3 Aralık 2024 Salı

Olcay Çelik yazdı | Yardıma muhtaç, bankaya borçlu, borsa tuzağında

Yardıma muhtaç edilenlerin sosyal hak iddialarını siyasi şantaj bağından koparabilmeleri, borç batağında nefessiz kalan işçi-emekçi kitlelerin düşük ücretlere isyan edebilmeleri ve ileride hayali sermaye pazarlarında yaşanacak finansal bir çöküşün yarattığı öfkenin sınıf-içi değil, sınıflar arası şiddete evrilmesi kitle gericiliğine hoş gözükerek değil, ancak ve ancak sosyalist siyasetin burjuva muhalefete de düşmanlaşabildiği ve kitleler içerisinde bağımsız ve devrimci bir maddi güç haline gelebildiği koşullarda mümkün olacaktır.

Faşist rejimin, Türkiye kapitalizmini krize girmekten korumak için, 2020 itibariyle işçi sınıfına karşı başlattığı son saldırısının yarattığı ekonomik yıkım devasa boyuta ulaştı. Durgunlaşan küresel ekonomide Türk burjuvazisi kârlarını koruyabilsin/yükseltebilsin diye, ücret artışlarının enflasyon altında bırakılmasıyla birlikte işçi-emekçiler artık sosyal görünümlü siyasi yardımlara daha çok muhtaç; en temel ihtiyaçları için dahi krediye bağımlı ve hatta geçinebilmek için borsa kumarından medet umar haldedir.

20 MİLYONDAN FAZLA KİŞİ 'SOSYAL' YARDIM ALIYOR
2022'de yaşlı ve engelli aylığı, GSS primi, evde bakım ödemesi, eğitim, sağlık, gıda, kömür, doğal gaz, elektrik, doğum, çocuk parası vb. 49 kalemde yapılan sosyal yardımlardan faydalanan hane sayısı 2017'de 3,2 milyon (yani yaklaşık 12 milyon kişi) iken, bu sayı 2022'de 4,4 milyon haneye (yani yaklaşık 16 milyon kişiye) çıkmış [1]. Seçim harcamalarının devreye girdiği 2023 yılında bu sayının 6 milyon haneyi (yaklaşık 24 milyon kişiyi) aşmış olması kuvvetle muhtemel.

Ücret ilişkisi içerisinde olmamakta ve/ya sosyal yardıma muhtaç olmakta elbette yanlış veya zararlı olan hiçbir şey yok. Ancak Türkiye'de "sosyal" yardım yok. Çünkü bu başlık altında yapılan ödemeler hak esasına dayalı, nesnel kriterlere göre ve merkezi bir plan dahilinde değil, lütuf olarak, siyasi yakınlık/şantaj temelinde ve yerel idarelerin keyfince yapılıyor. Burjuva muhalefet ve dolayısıyla onun kuyruğuna takılan emekçi sol da bu yardımların sosyal hak statüsüne alınıp genişletilmesini değil, "kemer sıkmanın" "mâli kuralın" ve "kamu harcamalarının kısılmasının" temel alındığı genişletilmiş neoliberal politikalarını savunur duruma düşünce, haliyle, isyan olasılığı da yerini mevcudu koruma eğilimine terk ediyor.  

TEMEL İHTİYAÇLARI KARŞILAMAK İÇİN ALINAN BORÇ 3 KAT ARTTI
Borçluluğun en temel göstergeleri bireysel kredi kartı ve ihtiyaç kredisi kullanımına dair verilerdir. 2023 Haziran ayı itibariyle 35 milyon tekil kişi kredi kartı, 14,3 milyon tekil kişi de ihtiyaç kredisi borçlusuymuş [2]. İhtiyaç kredisi dediğimiz şey, konut ve taşıt ihtiyacı dışındaki, yani gıda, beyaz eşya, eğitim, evlilik, sağlık gibi temel ihtiyaçlar için yoksullar tarafından kullanılan ve daha çok ailesel bir niteliğe sahip kredilerdir. Bu bakımdan, aileleriyle birlikte aslında yaklaşık 45 milyon kişinin sadece temel ihtiyaçlar için dahi kredi çekmek zorunda kaldığı söylenebilir.

Bu kredileri kullananların sayıları artarken, kullanılan kredi miktarları da artmış. 2023 Haziran itibariyle kredi kartı kullananların kişi başına 22,6 bin ₺, ihtiyaç kredisi kullananların ise kişi başına 55,3 bin ₺ toplam borcu varmış. 2022 Haziran ayında bu tutarlar sırasıyla 8,7 bin ₺ ve 18,6 bin ₺ imiş. Yani (artık ortalama ücrete dönüşmüş olan) asgari ücret son bir yılda 2 kat artmışken, temel ihtiyaçları karşılamak için çekilen borçlar yaklaşık 3 kat artmış. Erdoğan'ın ekonomi politikası "liyakâtsizlikten" değil, sınıfsal/siyasi bir tercihten kaynaklanıyordu. Döviz kurunu ve enflasyonu tutmanın bedeli (yani yüksek faiz) işsizliğin patlaması, yani işçinin gelirinin ve tüketimin sıfırlanması olacaktı. Ücreti gittikçe daha fazla düşen ama bir şekilde de olsa borçlanabilir halde tutulan işçi ise "sıtmaya" razı edilebilirdi. Emekçi sol, işçilerin düşük ücrete ve hayat pahalılığına isyanını örgütlemekte gönülsüz ve yetersiz kaldı. Hatta "Ne verem, ne de sıtma!" demek yerine, önce sıtmayı atlatıp, veremin icabına sonra bakmayı yeğledi ve bu "liyakatsiz" ekonomi yönetiminin kendi kendine çökmesini bekledi. Çünkü kendine temel müttefik bellediği burjuva muhalefetin çıkarı bunu gerektiriyordu.

4,5 MİLYON YOKSUL BORSA KUMARINA SÜRÜKLENDİ
"Borsa oynayanların", yani hisse senedi sahibi olan yurttaşların sayısı uzun yıllar hep 1 milyon civarında kalmıştı. Bu sayı, son 4 yılda birden artışa geçerek önce ikiye, 2023 yılında ise 6'ya katlanarak 6 milyon 224 bin 55 kişiye ulaşmış durumda. Hatta sadece son 15 günde borsaya 1 milyondan fazla kişi girmiş. [3]

Bu, elbette ki zenginleşmenin değil, daha da yoksullaşmanın işaretlerinden. Zira borsaya yeni girenler daha çok yoksullar. Söz konusu 6 milyondan fazla kişinin yüzde 72'si, yani 4,5 milyon kişi çok küçük (10 bin ₺'ye kadar oynayan) ve küçük (50 bin ₺'ye kadar oynayan) oyunculardan oluşuyor. Ücretin yetmediği, siyasi yardımın elde edilemediği ve borcun ödenemediği yerde insanlar köşeyi dönebilmek için değil, hayatta kalabilmek için ücretinin bir kısmıyla, hatta belki de borç alarak, evini-arabasını satarak bir umut borsaya giriyorlar. Borsaya girenlerin sayısı 6 milyonu geçtiyse denetimsiz-kayıtsız kripto para piyasalarına umut bağlayanların sayısı 10 milyonlarla ifade edilebilir.

Oysa borsa gerçek anlamıyla finansal bir kumardan başka bir şey değildir. Borsaların "sağlıklı" işlediği zamanlarda dahi bu küçük oyuncular, üç kuruş paralarını gayet yasal nitelikteki bin bir türlü 'keriz silkeleme' yöntemiyle büyük balıklara karşı kaybetme riskiyle karşı karşıyadırlar. Sözde "merkezsiz" olduğu için övülen kripto para piyasaları da spekülasyonlara karşı çok ama çok daha korumasızdır.

Borsayı ve kripto piyasaları bir kumarhane yapan şey, onların "hayâli" sermaye niteliğidir. Hayalîdir, zira bir şirketin borsa değeri ya da bir kripto paranın piyasa değeri halihazırda üretilmiş olan artıdeğerin değil, gelecekte üretileceği düşünülen artıdeğerin bugünkü mâli temsilidir. Her ne kadar bu kağıtları/paraları fiilen alıp-satarak elde ettiğiniz kazançlar gerçek olsa da, onun hayâli niteliği finansal çöküşlerde açığa çıkar. Fabrikalar, makineler, metalar yerli yerinde durur da, hayali sermaye pazarlarındaki bu kazançlar bir gecede buhar olup uçar. Çünkü yasa gereği, tarihsel olarak düşen kâr oranları kapitalist sınıfın üretimden gelen kârlarını, üretimden ziyade bu hayali sermaye pazarlarına yatırmaya daha fazla koşullar ve "gelecek" geldiğinde de o artıdeğer fiilen üretilmemiş olduğu için hayâli olan bu sermaye de bir gecede buhar olur.

Tarihsel olarak bu finansal çöküşlerin arası gittikçe kısalırken, yıkımın boyutları da artmaktadır. Burjuvazi, borsada kaybettiği parayı devletten (işçi sınıfından) öyle ya da böyle geri alabilir, ancak yoksul borsa kumarcısı elindeki üç kuruştan da olur. Haftalar içerisinde milyonlarca işçinin borsa/kripto kumarına yöneldiğine şahit olduğumuz bu günler, yaşanması çok muhtemel olan yeni bir çöküşün ertesinde toplu intiharları ve fakirin fakire karşı işlediği suçlarda patlamayı da beraberinde getirebilir.

Bu finansal kumarhaneler konusunda emekçi solun somut bir tutumu olduğundan bahsedilemez. Fiilen tâbi olunan, yine burjuva muhalefetin düzenleme önerileridir ekseriyetle. Ki o öneriler de felaketi önlemeye değil, tersine, "kitlesel fonlama", "melek yatırımcı ağları", "etki yatırımcılığı", "girişim sermayeciliği", "fonların fonu" gibi, hayali sermaye pazarlarını daha da genişletmeye ve derinleştirmeye yönelik yeni soygun mekanizmalarını kapsamaktadır.

FAL, GÜÇ VE ZEMİN
"Kendiliğinden ayaklanma" falına tutunmak beyhudedir. Zira bugün kendiliğindenlik neredeyse tamamen şu ya da bu burjuva blokunun ideolojisinin etkisi altına girmiş gözükmektedir.

Yardıma muhtaç edilenlerin sosyal hak iddialarını siyasi şantaj bağından koparabilmeleri, borç batağında nefessiz kalan işçi-emekçi kitlelerin düşük ücretlere isyan edebilmeleri ve ileride hayali sermaye pazarlarında yaşanacak finansal bir çöküşün yarattığı öfkenin sınıf-içi değil, sınıflar arası şiddete evrilmesi kitle gericiliğine hoş gözükerek değil, ancak ve ancak sosyalist siyasetin burjuva muhalefete de düşmanlaşabildiği ve kitleler içerisinde bağımsız ve devrimci bir maddi güç haline gelebildiği koşullarda mümkün olacaktır.

Bunun zemini de sınıfa dışsal, kerameti kendinden menkul ajitasyon, propaganda ve örgütlenme pratikleri değil, bugünkü direnişlerin de gösterdiği gibi, işçi-emekçinin dolaysız sorun ve arzuları olabilir.

Kaynaklar
[1] https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/milyonlar-yardima-muhtac-iktidarin-yanlis-ekonomi-politikalari-nedeniyle-ihtiyac-sahipleri-her-gecen-yil-artiyor-2116022?utm_medium=SliderHaber&utm_source=Anasayfa
[2] https://www.riskmerkezi.org/Content/Upload/istatistikiraporlar/ekler/3883/Risk_Merkezi_Aylik_Bulteni_Haziran_2023.pdf
[3] https://www.vap.org.tr