Meliha Kayacı yazdı | Asgari Ücret Tespit Komisyonu ve sınıf mücadelesi
Asgari ücret işçi sınıfının sermayeye ve devlete karşı genel ve politik mücadelesinin en önemli konularının başında gelir. Asgari ücret işçi sınıfı ve emekçilerin en yakıcı gündemiyken, asgari düzeydeki yaşama karşı büyük bir öfke birikiyorken, durumu işçi sınıfı ve emekçiler, tüm yoksullar lehine değiştirmek, görece daha iyi yaşam koşullarına doğru ilerletmek yerine verili durumu idare etmek düpedüz sermayeye teslim olmak değil midir?
Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 2026 yılında uygulanacak asgari ücreti belirlemek için 12 Aralık'ta ilk toplantısını yapacak. Taraflar ne düşünüyor, ne tartışıyor yakından bir bakalım. Komisyon yasal olarak 15 üyeden oluşuyor. 5'i patron temsilcisi (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu), 5'i işçi temsilcisi (en çok üyeye sahip işçi sendikası Türk-İş), 5'i de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yöneticilerinden oluşuyor.
Komisyonun taraflarından biri olan TİSK, asgari ücret tartışmasını maliyet hesabı olarak görüyor ve sadece temsil ettiği patronların karına odaklanıyor. Sermaye sınıfının örgütü TİSK, aylar öncesinden "asgari ücret artışı maliyetleri artırır, enflasyonu artırır" diye konuşur, yayınlarında yazar, TV ekranlarından sesini milyonlara ulaştırır. Böylece asgari ücret pazarlığının koşullarını çok yönlü olarak hazırlayıp örgütler. Her yıl aynı veya benzer bir süreç işletilir. Özellikle patronların çıkarlarını meşrulaştıran pervasız yalanlarla propagandaya girişir. Mesela şöyle raporlar yayınlar: "Türkiye son on yılda OECD ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ekonomilerden biri olmuş ve yıllık ortalama yüzde 4,9 büyüme oranı yakalamıştır. Bu süreçte, Türkiye'de yaşam standartları yaklaşık dört katına çıkmıştır. İş gücü piyasası ve sosyal göstergelerde de ciddi ilerleme kaydedilmiştir, yoksulluk oranı ise yarıya inmiştir."
TİSK'in OECD İnceleme Türkiye 2025 Raporunda yayınlanan "iyimser (!)" verilere nasıl ulaşıldığı belli değildir. İstatistiğin devlet ve sermaye tarafından sömürü ve yoksulluğun üstünün örtülmesi için kullanıldığı en bilinen gerçeklerden biridir. TÜİK'in verileriyle sömürü, soygun ve ücret rejimini nasıl belirleyip işlettikleri, istatistik verilerini çıkarları doğrultusunda nasıl maniple ettikleri biliniyor. Dolayısıyla TİSK'in kerameti kendinden menkul verilerinin hiçbir inandırıcılığı ve hükmü yoktur. Hepsi boş ve yalan propagandadır. İşçi sınıfı ve emekçilerin gerçek tablosu ise bambaşkadır. Asgari ücretin genel ve ortalama ücret haline getirildiği, açlığın, yoksulluğun, sefaletin fütursuzlaştırıldığı, yoksullaşma krizinin girdabında her türlü sosyal yıkımın, ahlaki ve fiziki çürümenin insanları sarıp sarmaladığı, çaresizliğin intiharları çarpan etkisiyle büyüttüğü bir gerçeklikler tablosudur bu. Patronların tasvir ettiği pembe tabloların aksine işçi sınıfı ve emekçiler sefil ve rezilce yaşamın cehennemine her gün daha fazla itiliyor.
İşte asgari ücret tartışması komisyona gelmeden önce bütün bu gerçek yaşam tablosu sermayenin istek ve taleplerinin prizmasından geçiriliyor. Devlet yetkilileri tarafından sermayenin yüksek çıkarları muhakkak yerine getirilecek bir buyruk olarak kabul ediliyor. Patronlar sınıfı ve devlet birlikte tartışıp karar veriyor. Gerisi bir sınıf uzlaşması tiyatrosu olarak tamamlanıyor.
İşçileri temsil ettiği iddiasıyla masada olan Türk-İş yılladır o masada ne yapıyor mesela? Sermaye ve devletin asgari ücret tespit piyesinde kendine biçilen meşrulaştırma rolünü oynuyor. Masada yaptırım gücü yoktur. Fiili yaptırım yetkisini de kullanmayı göze alamıyor. Sınıf uzlaşmacılığı ve işbirliği rolünün üstünü örtmek için ara sıra yalancı pehlivan rolü yapıyor. "Üretimden gelen gücümüzü kullanırız" gibi sahte söylemlere başvuruyor. İşçilerin yaşadığı yoksulluğu, güvencesizliği, geleceksizliği görmezden geliyor. "Benim üyelerim arasında asgari ücret alan yok" diyerek üzerindeki sorumluluğu atmaya çalışması da başka bir sınıf işbirlikçiliğini meşrulaştırma söylemi olarak karşımıza çıkıyor. Oysa sendika üyesi işçilerin bir kısmı, kadın işçilerin neredeyse tamamı, işe yeni başlamış olanlar ya da toplu iş sözleşmesi yapamayan, yetki alamayan işçiler asgari ücretin biraz altı ya da biraz üstü ücret almaktadır.
Türk-İş Başkanı Ergün Atalay gerçekleri söylemiyor. İşçilerin yaşadığı sorunları görmezden geliyor. İşçi sınıfı ile sınıf sendikacılığı perspektifiyle ilişkilenmeyip devlet bürokrasisi ve sermaye ile işbirliğinde işçilerin karşısında yer alıyor. İşçi sınıfının grev silahını kullanması ve kazanması önündeki en temel engellerden biri olabiliyor. Örgütlenme haklarına yapılan saldırılar karşısında sessizliği tercih ediyor. İşçi sınıfına topyekun saldırılar karşısında genel grev genel direniş çağrısını, sokağı, direnişi hiç gündem yapmıyor. Ya da kendi kontrolünde, işçi ve emekçilerin öfkesini sönümlendiren mitingleri tercih ediyor.
Komisyonda odak olmasından kaynaklı bizim de odağımızda olan Türk-İş'in pratiği aşağı yukarı böyleyken diğer konfederasyonlarda durum nedir? Hak-İş'in pratiği Türk-İş'ten farklı değil. Hak-İş saray rejiminin sermayeden yana politikasına sımsıkı bağlı biçimde bir sendikal pratik izliyor. DİSK ise gün geçtikçe devrimci demokrat özünü yitiriyor. Sürekli araştırma verileri yayınlayarak, açlığın, yoksulluğun, sefaletin ajitasyonuyla ve basın açıklamalarıyla gerçek sınıf savaşımından kaçıyor. DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, 5 Aralık günü Kocaeli'de yapılan eylemdeki konuşmasında, "Asgari Ücret Tespit Komisyonunda olmamamıza rağmen bu mücadeleyi dün olduğu gibi bugün de büyütmeye kararlıyız" sözleriyle adeta lütufta bulunuyor. Oysa ki gerek başkanı olduğu konfederasyona bağlı sendikalarda üye işçiler, gerekse de örgütlemeyi hedeflemeleri gereken milyonlarca işçi asgari ücret alıyor. Yani bu bir lütuf değil. Çerkezoğlu'nun bu cümlesi, DİSK'in bugün başında bulunanların sınıfa ve sınıf mücadelesine ne kadar yabancılaştığını gösteriyor.
Asgari ücret işçi sınıfının sermayeye ve devlete karşı genel ve politik mücadelesinin en önemli konularının başında gelir. Asgari ücret işçi sınıfı ve emekçilerin en yakıcı gündemiyken, asgari düzeydeki yaşama karşı büyük bir öfke birikiyorken, durumu işçi sınıfı ve emekçiler, tüm yoksullar lehine değiştirmek, görece daha iyi yaşam koşullarına doğru ilerletmek yerine verili durumu idare etmek düpedüz sermayeye teslim olmak değil midir? İşçi ve emekçilerin öfkesini doğru hedeflere kanalize ederek, "genel grev genel direniş" çağrısı için koşulların bu kadar olgunlaştığı bir dönem basın açıklamaları, basın toplantılarıyla geçiştirilemez. Genel grev genel direnişin örgütlenmesi için daha ne beklenmektedir?
Mevcut işçi konfederasyonlarının asgari ücret çarpışmasından kaçması gerçeği, bu alanda işçi sınıfı ve yoksulların başka yollardan ilerlemesini koşulluyor. Sınıf mücadelesinin bu görevi, bugün, sınıfın genel ve yüksek çıkarlarına sorumluluk ve bilinçle bağlı tüm sınıf sendikalarının omzundadır. Bağımsız sendikalar, örgütlü sınıf bölükleri, tüm emekçi sol kuvvetler asgari ücret mücadelesini, çocuk işçiliği ve yoksullaşma krizi konularıyla birlikte ele alan, propaganda, ajitasyon, örgütlenme ve eylemle bütünleyen bir pratiği geliştirmelidir. İşçi sınıfı ve emekçileri, tüm devrimci demokratları, kadın hareketini, gençlik hareketini birleştirecek, öncülük edecek bir sendikal pratiğe ihtiyaç dünden daha fazladır.
*Birleşik İşçi Hareketi (BİH) Sözcüsü