. Karlarını her geçen gün artıran ve Mehmet Şimşek'in ekonominin anahtarını almasıyla beraber işbirlikçi ve kurnaz bir sözcü buldukları da kesin. Buna karşılık, sınıf içerisinde yoksullaşma kriziyle kaynamaya başlayan kazan, patlama noktasına gelmek üzere. Bu noktada devrimci öznelerin pozisyonu ve konumlanışı kaçınılmaz savaşın seyrini ve kazananını belirleyecek. Sınıf mücadelesi cephesinde henüz birleşik bir mücadele çizgisi oluşmamış bile olsa, geleceğe dair krizi derinleştirmeye ve çubuğun yönünü sınıfa bükmeye yarayacak birçok gelişme olduğu da ortada.

Sermaye ile ilişkisi bakımından Mehmet Şimşek ve ekibi tarafından tam da olması gerektiği gibi yönetilen bir süreçle karşı karşıyayız. Yükselen enflasyon oranında artmayan ücretler ve tırpanlanan haklar, sermaye gruplarının karlılığına kar katarken düzenin devamlılığı için de en uygun zemini sağlıyor.

İSO içerisinde yer alan ve ülkedeki sanayi üretiminin yüzde 20'sini elinde tutan ilk 500 şirketin verilerinden yola çıkarak sermaye birikim sürecinin yapısı ve mevcut pozisyonun vahameti hakkında genel bir bilgi sunmaya çalışacağız.

Faşist baskıların ve yasakların emek cephesindeki sonuçlarını kavramak açısından bu verinin kıymetli olduğunu düşünüyorum. İSO içerisinde ilk 500 şirketin 2004-2015 yılına kadar oluşturduğu katma değerin içindeki ücret payı yüzde 55,7 iken, 2018 itibariyle bu rakam 54,7'ye, ardından gelen 4 yılın sonunda ise yüzde 26,7'ye kadar gerilemiş.

Dolayısıyla, yaratılan artı değerin içindeki işçi payı azaldıkça, aradaki fark patronların cebine gitmektedir. Bu durumun, aynı zamanda üretim maliyetleri arasında yer alan işçi ücretlerinin düşmesi ve Türkiye'nin ucuz emek cenneti haline getirilme hedefine yönelik bir hamle olduğu da ortadadır.

2015 yılı, AKP için bir dönüm noktasını temsil ediyor. 7 Haziran seçimlerindeki kayıptan sonra uygulanan faşist baskılar ve yasaklar, sermaye blokları açısından her şeyin yolunda olduğunu gösterdi. 2015 yılı itibariyle hızlanan enflasyon, sömürü oranlarında da ciddi değişikliklere yol açmış durumda. 2003-2015 döneminde sömürü oranı yaklaşık yüzde 78 civarındayken, enflasyon oranında artmayan ve eriyen reel ücretler, sömürünün katmerlenmesine neden oldu ve 2021-2023 aralığında yüzde 250'lere ulaştı. Sermayenin sadık temsilcisi Mehmet Şimşek'in uyguladığı politikalar, sermaye açısından "meyvelerini" vermiş ve ücret artışları sıfır ya da asgarinin altında kaldığı için göreli yoksullaşmayı mutlak yoksulluk durumuna getirmiştir.

Hükümet sözcülerinin birçoğunun ağızlarından düşürmediği "enflasyonla mücadele" programı, işçiler ve ücretliler için sefalet programına dönmüş durumda. Mehmet Şimşek ve ekibinin mücadele ettiği şey enflasyon değil, işçi sınıfı ve ezilenlerin katma değer içerisinden aldığı ücret hakkının gasbıdır. Dolayısıyla esnek üretim ve sömürü düzeni olduğu gibi devam edemez; işçilerin alım gücü cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar düşürülmeli ve enflasyonla mücadele adı altında sömürü katmerlenmelidir.

Peki, enflasyonun asıl nedeni nedir?
Enflasyonun asıl nedeni, özellikle patronlar sınıfının doymak bilmez kar hevesidir. Yukarıda bahsettiğimiz şekliyle son 4 yıl içerisinde şirket karlılıkları yüzde 250'leri bulurken, ücretler enflasyona ezdirilmiş ve kar itilimli bir enflasyon oluşmasına neden olmuştur. Bu yönüyle ekonomik kriz bir ihtimal olarak hala kapıda da olsa, ortadaki pastadan emeklilere, işçilere ve bir bütün olarak tüm ezilen kesimlere düşen pay ufaltılmış ve bu emekçiler açlıkla sınanır hale getirilmiştir. Ekonomik kriz koşullarında seri firma iflasları ve mali oligarşinin de aynı şekilde bu daralmadan etkilenmesi kaçınılmazdır. Yaşadığımız şey, karlılıkların ortaya koyduğu haliyle olsa olsa servet transferi yoluyla bir bölüşüm şoku olabilir.

Özelde burjuvazinin uluslararası sermayeye söylediği şey şudur: Gelin birlikte sömürelim, Türkiye bir ucuz emek cenneti! Reel ücretler bakımından işçi ücretlerinin alım gücü Avrupa veya emperyalist ülkelere göre hemen hemen 1/9 oranındadır. Kar itilimli enflasyon aracılığıyla bu oran özellikle gıda, ulaşım, konut kiraları ve genel yaşamsal giderler kalemlerinde günden güne artmaktadır. Dolaysıyla, Mehmet Şimşek programının enflasyonla mücadele dediği ve CHP'nin de tabanını kaybetme korkusuyla "çekimser'' desteğini aldığı program, işçi ve emekçiyle mücadele programıdır.

Ücretlerin tırpanlanması, hükümet cephesinde sermayenin iki bloku arasında memnuniyetle karşılanmış ve yüksek faiz politikasıyla uluslararası fon şirketleri, mali sermaye ve banka sermayesi mutlu edilirken, yoğun emeğe dayalı işkollarında ücretlerin ezdirilmesi yoluyla karlılığın ve "rekabetin" yolları açılmış olmaktadır. Dünyada ucuz emeğin başkenti olan Çin, Bangladeş ve Tayvan gibi uzak pazarlar, Mısır ve Kuzey Afrika gibi yakın pazarlara göre maaşlar ve ücretliler sınıfının alım gücü hala çok yüksektir. Dolayısıyla, enflasyonla mücadele edilecekse, karlılık artırılmalı ve işçinin genel sömürü düzeyi pazarla "rekabet" edilebilir ücretler düzeyine çekilmelidir.

Sınıflar savaşımının Türkiye ve Kürdistan sahasında yürünecek uzun bir yol var. Sınıfın öncüleri ve sınıflar mücadelesinin parçalı yapısı ancak birleşik mücadele panzehiriyle yatağını bulacaktır. Buradan hareketle, barınma sorunu yaşayan ve yurt bulamayan üniversite öğrencisi, çorbasını kaynatmakta zorlanan ev emekçisi, fabrikada emeği sömürülen işçi ve hasadı tarlada kalan ve kredi batağında olan çiftçinin mücadelesi kazananı belirleyecek. Sınıfın gösterdiği hak alıcı mücadele çizgisi öncüler tarafından büyütülür, stratejik ve taktiksel akıl işleyişi boşlukları doldurursa, umutlanmamak için hiçbir neden yok. Umudu çoğaltmak, direnişi büyütmek ve zaferi kazanacak yolun taşlarını döşemek için hepimize eskisinden daha fazla görev düşüyor.